Psikolog Sorgun: Bozulan toplumsal sözleşme en çok kadınları etkiler

img

İSTANBUL - Baskı ve şiddetin telafisi olmayan toplumsal travmalara neden olduğunu belirten Psikolog Ebru Sorgun, “Toplumsal sözleşme bozulunca bundan en çok kadınlar etkilenmeye başlar” dedi. 

Türkiye’de artış gösteren kadına yönelik şiddetin psikolojik boyutu ağır travmalara neden oluyor. Psikolog Ebru Sorgun, kadınlara yönelik şiddet ve cinayetlerin topluma yansıması ve etkisi üzerine sorularımızı yanıtladı. 
 
Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin her geçen gün arttığı Türkiye’de, 24 saatte en az 4 kadının katledildiğine tanık olduk. Öncelikle kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin nedeni ve psikolojik boyutu nedir? 
 
Kadına yönelik şiddet bir düzen sorunu. Psikolojik boyutunu kültürden tamamen soyutlamak mümkün değil. Aile içi bağlar ve toplumsal bağların oluşumu sosyo-politik-ekonomik düzende birbirinin içinden geçiyor. Kadına yönelik şiddet çok katmanlı bir mesele. Temelde kadını, bedenini, cinselliğini denetim altına alma çabası var. Kadının özne olarak silinmeye çalışıldığını görüyoruz. Kadın üzerinde sahiplik hakkı, kadının anneliğe sıkıştırılması ve onun anneliğiyle cinselliği arasındaki bağın inkarına dayalı bir yapı var. Bu yapı kadını yaşama dair arzularından soyutlayan, denetleyen, ev içinde anneliğe ve eş olmaya sınırlayan, bunu kabul etmediğinde de erkeğe onu yok etme hakkı veren bir düzene evirildi. Erkekler son derece primitif bir şekilde kadını mülk edinip, kendi ile öteki arasındaki mesafeyi kaybediyor ve bu durum şu anki toplumsal ve hukuki çerçeveyle durdurulmuyor. 
 
 Şiddet, kadınların hayatı sürekli bir ceza olarak yaşamalarına neden oluyor. Zamanla ruhsal ve bedensel ölüme götürüyor. Şiddetten kurtulmaya çalışan kadınlar ise yaralı ama güçlü. Yaralarını sarmaya çalışıyorlar. 
 
Şiddet kuşaktan kuşağa insanları hasta eder, yaralar ve sakatlar. Şiddet görenler, tanık olanlar, susup inkar edenler, şiddeti uygulayanlar ve destekçileri herkes bu şiddetten yara alır. Hayatı sadece bugünden ibaret değil, kuşaklar arası görmeyi başarırsak hem kendimiz hem de dünya, toplum, insanlar diğer canlılar için de endişeleneceğimiz çok şey var. Bugündeyse şiddet bulaşıcılığı ve yok ediciliği ile son derece öldürücü ve yıkıcı bir noktada. Eğer sistemin sürdürücüleri, kanun yapanlar ve uygulayanlar bunu söylemleri ve politikalarıyla desteklemeye devam ederse hayat kadınlar ve çocuklar için çok daha zor olacak. Kadınlar için iyi olmayan bir hayat kimse için hiçbir zaman iyi olmaz. 
 
 Şiddete uğrayan kadınlardaki psikolojik travma nelere mal oluyor? 
 
Şiddet gören kadının yaşadığı travma büyük bir öfkeye, mutsuzluğa, nefrete, zaman zaman çocuğa yönelik şiddete, umutsuzluğa, kendine veya başkalarına zarar vermeye neden oluyor. Şiddet ilişkisinden çıkamayan kadınlar, ruhsal ve bedensel olarak bir süre sonra tükeniyor. Bu tükenmişlik her türlü bireysel ve toplumsal ilişkiye sirayet ediyor. Travmalar acıyı sürekli kılar ve insanların hayatını olumsuz etkiler. Şiddet, kadınların hayatı sürekli bir ceza olarak yaşamalarına neden oluyor. Zamanla ruhsal ve bedensel ölüme götürüyor. Şiddetten kurtulmaya çalışan kadınlar ise yaralı ama güçlü. Yaralarını sarmaya çalışıyorlar. 
 
Ülkede baskıcı ortam da derinleşiyor. Bunun kadına yönelik şiddet ve cinayetlere etkisi nedir? 
 
Bir yerde kadınların özgür yaşaması, toplumsal haklarına dair kaygı duymadan güvende hissetmeleri, o ülkenin nasıl bir ülke olduğuna dair size bir fikir verir. Baskı, şiddet, savaş, ölüm tüm bunlar insanların içindeki derin, bastırılmış, yasaklanmış olan kabul edilemez eğilimleri ortaya çıkarıyor. Toplumsal sözleşme bozulunca bundan en çok kadınlar etkilenmeye başlar. Evdeki şiddetle sokaktaki şiddet ve kamusal alandaki şiddetin birbiriyle ilişkisi var. Şiddet bir bastırma ve sorun çözme biçimi. Problemler çözülemedikçe, dil ve akıl devre dışı kaldıkça şiddetin biçimleri her yere, her ilişkiye hakim olmaya başlar. İktidar şiddeti işaret ettiğinde, normalleştirdiğinde de bu iktidarla özdeşleşen herkesi etkisi altına alır. Sadece taraftardan bahsetmiyorum, iktidar duygusu ile özdeşim kurmaktan da bahsediyorum. Çünkü her kesimde kadına yönelik şiddetin türlü biçimini görüyoruz, deneyimliyoruz. İktidar dilini her yere bulaştırıyor. Bu dil ile birlikte erkekler kadınlar üzerinde daha fazla baskı kurmaya çalışıyor.
 
Kadına yönelik şiddet ve cinayetlere karşı önlem almayan,  politika üretmeyen iktidarın bu tutumu, toplum psikolojisinde nasıl bir sonuç doğuruyor? 
 
Bu tutumun bedeli toplumsal ve ruhsal açıdan ağır oluyor. Şiddet bir bastırma, sindirme biçimi. İnsanları oldukça geri bir noktaya götürüyor. Kadınlar ölüyor, sakatlanıyor, ruhsal olarak derin yaralar alıyorlar ve bu bir sarmal. Çocuklar şiddet ve taciz ortamında korkunç sahnelere tanık oluyorlar, şiddet görüyorlar. Bu ortamda büyüyenler de şiddeti içselleştirip uygulayıcısı oluyor. Herkes gücünün yettiğine şiddet uygular hale geliyor. Topluma baktığımızda birçok kişi kadınların bedeni ve cinselliklerini aşağılayan küfürler kullandığını, ötekini dinleyemediğini, başkalarıyla sahici ilişki kuramadığını görüyoruz. Bunlar küçük görünen ama aslında ilişkili olduğu bağlamları düşündüğümüzde şiddetin her yere nasıl sirayet ettiğini gösteriyor. 
 
Düzenler, adaletsizlikler, eşitsizlikler şiddet üretir. Türkiye’nin bu konuda geçmişi yüklü bir ülke. Toplumsal olarak bunları çözemedikçe o yola girmedikçe yenileri kaçınılmaz oluyor.
 
Sürekli tahammülsüz ve güvensizlik çok tehlikeli bir ruh hali. Sistem insanlara sürekli böyle hissettiriyor, tabi ki kadınlara da. Güç ilişkilerinin düzenlenmediği bir yerde kadınlar her daim tehlikede. Ölüyorlar ve zaman zaman da kendilerini korumak adına öldürüyorlar. İş bu noktaya geliyor ve bu çok korkunç. Çünkü sizi koruyan bir şey yok. Öldürülen kadınlar defalarca korunmak  için kurumlara başvurmuş oluyor. Tecavüz eden, öldüren adamlar ‘iyi halden, haksız tahrikten indirim’ alıyor, bazen tahliye oluyor. Yani bununla şu mesaj veriliyor: ‘Kadınları öldürmenin cezası yok.’  Sistemin sunduğu iki seçenek var, kadınlar ya şiddet içinde kalıp kendilerini, çocuklarını ruhsal ve fiziksel olarak yıkacaklar, ya da boşanmaya kalkıp öldürülecekler. Her iki seçenekte de kadın sağlıklı kalamaz.  
 
Sitemin sunduğu seçeneklerden bahsettiniz. Sistemin sunduğu bu seçeneklerin toplumsal bir travmaya dönüştüğünü söyleyebilir miyiz? 
 
Türkiye sürekli travmaların içinden geçemeyen, travmalarda kalan bir ülke. Hem geçmişin travmalarının yüklerini taşırken hem de sürekli yenisi, tekrarı oluyor. Çünkü hatırlamak istemeyen tekrar eder. Hatırlamak, hafızayı korumak gerekir. Bu salt hatırlamada kalmak için de değil, anlamak ve dönüştürmek için önce hatırlamak gerekir. Lakin tüm bunların içinde korkunç bir hafızasızlık var. Şiddetin bu coğrafyada, dünyada, insanlığa nelere mal olduğunu hatırlamak gerekir. Düzenler, adaletsizlikler, eşitsizlikler şiddet üretir. Türkiye’nin bu konuda geçmişi yüklü bir ülke. Toplumsal olarak bunları çözemedikçe o yola girmedikçe yenileri kaçınılmaz oluyor.
 
 Yaşananların toplumsal anlamda aşılması için neler yapılmalı? Önerileriniz nelerdir?
 
Önleyici bir dile ve politikalara ihtiyaç var. Kadınların aile ve kamusal alandaki varlığı, hakları güvence altına alınmalı. Sistem öncelikle net bir şekilde kadını özne olarak görmeli, yaşam hakkını ve yaşamsal, insani tüm haklarını güvence altına almalı. Kadına yönelik şiddetin hafifletici nedeni olmamalı. Sorun toplumsal ve politik, bunların çözümünün merkezi de oralarda. Öncelikle şiddeti her gün üreten, işaret eden dilin değişmesi gerekiyor. Hayatın her alanında bunun etkileri var. Verilen mesajlar, söylem çok tehlikeli. Şiddetin engellenmesi, çözümlenmesi ve dönüştürülmesi için öncelikle toplumsal bir zeminde düşünmek, bununla mücadele etmek ve çözüm üretmek gerekiyor. 
 
MA / Semra Turan