Bir mücadele hikayesi 2021-07-26 09:03:01 ANKARA - Boşandığı erkeğin, çocuğuyla intihar ederek cezalandırmaya çalıştığı avukat Gülnihal Ağırer, dayanışma ve kadın mücadelesiyle ayakta kalmayı başarabildi. Yüzünden eksik olmayan gülümsemeyi Ağırer, “Hayata karşı bir savunma mekanizmam” diye ifade etti. Erkekler, her alanda şiddet uyguladıkları kadınları "cezalandırmak" amacıyla son dönemlerde farklı bir yönteme başvuruyor. Bu yöntemin hedefinde ise çocuklar bulunuyor. Kadınların var olma mücadelesini tehdit olarak gören erkekler, kendileriyle birlikte çocuklarını da öldürerek eşlerini ya da boşandıkları kadınları suçlu hissettirerek, cezalandırmayı amaçlıyor. Bayburt’ta çocuklarının velayeti boşandığı eşine verilen bir erkek, 20 Aralık 2020 tarihinde iki çocuğunu öldürdükten sonra intihar etti. Yine İstanbul’da iş insanı Cüneyt Yılmaz, 22 Nisan’da 14 yaşındaki kızı Zeynep Yılmaz'ı öldürdükten sonra intihar etti. Geride bıraktığı intihar mektubunda ise evli olduğu kadını suçladı.    BİR MÜCADELE HİKAYESİ    Çocuğunun yokluğuyla cezalandırılmak istenen kadınlardan biri de Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkan Yardımcısı Avukat Gülnihal Ağırer. Boşandığı erkek Aralık ayında 3 yaşındaki çocuğunu da yanına alarak intihar etti, ardında bıraktığı intihar mektubunda da Ağırer’i suçladı. Yaşadıklarının üzerinden kadın dayanışmasıyla gelebilen Ağırer, mücadeleyle ayakta kaldı. Ankara’da 1984 yılında dünyaya gelen Ağırer, yaklaşık 11 yıldır avukatlık yapıyor. 2015 yılında evlenen Ağırer, yaklaşık bir buçuk yıl sonra bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Ev içerisinde yaşanan tartışmalar artınca 2017’de anlaşmalı olarak boşandı. 2021 yılına bir gün kala çocuklarını da alıp arabayla intihar eden eski eş, geride bıraktığı mektubunda yaşananların sorumlusu olarak Ağırer’i gösterdi.    Ağırer, evlilik sürecini, yaşadıklarını ve verdiği mücadeleyi Mezopotamya Ajansı’na (MA) anlattı.   BOŞANMA SÜRECİ   Boşandıklarında çocuklarının 2 buçuk yaşında olduğunu belirten Ağırer, “Tartışmalarımız oluyordu ben de bu kavga gürültü içinde çocuk yetiştirmek istemedim. Sonra boşanmaya karar verdik ve anlaşmalı boşandık. Sonrasında ise pandemi girdi araya. Çocuğu alıp dışarıda vakit geçiremediğinden sıklıkla evimize gelip çocukla birlikte vakit geçiriyordu. Akşam yemek saatine denk geldiğinde kızımızla vakit geçirebilmesi için sofra kuruyordum, birlikte yemek yiyorduk. Çocuğumuzu görmek için talepte bulunmasına gerek kalmadan ben görüştürüyordum. Bütün amacım kızımın baba eksikliğini hissetmemesiydi. Baba figürüyle olan ilişkisinin doğru oturması, ileride de yanlış bir seçim yapmamasıydı” diye belirtti.    İNTİHAR MEKTUBU    İntihar gününe dair ise Ağırer, şunları anlattı: “2021’e bir gün kala bana çocuğu annesine götürmek istediğini söyledi. Arabamı istedi, otobüse dolmuşa binmemek için. Yılbaşından sonra iş bulacağını, İstanbul’a iş görüşmesine gideceğini söyledi. ‘Bir daha babaannesiyle görüştürmem zor olur, arabayı ver götürüp, getireyim. Bundan sonra senin için iyi bir arkadaş, kızım için iyi bir baba olmaya çalışacağım. ’ dedi. Ben de diretmedim çocuk da zaten babaannesini, halasını seviyor, gitsin görsün diye düşündüm. O gün kreşin önünde buluştuk. Babasını çok seviyordu. Birlikte arabaya bindiler, anahtarı verdim, ayrıldım. Kaldırıma çıktım el salladım gidiş o gidiş. Evde yılbaşı için kurabiye yapıyordum o sırada jandarmadan telefon geldi. Gölbaşı yolunda bir TIR'a arkadan 200 hızla çarpmış ve hiçbir fren izi yok. Ertesi gün evinde bıraktığı intihar mektubunu bulduk.”   CEZALANDIRMAK İÇİN…   Geride bırakılan mektupta suçlanan Ağırer, “Çok klasik ataerkil bir yaklaşımla boşandıktan sonra hayatıma devam etmemin, iyi olmamın, iyi görünmemin onda yarattığı bir takım şüpheler, kuşkulardan bahsetmiş. Çocuk yetiştiren bir kadın olarak tek başıma ayaklarımın üzerinde durmamın onu ne kadar rahatsız ettiği, başka erkeklerle ilişkimin olması ihtimaline binaen yazılmış cümleler. ‘Çocuğu bu şekilde sen tek başına yetiştirmeyeceksin benim kızım benimle gelecek’ şeklinde ataerkil bir zihniyetle beni cezalandırmak için yapılmış bir hareket. Amacı hayatımı mahvetmek, bundan sonra hayatı bana yaşanmaz hale getirmekti” diye anlattı.   ŞİDDET SİNYALLERİ   Evliliği süresince maruz bırakıldığı duygusal şiddeti Ağırer, şöyle tarifledi: “Aslında duygusal şiddet yaşayan her kadın gibi ben de kendime şunu söyledim, ‘bana hiçbir zaman fiziksel şiddet uygulamadı’ sanki bununla kendimi iyi hissediyordum. Oysaki ciddi bir duygusal şiddet mağduruydum. Zaman zaman kariyerimle ilgili olumsuz yorumları, zaman zaman dikkatsiz olduğumla ya da ihmalkâr olduğumla ilgili abartılı yorumlarıyla duygusal şiddet uygulayarak, beni baskı altına aldığını daha sonra fark ettim. Dolayısıyla evet fiziksel şiddete hiç uğramadım ama psikolojik ve duygusal şiddete çok uğradım. Aslında bir evin içinde durup dururken yükselen bir ses bile ki doğrudan sizinle ilgili olmasına da gerek yok, bir başkasıyla kavga ederken telefonun fırlatılması, eşyanın kırılması bunlar o kişinin şiddete eğilimli olduğunu gösteren belirtiler. Bunu bir nesneye yapması size de yapabileceğinin bir göstergesi. Dolayısıyla psikolojik şiddetin sinyallerini de çok ciddi okumak lazım. ‘Hiçbir zaman fiziksel şiddete uğramadım’ diye kendimi güvende hissederken, aslında olayın en sonunda hem fiziksel hem de duygusal şiddete maruz kaldım.”   İntihardan sonra zor günler geçirdiğini ve hala da zorlandığını kaydeden Ağırer, “Hem yakın çevremden, dostlarımdan hem de tıbbi olarak psikiyatristten destek alıyorum. Ne yazık ki gerçekten hasta olanlar tıbbi tedaviye erişemedikleri için biz ikincil mağdur olarak bu tedaviden yararlanarak, kendimizi iyileştirmeye çalışıyoruz.  Hala çok zorlanıyorum ama hala hayattaysam demek ki burda yapmam gereken şeyler var. Demek ki bu dünyada benim de bir görevim var ve bunu tamamlayana kadar elimden gelenin en iyisini yapıp, burada kalacağım. Dolayısıyla başta kendi hayatımı daha sonra da diğer insanların hayatlarına bir şeyler katarak, üreterek iyileştirme çabası içinde hayatıma devam edeceğim” dedi.   DAYANIŞMANIN GÜCÜ   Olayın ardından çevresinden gelen dayanışmanın önemine değinen Ağırer, “Çünkü insan olan herkesin yüreğinde hissedebileceği bir acı. Umarım bir daha dünyada hiçbir insan böyle bir acı yaşamaz. Bu süreçte yalnız olmadığımı hissettim. Ayakta kalabilmemde çok etkisi oldu aldığım taziyelerin. Hayatımın çok büyük bir alanını kızım kaplıyordu. Sabah evden birlikte çıkıyorduk onu kreşe bırakıyordum akşam eve dönerken, kreşten alıyordum, hafta sonları da dahil sürekli birlikteydik. Annem ve babam da yaşlı insanlar olduğu için çocuğumu emanet edip, sosyalleşebileceğim bir ortam pek yoktu. Şimdi hayatımın çok geniş bir alanı boş kaldı. Bununla baş edebilmek için kendimi işe, diğer kadın ve çocuklara faydalı olabileceğim aktivitelere verdim. Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi’nde aktif olarak çalışıyorum. Bu iyi hissettiriyor” ifadelerini kullandı.   ATAERKİL KODLAR   Aldığı destekle kendisini şanslı hissettiğini belirten Ağırer, “Ama bu toplumda yaşıyoruz ve toplumun kültürel kodları hepimizin bilinçaltında. Biri bu olayı öğrendiğinde, ‘bu kadın ne yapmış olabilir ki adam bu kadar delirmiş’ der diye düşündüğüm oldu. Herkesin kafasında böyle bir soru işareti olabilir? Ama bu soru işareti aslında bizim gerçek soru işaretimiz değil. Toplumun, ataerkil kültürün bize yüklediği bir program aslında.  Bunun bir sebebi olabilir mi? Ne kadar kötü bir şey yapmış olursa olayım, ne kadar kötü bir şeyle karşılaşılmış olursa olsun bir çocuğun canına kıymaya, bir kadının geri kalan ömrünü mahvetmeye değer mi? Asla değmez” diye belirtti.    ÖZSAVUNMA ŞART   Üniversite yıllarında kadın mücadelesiyle tanıştığını söyleyen Ağırer, bundan sonraki amacını şöyle anlattı: “Şuan elimden gelen tek şey dezavantajlı durumda olan insanlara, kadınlara yardımcı olmak. Bu bana iyi geliyor. Şiddet mağduru olmak için ekonomik ve eğitim olarak belirli bir seviyenin altında olmak gerekmiyor. Okumuş, iyi bir aileden gelen, çok geniş sosyal çevresi olan, yüksek statüdeki kadınlar da partnerlerinden ya da yakın aile bireylerinden psikolojik ve maddi şiddet görebiliyorlar. Önemli olan yaşadığı şeyin bir fiziksel yada psikolojik bir şiddet olduğunun farkına varmak ve bu şiddet döngüsünü kırabilmek. Bu sadece hukuki yollarla çözülebilecek bir problem değil. Aslında insanların kendisini psikolojik ve bireysel olarak güçlendirmeleri gerekiyor. Kendi donanımlarını sağlam kurmaları gerekiyor ki ayakları üzerinde durabileceklerine dair inançları olsun. Yoksa maddi olarak olanakları olan kadınların bile sırf duygusal nedenlerle şiddet gördüğü, aldatıldığı adamlardan ayrılmadığını görüyoruz.  Bunlar hep başka noktalarda eksikliklerimiz olduğunu gösteriyor. Kadınlar özsavunma mekanizmalarını kendilerini güçlü kılmak ve sınırlarını korumak üzerine kurmalı. Bir kadının sınırlarını en yakınındaki eşine karşı dahi koruması çok önemli. Burada önemli olan sınır çizmek ve sınırlarını koruyabilmek.”    DAVALARA YANSIMASI   Ağırer, yaşadıklarının müdahil olduğu davalara nasıl yansıdığını ise şöyle aktardı: “Eskisinden daha endişeli davranıyorum. Çünkü hiç ummadığım anda başıma gelen bir olay ve dolayısıyla da müvekkillerim için de eskisinden daha endişeli, daha dikkatliyim. Hukuken yapılması gerekeni yapıyoruz ama hukuki tedbirlerin dışında da her türlü önlemi almaları konusunda onları cesaretlendiriyorum.”    YENİ BİR DÜNYA    Dayanışmanın önemine vurgu yapan Ağırer, “Yalnız olmadığımı bilmek bana güç veriyor. Kadın hareketinde, barodaki arkadaşlarımla birlikte üretmek, çalışmak bana gerçekten ummadığım ölçüde güç ve destek verdi. Dayanışmanın insan hayatı üzerindeki etkilerini kadın hareketinde birebir görüyorsunuz. Kadınlar birbirlerinden çok şey öğreniyorlar. Birbirlerine çok destek oluyorlar. Bu tarz kötü olayı yaşayan ne yazık ki son kadın ben değilim. Ama birbirimize destek oldukça hayatta kalacağız. Daha güzel daha yaşanılır bir dünya kurmaya çalışacağız” dedi.    Yüzünden eksik olmayan gülümsemeyi “sanırım gülmek, hayata karşı savunma mekanizmam” diye yorumlayan Ağırer, ekledi: “Başka türlü hayat katlanılır değil, ancak bu şekilde katlanabiliyorum.”   MA / Zemo Ağgöz