HDP Kadın Meclisi: Tecridin kaldırılması kadınların da talebidir 2021-02-04 11:04:03   ANKARA - HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, tecride karşı başlatılan açlık grevi eylemlerinin 70’inci gününde olduğunu hatırlatarak, “Tecridin kaldırılması kadınların da talebidir” dedi.   Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, parti Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. Cezaevlerinde devam eden süresiz-dönüşümlü açlık grevi eylemine dikkati çeken Başaran, “Bu ülkede 70 gündür tutsaklara bedenlerini açlığa yatırıyorlar, hukukun uygulanmasını bekliyorlar. Bu nefret, savaş ve kayyım siyasetinin son bulması için seslerini yetkililere ulaştırmaya çalışıyorlar. Haklı bir mücadele veren tutsakların Sayın Öcalan üzerinde uygulanan ama bütün Türkiye’ye yaygınlaştırılan ve yönetim biçimi haline gelen tecridin kaldırılması talebi bizim de talebi bizim de talebimizdir, kadınların ve Kürt halkının talebidir, Türkiye halklarının talebidir” dedi.   Tutukluların taleplerinin derhal karşılanması çağrısında bulunan Başaran, “Bu talep en temel hukuk kuralının uygulanması anlamına gelir. İktidar uzun süredir bunu uygulamamaktan, anayasayı askıya almaktan vazgeçmemekte ama tekrar kendilerine çağrı yapıyoruz. Yaptığınız suçtan dönün. Bu suçtan vazgeçin. Bu ülkede her gün biraz daha uçurum kenarına etmekten vazgeçin. Bu çağrıyı bir kez daha yenilemek istiyoruz” diye belirtti.     ÖĞRENCİLER HEDEF GÖSTERİLDİ   Boğaziçili öğrencilerin talepleri ve öğrencilere yönelik baskılara ilişkin de Başaran, öğrencilerin demokratik tepkilerine karşı iktidarın kirli siyasetinin devreye girdiğini belirtti. Başaran, şöyle devam etti: “Günlerdir Boğaziçi'nde öğrenciler kayyım rejimine, kayyım rektöre karşı demokratik tepkilerini ortaya koyuyorlar. Günlerdir bir kayyım cumhuriyetine dönen bu ülkede hukukun, adaletin uygulanmasını, liyakate göre rektörlerin belirlenmesini, üniversitelerin özgür ve özerk olmasını, üniversitelerin iktidarın ideolojik alanına çevirmek isteyen politikalardan vazgeçilmesi için demokratik tepkilerini ortaya koyuyorlar. Tabi iktidar her defasında yaptığı gibi burada da benzer yöntemleri kullanmaya devam etti. Ne zaman halk, gençler, kadınlar demokratik tepkilerini ortaya koymaya çalışsa iktidarın kirli siyasetini, ülkeyi uçuruma sürükleyen tekçi rejimine karşı ses yükseltse hedef haline getirildi. Terörist oldu ya da en son Boğaziçi Üniversitesi’nde olduğu gibi sapkın olarak değerlendirildi, hedef gösterildi, nefretin bir tarafı haline getirildi. Bu iktidar uzun süredir son 5 yıldır kendini nefret siyaseti üzerinden var ediyor. Bugün bu nefret siyasetinin hedefi LGBTİ bireyler haline getirildi.”   ‘MESELE İNANÇ DEĞİL’   Başaran, öğrencilerin hedef alınmasının temelinin inanç olmadığına dikkat çekerek, “Çünkü iktidar uzun süredir inancı kendi politik çıkarlarına göre kullanmaya devam ediyor. Biz esas nedenin, orada kurulmak istenen kayyım rejimine karşı mücadele eden gençler olduğunu biliyoruz. Bu gençler, özellikle İçişleri Bakanı ve parti yetkilileri tarafından hedef gösterildikten sonra gözaltına alındı, odada kilitlendiler, çıplak aramayla yüz yüze bırakıldılar. Hani çıplak arama yoktu? Çıplak arama yok diyen iktidara Başak Yeşilot gözaltındayken maruz kaldığı uygulamayı kendilerine tekrar hatırlatıyoruz. Başak, gözaltında cinsiyetçi küfürlere maruz kaldı ve iktidar bunu da bir yöntem olarak kullanmaya devam ediyor” ifadelerinde bulundu.   ANKARA’NIN GÖBEĞİNDE KAÇIRILDILAR   Boğaziçi öğrencilerin yanında olduklarını açıklayan Başaran, açıklamasını şöyle sürdürdü: “İktidar ülkeyi kayım rejimine çevirmekten vazgeçsin, gençleri farklıları hedef haline getirmekten vazgeçsin. Esas suç budur. Örgütlenme suçu olarak kabul edilemez. İmzaladıkları uluslara sözleşmelere hepsinin uyması gerekir. İçişleri Bakanı kendini yasanın üstünde, uluslararası sözleşmelerin, Anayasanın üstünde gören bir şahsiyet haline geldi. Paralel bir yapının başkanı haline geldi. Sosyal medyada farklı kimlikleri hedef haline getiriyor. Bir taraftan da birkaç gün önce Ankara’nın göbeğinde partimize dönük genç arkadaşlarımız kaçırmaya kaçırtmaya devam ediyor. Biz 1 Şubat’ta Ankara’da genç arkadaşlarımızla bir toplantı yaptık. Sonraki gün iki genç arkadaşımız Ronda Bat ve Sultan Taş arkadaşlarımız sokak ortasında Ankara’nın göbeğinde ülkenin başkentinde büyük bir kalabalığın içinde kendilerine polis diyen kişilerce kaçırıldı, dakikalarca şehirde gezdirilip küfürler, tehditlere ajanslaştırma dayatmalarına maruz kaldılar.   GELİN BİZE SORUN   Özellikle sordukları bir sorunun cevabını biz vermek istiyoruz. Ankara’ya niye geldiniz. Ankara’da ne konuştunuz? Bizim gizlimiz saklımız yok. HDP Kadın Meclisi olarak toplantıda konuştuklarımız kürsüde, meydanda, meclislerde ifade ediyoruz. Sizin kurduğunuz cinsiyetçi, militarist iktidara karşı nasıl mücadeleyi yaygınlaştıracağız, onu tartışılıyor. Bu mücadeleyi nasıl yaygınlaştırabileceğimizi tartışıyoruz. Genç arkadaşlarımız ve kadınlarla bu ülkeyi sizden nasıl kurtarabileceğimizi konuşuyoruz. Eğer merak ettikleri bir şey varsa gelip bize sorsunlar. Ama bu kişiler çetevari yöntemlerle her gün gençleri kaçırmaya devam ediyor.   KİM BU ‘GÖRÜNMEYENLER’   Biz bu yapıları 90’lı yıllardaki JİTEM’den, Cizre'de, Nusaybin'de, Silopi'de Esedullah timinden ve en son kendilerine ‘görünmeyenler’ adını verenlerden biliyoruz. İktidarın bu konu ile ilgili en kısa zamanda açıklama yapması lazım. Kim bu görünmeyenler, hangi yapı ile bağlantılı? Neden genç arkadaşlarımızı çetevari bir yöntemle kaçırıyor? Bu ülke hukuk devleti mi, çete devleti mi? Bunun cevabını verecek olan iktidardır. Polis ise görünmeyenler, bu sorunun cevabını verecek İçişleri Bakanı'dır. Kendini sürekli kadınların, Kürtlerin karşısında konumlandıran İçişleri Bakanı bu konuda hesap vermek zorundadır. Demokratik yollarla siyaseten yenemediği rakiplerini kirli yöntemlerle alt etmeye çalışmaktan vazgeçmelidir.   GÖKKAN ÖNCÜLÜK YAPMAKTAN VAZGEÇMEDİ   İktidarın kirli yöntemlerinden biri kaçırma, nefret söylemini yaygınlaştırmak, hedef göstermekken, bir taraftan da yargının nasıl iktidarın söylemine göre kararlar verdiğini geçtiğimiz hafta bir kez daha gördük.  Ayşe Gökkan arkadaşımız, bütün yaşamını kadın mücadelesine vermiş bir arkadaşımızdır. 83 kez gözaltına alındı, hakkında yüzlerce dava açıldı. Ama Ayşe Gökkan kadın mücadelesini yürütmekten, bunun öncülüğünü yapmaktan vazgeçmedi. Ayşe Gökkan kaçmadı, gizli bir iş çevirmedi, açık ve aleni bir biçimde dikildi iktidarın karşısına, ‘ben devlete tapmak zorunda değilim’ dedi. Verdiği ifadede bunları çok net söyledi: ‘Ben kadınım, Kürd'üm, devlete tapmak zorunda değilim, mücadelemden vazgeçmeyeceğim’ diyerek, yargının kendisini yargılamaya haddi olmadığını, asıl yargılanması gerekenin AKP- MHP iktidarının yürüttüğü cinsiyetçi politikalar olduğunu bir kez daha yüzlerine vurdu.   KATLEDİLSEYDİ ERKEK YARGILANMAYACAKTI   Bu aynı cinsiyetçi, erkek yargı, AKP-MHP iktidarının politikalarını gerçekleştirmek için araç haline gelmiş, bağımsızlığını yitirmiş bu yargı geçen hafta, Melek İpek ile ilgili de müebbetle yargılanması üzerine iddianame hazırladı. Melek özsavunmasını yaptığı için şu anda müebbetle yargılanıyor.  Ama Melek katledilseydi, bugün daha büyük bir işkence ile yüz yüze kalsaydı erkek yargılanmayacaktı. En iyi örneklerinden birini söyleyeceğim. Bunun gibi iktidarın nasıl cinsiyetçi davrandığına dair çok sayıda örnek var. Midyat'ta Şeyhmus Altınkaynak'ın uzun namlulu silahla saldırdığı üç kadından ikisi hayatını kaybetti. Saldırı sonrasında gözaltına alınan Şehmus Altınkaynak daha önce cinayet işledi ve 8 yıl cezaevinde kaldığı belirlendi. Bu kişiye ne oldu biliyor musunuz? Müebbetle yargılanmadı, hayatı boyunca cezaevinde kalmadı. Çünkü iktidar kadınların cezalandıran, erkekleri aklayan bir sistem kurdu. Tıpkı Nisan ayında, Meclis’te kadına ve çocuklara karşı suç işleyen çetelerin, Alaattin Çakıcı gibilerin tahliye edildiği insanların tahliye edildiği yasa kapsamında serbest bırakıldı.   KARŞINIZDA DİKİLMEYE DEVAM EDECEĞİZ   İşte Türkiye'deki hukuk ve cinsiyetçi yargı. İşte Türkiye’de kadınlara reva görülen yaşam. Biz tam da bunların karşısında erkek adaleti değil, gerçek adaleti savunmak. Adaletin erkekleri aklamak olmadığını ifade etmek için başlatılan kampanyanın bir parçası olarak alanlarda olacağız. Biz kadınlar gerçek adaleti hep beraber kuracağız. Bütün farklılıklarımızla sizin bu erkek egemen sisteminizi sarsmaya devam edeceğiz. Ayşe Gökkan gibi Leyla Güven gibi ve cezaevindeki daha binlerce arkadaşımız gibi sizin karşınızda dikilmeye devam edeceğiz.   ÖRGÜTLENELİM   Buradan bütün kadınlara da sesleniyoruz. Her defasında bu çağrımızı yenilemeye ısrarla devam edeceğiz. Çünkü kurtuluşumuz tek başımıza olmuyor. Tek tek kendimizi savunduğumuzda bu yargılamalarla karşı karşıya kalıyoruz. Örgütlenelim, örgütlülüğümüzü büyütelim. Bir araya gelelim, el ele verelim. Bizi yalnızlaştırma politikalarına karşı ortak sesi yükseltelim. Emin olun ki iktidar güçlü olduğu için bize saldırmıyor. İktidar, çıkmazının sonuçlarını yaşıyor. Bu çıkmazı, kendi sonunu getirecek.   ORTAK MÜCADELE   Kadınlar mücadele etmekten vazgeçmemeli. Daha önce de bu cins kırım haline gelen, kadın kırımı haline gelen kadına yönelik şiddet ve saldırılara karşı belli platformlar çağrılar yapmıştı. ‘Meclis olağanüstü toplansın, bu konuda tedbirler alsın’ diye. Evet, Meclis’in olağanüstü toplanması bu kadın kırımına karşı acil eylem planı çıkarması önemli ama Meclis’i harekete geçirecek en büyük güç biz kadınlarız. Çünkü bugün Meclis de bu erkek egemen bakış açısı tarafından yönetiliyor. Biz oradayız. HDP Kadın Meclisi olarak Meclis’te de mücadelemizi devam ettireceğiz. Ama alanlarda, sokaklarda meydanlarda, yani yaşamın tüm alanında mücadele ederek başaracağımıza inanıyoruz. Onun için direnen her kadın bizim için önemli. Tam da bu nedenle bizi ayrıştırma siyasetine karşı bir arada olma iradesini gösteren her kadın bizim için önemli. Vazgeçmeyen bütün kadınlar bizim için kıymetli ve önemli. Gelin hep beraber birbirimizin sesine ses verelim, bu kadın düşmanı siyasete karşı, farklılıkların düşmanı siyasete karşı ortak bir mücadele yürütelim. “   ANAYASA AÇIKLAMASI   Açıklamaları ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başaran, Anayasa tartışmalarına dair yeni bir anayasanın gerekli olduğunu belirtti. Ancak bu anayasanın demokrasinin yol ve yöntemleriyle yapılması gerektiğini vurgulan Başaran, “İktidar ve ortağının hazırladığı bir anayasaya destek sorunları derinleştirir. Demokratik bir ortamda tartışılarak, bir anayasa yapılır” dedi.   Başaran, Kürt sorunun Türkiye’nin en önemli sorunların başında geldiğini vurguladı. Kürt sorununun çözümü için her dönemde yapılacak yol ve yöntemleri dile getirdiklerini anlatan Başaran, “Bugün Türkiye’de büyük bir hukuksuzluk var. Cezaevindeki siyasi tutuklular Kürt sorunun çözümü için bir çağrı yapıyor. Sayın Öcalan üzerinde ve Kürt sorununun çözümü üzerinde derin bir tecrit var. Her şeyden önce Sayın Öcalan üzerinde uygulanan tecridin kaldırılması gerekiyor. Kürt halkının inkarı ve asimilasyon politikalarına son verilmelidir. Yakın zamanda demokratik bir anayasa taleplerimizi kamuoyu ile paylaşacağız” diye belirtti.