Berktay: Eril tahakküm kadınla toplumu teslim almak istiyor 2020-11-25 09:04:24 ANKARA - Toplumu aile etrafında şekillendirmeye çalışan AKP’nin bu sistem önünde engel olarak gördüğü kadını hedef aldığını belirten HDP Kadın Meclisi üyesi Ayşe Berktay, “Sisteme karşı duran kadınları tahakküm altına alarak, teslim almaya çalışıyor” dedi. Dünyada faşizm kıskacına karşı 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü dolayısıyla alanlara inen kadınlar, “başka bir dünya mümkün” diyerek patriarkaya karşı mücadele ediyor.    25 Kasım dolayısıyla bu haftaki söyleşimizde kadın mücadelesinin aktif savunucularından Ayşe Berktay ile konuştuk. 2010 yılında Kürt hareketine yönelik baskılara karşı Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) üye olan çevirmen Berktay, yıllardır Kürt kadın hareketi içerisinde mücadele ediyor.   Berktay, kadın mücadelesinin kazanımları ve buna karşı geliştirilen saldırılara dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.    Türkiye’de feminist hareketin çıkışı dünyada “ikinci dalga feminizm” hareketinin yayıldığı 1980’li yıllara tekabül ediyor. Ülke, o dönem ağır bir darbe süreci geçirmiş ve toplum üzerinden buldozerle geçilmiş durumdayken, kadınlar örgütlendi. O dönem nasıl bir kopuş yaşandı kadınlar açısından?   O dönem sol-sosyalist hareketler içerisinde yer alan kadınların, ön ayak olmasıyla feminist hareket başladı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrasında Türkiye’de ciddi bir yıkım yaşanmıştı. Dünyada gelişen feminizm dalgasıyla birlikte kadınlar, mücadele ettikleri örgütlerden topluma kadar kendi yerlerini sorgulamaya başlıyorlar. Bu sorgulama daha önce yapıldığı gibi de olmuyor. Birbirleriyle konuşarak, tartışarak yapıyorlar bu sorgulamayı. Kadınlar açısında artık eşitlik için mücadele etmenin yanı sıra erkek egemen sisteme, patriarkaya karşı mücadele etme öne çıkmaya başlıyor. Bu kadınların kendini tanıma, varlıklarını sorgulama ve anlamlandırma çabasını beraberinde getiriyor. Kadınlar geçmiş mücadelelerine dönüp baktıklarında ve birbirleriyle paylaştıklarında bir yüzleşmeye gidiyorlar. Ve bu yüzleşme, benzer şeyler yaşadıklarına dair bir birikim ortaya çıkarıyor. Kadınlar, bulundukları alanlarda dahi mücadelelerine denk bir yer ve söyleme sahip olmadıklarını görüyorlar.   O dönem kadınlar açısından pek çok şeyin sorgulandığı bir dönem oluyor. O dönem örgütlerden kopanlar, örgütler içerisinde kalıp, mücadeleye devam edip sonrasında kopanlar oluyor. Kadınlarda yaşanan bu bilinçlenme ve arayış, ilk dönemlerde sosyalist örgütler tarafından da mücadeleyi ‘bölme’ olarak tanımlanıyor. Bazı kesimlerde feminist harekete karşı ‘darbenin ortamından faydalandılar, onlara izin verildi, bize verilmedi’ gibi ötekileştirici ve düşmanca bir yaklaşım da ortaya çıkıyor.  Ancak kadınlar, mücadeleleriyle bu algıları zamanla yıktı.   Kürt kadınlar, bu feminist dalgadan etkilendi mi?   Kürt kadın mücadelesi, feminist çıkışla temas halinde ancak o dalga sebebiyle gelişmedi. Kürt kadınların mücadelesi, Kürt illerinde gelişiyor. Kürt kadınlarının yaşadığı zorluklar ve Diyarbakır Cezaevi’nde dayatılan işkence ile birlikte bir devinim içine yani özgürleşme mücadelesi içine giriyor. Kürt kadınlar, özgürleşme mücadelesini de çok ağır koşullarda veriyor. Özellikle 1990’lı yıllarda köyler yakılıp, boşaltıldığında, batıya göç etmek zorunda kalan Kürt kadınlar, zaten bir özgürleşme hamlesini yapmış ve mücadelesini yürütmüş vaziyette.    Türkiye kadın hareketinin, Kürt kadınların gündemini anlaması epey zaman aldı. Barış İçin Kadın Girişimi, birbirini tanıma ve birlikte çalışmanın önemli ayaklarından biri.    Peki, Kürt kadın hareketi ile feminist hareketin ortaklaşma süreci nasıl gelişti?   Bunun oluşabilmesi için biraz zaman gerekti. Kürt kadın hareketine elbette sosyalist hareketlerden gelen feministler içinde sıcak yaklaşanlar, yakın ilişki içinde olanlar vardı. Ama Türkiye sol hareketi içerisinde de gördüğümüz daha Kemalist ve ulusal çizgideki kadın hareketleriyle ilişki kurma zor oldu. Kadın mücadelesi daha kapsayıcı ve kucaklayıcı olmasına rağmen bazı noktalarda birliktelik zor oluyordu. ‘Savaşa karşı barış’ eylemleri, mücadelede ortak hareket etme öne koyulduğu zaman mesela kadınlar, ‘feminist mücadeleyi niye ilgilendirsin, bu genel bir mücadele alanı’ gibi yaklaşımlarda bulunuyordu. Türkiye kadın hareketinin, Kürt kadınların gündemlerinin kadın özgürlük mücadelesiyle ilişki kurduğunu anlaması epey zaman aldı. Eşit ilişki kurmak noktasına gelmek, mücadele ve karşılıklı emek vererek oldu.   Daha geniş ve özgürlükçü perspektiften bakan Türkiyeli feminist kadınların emeği, mücadelesi kendi çevrelerinde oldu. Ancak Kürt kadın mücadelesi, hep birlikte hareket etmeyi gündeminde tuttu ve bunu bir oya gibi işledi. Kürt kentlerinde kıyamet kopuyordu, kuyulardan kemikler çıkıyordu ama batıdaki kesimler bunu bir propaganda olarak algılıyordu. Bu kadar kutuplaşmanın olduğu bir ortamda Kürt kadınlar, hep batıdaki kadınları kentlerine davet ederek, konuşarak, orada yapılanları ve mücadeleyi göstererek, nasıl bir yol kat edildiğini anlattı. Birlikte mücadele ettikçe aynı şeylerde emek vererek, birbirini tanıdı. Barış İçin Kadın Girişimi, bu birbirini tanıma ve birlikte çalışmanın önemli ayaklarından biri oldu.   Kürtlere yönelik saldırıların yoğun olduğu 2010 yılında Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) üye olduktan sonra Kürt kadın hareketiyle tanıştınız. Bu mücadelede sizi etkileyen ne oldu?   2007 yılında olaylı geçen Diyarbakır Newrozu’nun ardından ilk kez 2008 yılında Newroz etkinliğine katılmak için Diyarbakır’a gittim. Newroz’un olaylı ya da zayıf geçeceği yönünde birçok söylenti vardı. Eski Newroz alanında yapılacak etkinliğe akın akın gururlu, kafasını dik tutan ve bir o kadar kararlı kadınların seller gibi aktığını gördüm. Alana gelene kadar birçok yolun kapalı olması ve bir dizi engellemeye karşın Kürt kadınlar, o kadar sakin ve kararlı bir şekilde ‘bir şeyleri aştık, artık bitti bunlar’ dercesine gelmesi beni çok etkilemişti.   Parti çalışmalarına katılmamla birlikte kadınların kendi içindeki ilişki, birbirini sahiplenmesi, dayanışma göstermesi, birbirini geride bırakmadan devam edebilme hali, eleştiri-özeleştiri ile kendini tamamlama ve geliştirmesi de etkilendiğim başka bir durum oldu. Kürt kadınların mahallelerde annelerle, kadınlarla kurduğu sıcak ilişki ile her türlü derde koşabilmeleri beni çok etkilemişti. Tabi 7 Ekim 2011 yılında tutuklanmam ardından cezaevi süreci de tanıklığımda etkili oldu. Sadece kadınların olduğu bir ortamı ilk kez orada yaşadım. Kadınların olduğu bir ortamda yaşamanın güzelliğini orada gördüm. Orada kadın yoldaşlığının en yoğun halini hissediyor ve yaşıyorsunuz.   Kürt kadın hareketinin Türkiye siyasetine kazandırdığı “eşbaşkanlık” mekanizması saldırı altında. Türkiye kadın hareketi, bu sisteme yönelik saldırılara karşı nerde durdu? Eşbaşkanlık, kadın mücadelesi için neden önemli?   Öncelikle, eşbaşkanlık sisteminin ne olduğunun anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Bunun sadece bir vitrin meselesi ya da göstermelik bir hadise olmadığının, anlaşılmaya değer bir şey olarak bir yere konulması gerektiğini düşünüyorum. Bugün atanan kayyımlarla birlikte eşbaşkanlık sistemi    suçlama konusu yapılıyor. Buna Türkiye kadın hareketinde de ciddi tepkiler geldi. Türkiye kadın hareketi, bu saldırının kadına dair her şeyi yok etmeyi amaçladığını, bu saldırının demokratikleşme ve özgürleşmeye yönelik olduğunu, saldırının her kademede kadın örgütlenmesinin sesine yönelik olduğunu daha iyi kavrıyor.    Eşbaşkanlık sistemi kadınlar için çok büyük bir güç kaynağı ve aslında kadın örgütünün yaratılması anlamına geliyor. Tek kişi eşbaşkan değil. Bütün bir yerel sistemdeki kadından bahsediyoruz. Eşbaşkanlık sistemi şu kadar kadın kurumu açıldı ya da şu kadar kadın görev aldı gibi rakamlarla ifade edilebilecek bir sistem değil. Bu sistemle kadınların hayatlarının nasıl değiştiğini, bu hayatlara nasıl değdiğimiz ve bu değişimin toplumsal yaşamdaki etkisinin nasıl çığ gibi büyüdüğünü anlatmamız gerekiyor. Bunu daha fazla anlatmalıyız. Hatta bunu erkeklerinde gündeme getirmesi lazım, kendilerinde nasıl bir dönüşüm yarattığı konusunda konuşması gerekir.   Tecrit, insanı çevresinden, ailesinden, haklarından her şeyden koparıp, hukuk dışı bir zemine mahkûm bırakma halidir. Bu hukuksuzluğa göz yumma hali sonuç olarak herkesi etkiler, nitekim bugün etkilerini görüyoruz.   Kürt kadınların mücadele alanlarından biri de PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit. Bu gündem birçok feminist tarafından da eleştiriliyor. Sizde benzer eleştirilerde bulundunuz mu? Kürt kadınların bu alandaki mücadelesine nasıl bakıyorsunuz?   Bu soruya yanıt olarak aslında yaşadığım iki olayı anlatarak başlamak istiyorum. Diyarbakır’ın kadın kenti ilan edildiği 8 Mart 2010 tarihinde Türkiyeli feminist kadınlarla birlikte kente gittik. Dağkapı Meydanı’nda çadırlar kurulmuştu. Orada kadınlarla meşaleli bir gece yürüyüşü yapacaktık. Gece saat 21.00 gibi kalabalık bir kadın kitlesi olarak meşalelerle yürümeye başladık. Kürt kadınlar, ‘Biji Serok Apo’ sloganı attı. 8 Mart’ta kadın yürüyüşü yapıyoruz, Sayın Öcalan ile ilgili sloganlar atılıyor. Yürüyüş sırasında ‘neden’ diye soruldu. Kadın kurumu ya da kadın hareketinden olmayan ancak Diyarbakırlı bir kadın, ‘Onun iradesi olmasaydı biz şuanda yürüyor olmazdık. Onun için atıyoruz’ dedi. Yani ‘Sayın Öcalan’ın desteği ve iradesi olmazsa biz burada yürüyor olamazdık’ dedi. Böyle açıkladı.   Yine İstanbul’da bir il yönetimi toplantısında söz aldım ve her konuda Sayın Öcalan lehine slogan atılması eleştirisinde bulundum. ‘İnsanlar irkiliyor, neden bu sloganı atıyorsunuz. Başka bir slogan geliştirilemiyor mu?’ diye sormuştum. O zaman bu eleştiriyi yaptığımda kimsede bana bir şey dememişti. Açıklama filanda kimse yapmadı. O zamanlar ‘Böyle bir durum var ve insanlar da irkiliyor. İnsanları ürkütmemek daha iyi olur’ diye düşünüyordum. Çok yıllar sonra tecritle ilgili kampanyalar yapılırken yine benzer bir tartışma oldu. Ancak ben artık şu noktaya gelmiştim; tecrit dediğin şey sadece bir kişiye uygulanmıyor. Tecrit aslında kadına uygulanıyor. Kadınlar, insanlar yalnızlaştırılıyor. Kürtler yalnızlaştırılıyor. Tecrit sonuçta topluma yayılmış durumda. Kürt kadınlar için Sayın Öcalan üzerindeki tecride karşı mücadele etmenin iki anlamı var. Bir tanesi kendisine yoldaşlık etmiş, ön açmış, siyasi iradesini ortaya koyarak, aşılmaz denilen şeyleri aşmasına destek olmuş ve bu bir lidere karşı duyulan saygı ve borçtur. Onu sahiplenme ve bunu anlatma ihtiyacıdır. Kadın özgürleşmesini bir toplum ve hareket için taşıdığı öneme dair hiç kendini öne koymayan, topluma gelişme yolunu açmaya çalışan bakış açısı, perspektif ve felsefe var. Burada illa her an her dakika işaret etmemek gerekmeyebilir ama oradaki tecride karşı çıkılması mutlaka gerekir. Benim ilk zamanlarda söylediğim ‘insanları tedirgin etmeme’ meselesi ise aslında insanlara söyledikçe tedirginlik azalıyor. Herkes Kürt kadının, kadın cinayetlerine, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına karşı nasıl mücadele ettiğini biliyor. Tecride karşı mücadele ettiğinde de bunun bir sebebi olduğuna dair düşünmeye başlıyor. Türkiye halklarına bunu düşündürtmek önemli bir şey.    Bu meselede bir diğer önemli nokta da, Kürt kadınlar aslında var olan tecridin topluma yayılmaması içinde mücadele ediyor. Tecrit, insanı çevresinden, ailesinden, haklarından her şeyden koparıp, hukuk dışı bir zemine mahkûm bırakma halidir. Tamamen hiçbir hukukun geçerli olmadığı kara delik gibi bir yer haline gelir. O hukuksuzluk, hukuk dışı alana göz yumma, müsamaha hali sonuç olarak herkesi etkiler, nitekim bugün etkilerini görüyoruz. Kürt kadın hareketi, sadece ‘tecrit kalksın, özgürlük olsun’ dediği zaman bu işin olmayacağının ve bunun bir mücadele sonunda olacağının da farkında. O yüzden hedefi şaşırmamak, doğru deklare etmek önemli.   Kadın mücadelesinde cins bilincinin önemi nedir?   Cins bilinci dediğimiz şey, bir cins olarak kendinin bilincine varma, erkekliği sorgulamadır. Bir kadın olma, kadınlık değerleri, kadın mücadelesini anlamlandırma, erkeklikle yüzleşme, erkeklerde erkekliği bilince çıkarma ve bununla yüzleşmelerini sağlama mücadelesi. Çünkü kadının alt edilmesi, kadın değerlerinin yok edilmesi dediğimiz şey erkekliğin ortaya çıkmasıdır. Kadının alt edilmesini bir kırılma dönemi olarak ele alırsak, cinsinin bilincine varmak, neler yaşadığının bilincine varmak demektir. Bozulan bir şeyi bozulduğu yerde düzeltmeye başlamak demektir. Bunun için cins bilinci çok önemlidir. Cins bilinci cins dayanışmasını getirir. Erkek egemen sistem ve buna tabi olan erkeklik kodlarıyla kadınlar arasındaki sorunun farkına varmak aslında kadınların yaşadığı ortak sorunlardan çıkışın ortak mücadeleyle olacağının farkına varmak demektir.   Erkek, iktidarını korumak için hep kadınlardan müttefikler almaya çalışır. Böylece kadınların dayanışmasını ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bu ancak cins bilincine varmak ve bunları görmekle mücadele edilebilecek bir durum. Kürt kadın hareketi, bunu vurgulayarak önemli dediğimiz bir özgün örgütlenmesini yapıyor. Ayrı bir yerde kendi sesini, örgütünü yaratmaya çalışıyor.    AKP, toplumu aile etrafında şekillendirmeye çalışıyor. Kurmak istediği sistem önünde de kadınları büyük bir engel olarak görüyor.   İktidar, 18 yıl boyunca kadın kazanımlarını hedef aldı. Öyle ki Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi dahi gündeme getirdi. Bu saldırıların altında yatan nedenler ne?   AKP, kadınları kendi tarif ettiği bir alana hapsetmek istiyor. Kadın kavramını bir tarafa bırakarak, aile kavramını öne çıkarmaya çalışıyor. Toplumu aile etrafında şekillendirmeye çalışıyor. Özgürlük için mücadele eden, kendi yaşamına dair karar vermeye teşebbüs eden tüm kadınları da ‘fitne’, ‘fesat’ unsuru, alt edilmesi gereken bir engel olarak görüyor. Kurmak istediği sistem önünde kadınları büyük bir engel olarak görüyor. AKP iktidarı, kulluğun, köleliğin ve tabi olmanın hâkim olduğu bir sistem kurmaya çalışıyor. Bunun adımlarını da buna karşı mücadele eden, teslimiyeti kabul etmeyen kadınları da tahakküm altına alarak teslim almaya çalışıyor. Bu aslında toplumu teslim alma projesinin bir parçasıdır. Kadınlar buna karşı sürekli ses çıkaran, itiraz eden olduğu için hedef alınıyor. Sürekli mücadele ettikleri içinde sadece kadınlar hedef alınmıyor, bir diğer hedef alınma sebebi ise onların kurmaya çalıştığı o aileye dayalı toplum sistemini alt edebilecek, bozabilecek, çarkına çomak sokacak bir güce ve potansiyele sahip olduğu içinde kadınlara saldırıyor. Toplumu ‘zapturapt’ altına aldım demek için ilk olarak kadınları ‘zapturapt’ altına alması gerekiyor. İktidar, devletin çekirdeğini aile olarak tanımlıyor.    Bu konuda kadınların yanı sıra kendini sol, sosyalist ve yurtsever olarak tanımlayan erkeklere de iş düşüyor. İktidarın kurmak istediği yeni rejime karşı erkeklerde kadını eve kapatan, kadının özgürlüğünü, karar verme hakkını engelleyen bir konuma düşmemeli. Bilinçli ya da bilinçsiz, gönüllü ya da gönülsüz iktidarın aile tanımını kendi ailesinde, işyerinde, okulunda hayata geçiren erkekler de aynı zihniyete yardım ediyor. Kadına bu doğrultuda yaklaşım iktidara hizmet anlamı taşır.    Küresel ölçekte cinsiyetçilik, kadın karşıtlığı ve faşizmin yükselişe geçtiği bir dönemde, nasıl bir mücadeleye ihtiyaç var?   Küresel ölçekte yükselen sağcı, faşist ve kadın düşmanı saldırılara karşı kadınlar mücadele konusunda dünya ölçeğinde epey adımlar attılar. Farklı kıtalardan, farklı ülkelerden kadınlar, birbirilerinin sıkıntılarını, mücadelelerini, başarılarını yakından takip ediyor ve ağlar oluşturdular. Kadınlar birbirleriyle iletişim halinde olmak için çaba sarf ediyorlar. Saldırılara karşı topyekûn bir mücadele gerektiğinin farkında ve bu konuda paslaşıyor. Bu çok önemli bir şey. Bunun daha organize bir hale gelmesi fikri var, pandemi dolayısıyla biraz aksamış olabilir. Bu konuda en ısrarcı olan da Kürt kadın hareketi. Kürt kadın hareketi, hayal edilen kadın özgürlükçü toplumun kurulması için faşist dalgaya hep birlikte durmak için bir çaba içerisinde. Kadınlar açısından bir adım atılmadan başka bir şey için adım atılmayacağını bildiği için mücadelesinde de ısrar ediyor.   Her türlü baskı ve zora karşı alanlarda olan, isyanını yükselten bir kadın muhalefeti var. Bu muhalefetin dönüştürücü gücü tüm topluma nasıl yayılabilir, bunun için neler yapılmalı?   Bu soru aslında nasıl evde bütün işler kadınların üstüne yıkılır, burada da bütün işler kadınların üzerine yıkılıyormuş gibi bir duygu uyandırıyor. Kadınların tek başına bunu yapması zor. Toplumsal dönüşüm olması için herkesin bu işe güç katması gerekir. Tabi ki, kadın mücadelesinin dönüştürücü gücü, insanları sarsıcı, kendine getirici ve temel kriterleri, ilkeleri ortaya koyma gücü çok fazla. Bu konuda daha fazla kadının hayatına değip, etki etmek gerekiyor. Bunun temelinde de örgütlenmek gerekiyor. Kadınlar Birlikte Güçlü böyle bir potansiyele sahip bir ortaklaşma oldu. Ancak mevcut hali dönüşümü ve gücü sağlamak için yeterli değil. Ortaklaşılan ve herkesi kapsayan bir kadın koordinasyonuna ihtiyaç var. Buda aslında hareketlenme ile ortaya çıkabilir.   Şiddet bir yandan en yakınımızdan gelirken, diğer yanı ise devletten geliyor. Özgürlük ve şiddetsiz bir dünya için hep birlikte mücadele edeceğiz.   Son olarak 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü kapsamında kadınlara nasıl bir mesaj vermek istersiniz?   Kadınlar, 25 Kasım’da şiddete karşı duruşlarını, mücadele iradelerini sokaklarda hep birlikte haykırmalı. Şunu bilmeliyiz ki kadına yönelik şiddet bir yandan en yakınımızdan geliyor ancak bir diğer yanı ise devletten geliyor. Devletin kadına yönelik şiddeti sadece işkence yapması ya da öldürmesi değildir. Devletin en büyük şiddeti kadınların eşitlik, özgürlük talepleriyle, yaşamları, bedenleri üzerinden söz ve karar haklarını ellerinden almak için attığı adımlardır. Tek adam rejiminin kendi diktatörlüğünü hem devlet üzerinden hem de aile yapısı üzerinden topluma yaymasına karşı örgütlü ve ortak mücadele iradesi ortaya koymak gerekir. Özgürlük ve şiddetsiz bir dünya için hep birlikte mücadele edeceğiz.   MA / Berivan Altan