Ekonomist Karatepe: 2019 yılında dibe vurduk

img

ANKARA -  2019 yılının ekonomik görümünü değerlendiren Prof. Dr. Yalçın Karatepe, ekonomide yaşanan krizin 2001 krizinden farklı olarak toplumun tüm kesimleri etkilendiğini ve giderek derinleşecek bu krizde rejimin ekonomik öngörülebilirliği ortadan kaldırdığını belirterek, içerisinde bulunulan hali “2019 yılında dibe vurduk” diyerek özetledi.

Türkiye’de geçtiğimiz yılın ikinci çeyreğinde kur krizi olarak ortaya çıkan ekonomik krizin tüm boyutları ile 2019 yılı boyunca devam ederek, toplumsal krizi tetiklediği belirtiliyor. Buna rağmen TL’nin değer kaybettiği, üretimin düştüğü, en önemli makroekonomik veri olan enflasyon ve işsizliğin arttığı 2019 yılında sorunlara çözüm üretilmedi. Aksine siyasi iktidarın iktisadın işleyişine aykırı müdahaleleriyle içinden çıkılmaz bir boyuta ulaştı.
 
Ankara Üniversitesi (AÜ) Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Ekonomi Profesörü Yalçın Karatepe, 2019 yılında yaşananları ve 2020 yılında ekonominin nasıl bir seyir izleyeceğine dair sorularımızı yanıtladı. 
 
 2018 yılının ortalarında kendisini hissettiren döviz krizi, 2019 yılında nasıl bir niteliğe büründü? 
 
Her ne kadar dövizdeki hareketlenmelerle beraber bu kriz ortaya çıktıysa da, bu sadece döviz krizi değildi. Türkiye’nin mevcut makro göstergelerindeki bozulmaların bir yansıması olarak da dövizdeki bu hareketlilik ortaya çıktı. Krizin 2019 yılında bir çok etkisi bir arada görüldü, en başta da büyüme oranlarında. Türkiye 2019 yılında ciddi şekilde kötü performans gösteren ekonomiye dönüştü. Buna bağlı olarak işsizlik oranında ciddi artış oldu. Geniş tanımlı işsizlik olarak 7 milyona yakın. Her ne kadar iktidar tarafından kullanılmasa da ortalama bir vatandaş yaşananları ‘ekonomik kriz’ olarak tanımlar. Dolayısıyla kur krizi, 2019 yılında ciddi bir ekonomik krize dönüştü.
 
Ekonominin temel ekonomik göstergeleri üzerinde baktığımızda 2019 yılını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
2019 yılı çok keyifsiz geçti. Siz vatandaşınıza iş ve gelir üretemiyorsanız, refahını ciddi oranda bozmuşsunuz demektir. Alınan tüm tedbirlere rağmen özellikle işsizlik fonundan işverenlere aktarılan desteklere rağmen, işsizlikte bir gelime olmadığını gördük. Vatandaş gerçekten çok zor durumda.
 
İş dünyasında bir iyileşme kaydedildi mi?
 
İş dünyası da iyi değil. Onlar da geleceklerini görmekte ciddi anlamda zorlanıyor. Bunu en çok sermaye malı yatırımlarında görüyoruz. Türkiye’de 2018 yılının ortalarından 2019 yılının sonuna kadar sermaye yatırımlarının reel olarak ekside. İş insanlarının geleceğe ilişkin iyimser beklentiye sahip olamadıkları için yatırımlara ciddi anlamda yönelemiyorlar. Bu durumun 2020 yılında da devam edeceği kuvvetle muhtemel.
 
Türkiye’de yapısal kriz konjonktürü olduğu ve bunun bileşenlerinden birinin siyasi kriz olduğunu dikkate alırsak, 2019 yılında ekonomideki yapısal kriz derinleşti diyebilir miyiz?
 
Elbette diyebiliriz. Türkiye’de özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile gelen en önemli sorunlarından bir tanesi, Türkiye’nin öngörülebilirliğinin ortadan kaldırması oldu. 
 
Bununla neyi kast ediyorsunuz? 
 
 Parlamenter demokrasinin ortadan kaldırılması, kurumsal yapıların ciddi şekilde zafiyete uğramış olması, öngörülebilirliği ciddi sıkıntıya sokmuştur. Yapısal reform anlamında Türkiye’nin kamusal mekanizma süreçlerinin daha şeffaf, daha objektif ve daha katılımcı bir biçimde çalıştırılması gerekir.
 
Bir örnek vermek istiyorum. Değerli Konut Vergisi denilen bir şey getirildi. 5 milyon TL’nin üstünde konuta sahip olan insanlar belli oranlarda vergi ödeyecek diye. Bu daha sonra kanunlaştı. Bu hafta ise Cumhurbaşkanı Sözcüsü tarafından yapılan bir açıklamada, ‘Ya biz bunu değiştirmeyi düşünüyoruz’ denildi. Şimdi düşünün konuya ilişkin bir kanun çıkartıyorsunuz, kanun 1 Ocak’tan itibaren yürürlüğe girecek ama siz kanunu çıkarttıktan bir hafta sonra yani kanun daha yürürlüğe girmeden önce ‘Ya biz bunu yanlış yapmıştık bunu bir daha başta düşünelim’ diyorsunuz. Tüm kararlara böyle benzer şeyler görüyoruz. Şimdi böyle bir ülkede siz geleceği nasıl da ön görüp karar alabilirsiniz. 
 
Parlamenter demokrasinin ortadan kaldırılması, kurumsal yapıların ciddi şekilde zafiyete uğramış olması, öngörülebilirliği ciddi sıkıntıya sokmuştur. Yapısal reform anlamında Türkiye’nin kamusal mekanizma süreçlerinin daha şeffaf, daha objektif ve daha katılımcı bir biçimde çalıştırılması gerekir. Ama maalesef mevcut sistem buna göre kurgulanmamıştır. 2019 yılında ne üretici ne de tüketici önünü göremedi. Onun için 2019 yılında ekonomideki yapısal kriz derinleştirildi diyebiliriz.
 
Hazine ve Maliye Bakanı tarafından açıklanan yeni Yeni Ekonomi Planı’nda (YEP) hedeflerinin böylesi yönetim modeliyle tutması mümkün mü?
 
Hedefler tutmadı. Zaten oradaki hedeflere baktığımız zaman ‘arkadaşlar sizce buraya kaç yazalım’ denilmiş gibi. Yüzde 5 büyüme rakamı pek çok şeye giydirilmiş. İşte 2020 yılında enflasyon yüzde 8,5 olacak, ondan sonra yüzde 5 olacak, yine büyüme yüzde 5 olacak. Şimdi niye yüzde 4,7 ya da 3,5 değil de yüzde 5 deniliyor. Çünkü 5 yuvarlak bir rakam ve kulağa da hoş geliyor. Dolayısıyla oradaki hedeflerin tutturulmasını ben beklemiyorum. Örneğin yılsonunda YEP’in işsizliğe ilişkin ‘işsizlik yüzde 12,5 altında olacak’ denildi. İşte en son TÜİK’in açıkladığı işsizlik rakamı yüzde 14. Yani YEP’in 2019 işsizlik hedeflerinin tutturulması için önümüzdeki iki hafta içinde mucizelerin gerçekleşmesi lazım.  
 
 
Hedefleri tutturulamayan bir ekonomi yönetiminin hesap verme zorunluluğu var mı peki?
 
Zaten tutturamazsanız da bunun bir sorumluluğu yok. Diyelim hedefleri tutturamadı, hesap mı verecek? Bakın Merkez Bankası 2002 yılından beri enflasyon hedeflerini sıralıyor ve ‘bu sene enflasyon bu kadar olacak’ diyor. Takip ettiğim süre boyunca, MB hedeflediği enflasyon oranını hiçbir zaman tutturamadı. Bir yaptırımı var mı yok? Onun için bu sene için de bir hesap verme durumu olmayacak.
 
 Peki, “Dengelenme, Disiplin, Değişim” iddialarıyla kamuoyuna taktim edilen YEP’te  “Dengelenme, Disiplin, Değişim” söz konusu oldu mu?
 
Olmadı. Şimdi disiplin demek, konulmuş kurallara uymaktır. Disiplin derken başka ne anlayabiliriz ki. Ama bakıyoruz 2019 yılındaki bütçe açıkları almış başını gitmiş. Cumhuriyet tarihinin en yüksek bütçe açıklarıyla karşı karşıyayız. 2019 yılı bütçe kanununa hazinenin ne kadar borçlanacağına dair limitler konuldu ama o limitlerin Ağustos ayı itibariyle aşıldığını biliyoruz. Açıklanan kamusal verilerden ortaya çıkan böyle bir disiplin yok. Kamu kaynaklarından harcamışlar ve bununla da ekonomiyi canlandırmaya çalışmışlar. Ama onu da yapamadılar.
 
Peki değişim var mı?
 
Ben o değişimi göremiyorum. Değişim dediğiniz zaman üretim ilişkilerine ve iş ilişkilerine ilişkin bir takım hareketlenmelerin olması lazım. Baktığımızda Türkiye’nin üretim modellerinde böyle bir değişim yok. İşte hala yapılan açıklamalarda ‘inşaat yaparsak ekonomi toparlanır’ deniliyor. Zaten Türkiye’nin sorunlarından biri de inşaata dayalı büyüme modelinden geliyor. Üretim modelinin değişimi anlamında ben çok şey göremedim. Dengeleme sözcüğü de çok sihirli. Dengelemeyi işler durgunlaşacak anlamında kullanıyorlar. Şimdi durgunlaşırsınız da bir yukarıda bir de dipte durgunlaşma vardır. Yukarıdan durgunlaşma iyidir. Örneğin kişi başına düşen milli gelirin 12 bin olmuştur, işte büyüme yüzde 3 civarındadır, bu iyi. Ama Türkiye şuanda dipte dengelenmeye çalışıyor. Sizin de bildiğiniz gibi kişi başına düşen milli gelir bu sene 8 bin doların üzerinde bir yerde durdu.  İşsizlik yüksek seviyelerde. 
Eğer bu dengelemeden mutluysalar ne güzel. Yani rakamlar dengelemeden öte bir gerilemenin olduğunu bize gösteriyor.
 
 Peki, son altı ayda yüzde yüz indirilen faiz düşüşleri ekonomiye bir fayda sağladı mı, işe yaradı mı? Yoksa yeni sorun ve sonuçlar mı doğurdu?
 
Merkez Bankası 2019 yılında 24 puandan 12 puana kadar faiz indirimlerine gitti. Olumlu etkileri olur diye umuyorum ama faiz indirimleri artık Türkiye’de reel faizi negatife doğru götürüyor. Bu da tasarruf eğilimini ciddi anlamda sınırlayacaktır. Bu seviyelere inmiş olması, insanların TL’ye olan güvenini tesis etmiyor. Bu da Türkiye’nin hem para politikası uygulamasını zorlaştırıyor hem de diğer göstergelerdeki iyiye gidişe engel oluyor.
 
FED’in faiz indiriminin Türkiye’ye bir para akışı sağlanması olası değil mi?
 
Türkiye’nin şansı aslında 2020 ve takip eden yıllar için aslında dünyada da işler kötü. Belki dünya 2020’ de biraz toparlanır beklentisi var ama Avrupa’da ve ABD’de faizler yerlerde sürünüyor. İşte bunlar Türkiye gibi ülkelere kaynak akımına yol açabilir. Fakat bu tek başına yeterli değildir. Ben yatırımcıların sadece getiriye bakmadığını, ülkenin risk primine baktıklarını düşünüyorum. Türkiye’nin mevcut risk seviyesiyle birlikte değerlendirdiğimizde 2020 yılında yüklü miktarda yabancı sermayenin yatırım anlamında Türkiye’ye gelmesi çok da söz konusu değil. Biraz önce konuştuğumuz bu yapısal çerçeve konusunda bir şeyler yapmadığınız sürece, sermaye hareketleri de beklediğiniz şekilde olmaz.
 
Özel sektörde yoğun iflaslar yaşandı, iktidar bunları kurtarma adına bir takım adımlar attı. Reel sektörde neler yaşanıyor?
 
 Türkiye’deki ekonomik sorunlar, önümüzdeki bir iki yıl daha devam edecek. Çünkü özel sektörün ciddi sorunları var. Bu sadece üretememe sorunu değil, aynı zamanda ciddi borçluluk sorunu var.
 
Türkiye’deki ekonomik sorunlar, önümüzdeki bir iki yıl daha devam edecek. Çünkü özel sektörün ciddi sorunları var. Bu sadece üretememe sorunu değil, aynı zamanda ciddi borçluluk sorunu var. Bugün bankacılık sektöründe ödenemeyen kredi oranı olarak adlandırılan oran her ne kadar yüzde 6 buçuk olarak açıklansa da, biz bu yeniden yapılandırmalar adı altında ödenemeyen kredilerin önemli bir kısmının ötelendiğini biliyoruz. Özellikle inşaat sektöründe, enerji sektöründe ve büyük holdinglerde milyar dolarlarla ifade edilen kredilerin ödenmediği sorunu var. Bu da yakın zamanda çözülecek bir şey değil. Özel sektördeki sorunlar, önümüzdeki yılda devam edecek gibi duruyor.
 
Özellikle bu yıl artan intiharları da birlikte değerlendirmek gerekirse, ekonomideki gidişattın 2019 yılında toplumsal krize dönüştüğünü söyleyebilir miyiz?
 
Ekonomik krizin sosyal etkilerini 2019 yılında çok belirgin olarak gördük. Yakın zamanda İstanbul ve Antalya’da yaşanan intihar eden ailelerin haberleri yayıldı. Yine Anadolu’nun değişik kentlerinde işsiz kaldığı için, borcunu ödeyemediği için, evine ekmek götüremediği için intiharların yaşandığını görüyoruz. Çok üzücü durumlar yaşanıyor. Bir insanın kendi çocuğu ile birlikte kendi hayatına son vermesi, başka bir şeyle açıklanamaz. 
 
Bu kriz 2001 krizinden farklı bir kriz. O dönem bankacılık krizi falan vardı ama bu krizde toplumun tüm kesimleri etkileniyor. Çünkü herkes borçlu artık. Borcu olmayan vatandaş sayısı bugün çok az. Gelirlerde bir artış olmazken, hayat gittikçe pahalılaşıyor. İşte 2001’de sadece bankacılık sektörü ya da özel sektörün belli kesimleri hissederken, bu krizi ortalama vatandaş hissediyor. Dolayısıyla toplumsal etkileri çok ağır ekonomik süreçten geçiyoruz.
 
Tüm bu söylediklerinizle birlikte 2019 yılı 2020’ye ne aktarıyor ve ekonomi anlamında bizi neler bekliyor?
 
2020 yılında da ekonomik sorunların devam edeceği bir yıl olarak görüyorum. 31 Aralık gecesiyle birlikte sadece bir takvim yılı son bulacak, ekonomik sorunlar son bulmayacaktır.
 
Umarım 2019 yılından daha kötü olmaz. Bence 2019 yılında dibe vurduk. Kriz daha aşağı gitmiyor ama bir süre daha dipte yatay olarak serilecekmişiz gibi görünüyor. Şimdi iktisatta ‘baz etkisi’ diye bir şey vardır. Baktığınız ilk veri küçükse, ondan sonraki bir miktar artış, bir artışa yol açabilir. Baktığınızda 2019 yılında pek çok gösterge bozuk. Dolayısıyla kötü olan bir şeyin üzerine bir miktar iyileşme demek, çok iyi yere gittiğimiz anlamına gelmiyor. Bu sadece kötüden bir miktar iyileşme olur. Dolayısıyla 2020 yılında da ekonomik sorunların devam edeceği bir yıl olarak görüyorum. 31 Aralık gecesiyle birlikte sadece bir takvim yılı son bulacak, ekonomik sorunlar son bulmayacaktır.
 
MA/ Selman Güzelyüz