Kadınların özgürlük mücadelesi hedefte

img

ANKARA - HDP'li Züleyha Gülüm, Leyla Güven hakkında verilen cezanın gerekçeli kararında “anasoylu toplum” ifadesinin suç sayılmasının kadın mücadelesine teorik zeminine bir saldırı olduğunu ve asıl hedefin kadın özgürlük mücadelesi olduğunu söyledi. 

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven’e 22 yıl 3 ay hapis cezası verilen davanın gerekçeli kararında, “anasoylu toplum” ifadesi “nefret suçu” sayıldı. Güven’in kullandığı “anasoyluluk” tanımının “anasoycu” diye yazıldığı kararı Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, değerlendirdi.İktidarın kadın özgürlük mücadelesine çok ciddi saldırdığını belirten Gülüm, “Çünkü gerçekten kadınlar olarak hiçbir dönem geri çekilmedik. Kürt kadınları da mücadelede çok ısrarlı ve kararlı bir duruş sergiliyor. Bundan dolayı da iktidarın, uzun zamandır kadın özgürlük mücadelesine, feminist mücadeleye yönelik çok ciddi bir saldırı dalgası var. Pratiklerimize, eylemlerimize, kadınların siyasette yer alma zeminlerine, kurumsal yapılarına, kazanılmış haklarımıza saldırıyor. En kaygı duydukları hareket; kadın, feminist hareketi. Bu mücadeleden çok korkuyorlar” dedi. 
 
Saldırıların kadınlara yönelik davalarda farklı bir biçimiyle görüldüğünü söyleyen Gülüm, şöyle konuştu: “Özellikle kayyımlar sürecinde en öne çıkardıkları şey eşbaşkanlık sistemi oldu. Eşbaşkanlık sistemi, aslında kadınların yıllardır mücadeleyle kazandığı kurumsal işleyişlerden birisi. Eşbaşkanlık sistemiyle kadınların sadece ses olarak var olması değil aynı zamanda iktidarcı olmayan kadın tarzıyla siyaseti de yaygınlaştıran bir model. Eşbaşkanlık, aslında kadınları güçlendiren ve siyasette yer almasını sağlayan mekanizmalar. Buraya da çok ciddi bir saldırı dalgası görüyoruz. Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel çok belirgin olarak 8 Mart ve kadın eylemleri yargılanıyordu. Yine belediye eşbaşkanlarımızın dosyalarında eşbaşkanlık sistemimiz ilegalize edilemeye, yok sayılmaya çalışıldı. Şimdi de Leyla Güven’in dosyasında anasoyluluk üzerinden bir suç oluşturmaya çalışıyorlar.”
 
TEORİK ZEMİNE SALDIRI
 
Güven’in dosyasında anasoylu toplum kavramının suç sayılmasını, “Kadın mücadelesinin teorik zeminine bir saldırı” olarak yorumlayan Gülüm, “İlk defa ideolojik zemin tartışması yapılıyor. Bu kavram nasıl bir nefret suçu oluşturabilir, nasıl saldırganlığa teşvik edebilir? Bunu anlamak zor. Ama iddianameye baktığımızda aslında hiçbir suçlamanın temelinin olmadığını, hepsini uydurarak kafalarındaki ideolojik zeminden, politik zihniyetlerinden fışkırdığını gözlemleyebiliyoruz. Bir yasal zeminde değil kendi ürettikleri bu düşmanlaştıran erkek egemen zihniyetin bir sonucu olarak iddianameler yazılıyor. Zafer işaretinin bile suç haline geldiği bir ortamdayız. Buradaki saldırının asıl hedefi kadınların özgürlük mücadelesi. Çünkü anasoylu toplum tartışmasının kendisinden korkuyorlar. Çünkü erkek egemenliklerini zedeleyen bir durum ve kurdukları erkek iktidarını, buna bağlı sürdükleri sistemin kendisini zorlayacak, değiştirecek bir iddiadan bahsediyoruz” ifadelerini kullandı.
 
‘SALDIRI ZEMİNİ İDDİANAMEYE YANSIDI’
 
Leyla Güven’in hem Kürt hem barış hem de kadın özgürlük mücadelesinde önemli bir isim olduğuna işaret eden Gülüm şunları dile getirdi: “Her türlü zemine karşı bu mücadeleden asla geri çekilmeyen simgesel bir isim. Bu nedenle devlet tarafından özel olarak hedef alındı. Bu mücadeleden hoşlanmayan iktidarın saldırı zemini bu iddianameye yansımış durumda. Yoksa eşitlikçi bir toplumu, kadın özgürlüğünü talep etmek neden nefret suçu olsun? Neden saldırganlığa teşvik etsin. Tam tersine erkek egemenliğini besleyen iktidar, saldırganlığa teşvik ediyor. Erkek egemen yargı her meselede kadınları yargılamaya çalışırken öbür taraftan bu tür dosyalarda da kadın ideolojik zeminini yargılamaya çalışıyor.” 
 
EŞİT YAŞAMI SAVUNUSU
 
Mücadelesini verdikleri toplumsal yapı inşa edildiğinde kadın özgürlükçü bir yaşamın kurulacağını vurgulayan Gülüm, “Bu da erkek iktidarlarını sarsacak. Dolayısıyla bütün korkuları bunun üzerine kurulu ve bu cümle aslında bu korkularının dışa vurumu. Yoksa anasoylu kelimesinin saldırganlığa, şiddete yol açması ya da nefret söylemi olması mümkün değil. Tam tersine kadın erkek eşitliğini vurgulayan, eşit bir yaşamı savunan, kadınların sömürülmediği şiddete maruz kalmadığı, kadınların hayatın her noktasında var olabildiği, sözünü kurabildiği bir toplumun inşası açısından yapılan tartışmalardan biri. Anasoyluluk, kadınlardan doğru tanımlanan ve eşit mekanizmaların işletildiği bir toplumsal süreci ifade ediyor” ifadelerini kullandı.
 
‘HER TÜRLÜ İKTİDAR BİÇİMİNE KARŞIYIZ’
 
“Anaerkil” yerine “anasoylu” kavramını bilerek kullandıklarını kaydeden Gülüm, nedenini ise şöyle anlattı: “Anaerkil demiyoruz çünkü kadının iktidar olduğu bir süreçten bahsetmiyoruz. Tam tersine anaya göre belirlenen bir soy ve toplumsal yaşamadan bahsediyoruz. Çünkü biz her türlü iktidar biçimine karşıyız. Bu kadın ya da erkek iktidar meselesi değil. Ötekileri yok sayan her türlü yönetime karşı bir duruşumuz var. Bu nedenle anasoylu toplum diye tarif ediyoruz. Şimdi böyle bir toplumsal yapı sürecinden rahatsız oldukları bir durum var. Çünkü her şeyi erkek üzerinden tanımlayan, erkek üzerine kurgulayan, erkeklerin haklarının olduğu, tarihin erkekler üzerine kurulduğu ve bütün söz hakkının erkeklerde olduğu toplumsal yapıyı dağıtmak istemedikleri için buna saldırıyor.”
 
‘ÇOK YÖNLÜ BİR SALDIR DALGASI VAR’
 
Kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik süreklileşen bir saldırı dalgasının olduğuna dikkati çeken Gülüm, “Hem kapitalizmin krizi hem Türkiye’de 18 yıldır uygulanan politikaların sonucu hem de pandemi süreciyle birlikte bu saldırılar arttı. Şiddet arttı, kadınlar daha çok yoksullaştı, başvuru mekanizmalarının önü kapatıldı, işsizlik oranları arttı. Melek İpek örneğinde gördük; kadınlar kendilerini savunmak istediği için yargılanıyor. Melek İpek’in sadece bedenine bile baktığınızda o gece erkeğin uyguladığı şiddetin sonuçları çok açık ortaya çıkmasına rağmen tutuklandı. Aslında bir meşru müdafaa durumu vardı. Öldürmeseydi belki kendisi ve çocukları ölecekti” diye konuştu. 
 
‘DAYANIŞMAYI GÜÇLENDİREN BİR MÜCADELE’
 
Çok yönlü saldırıya karşı çok yönlü mücadele edilmesi gerektiğini söyleyen Gülüm, “Bir yandan erkek adalet yerine gerçek adaletin hayata geçirilmesi için, bir yandan kadın yoksulluğuna karşı, iktidarın tüm bu krizleri kadınların üzerine yıkarak yol alma çabalarına karşı mücadele edeceğiz. Kadın davalarını çok sıkı takip etmeye devam edeceğiz. Çünkü bir kadının yargılandığı davada aslında hepimiz yargılanıyoruz, kadın siyasetimiz, özgürlük mücadelemiz yargılanıyor” şeklinde konuştu. 
HDP Kadın Meclisleri olarak da çok yönlü bir hazırlık sürecinde olduklarını kaydeden Gülüm, saldırı dalgasına karşı güçlü bir mücadele dalgasının da geliştiğini belirterek, "Sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında kadınlar bir yandan kazanılmış haklarını savunuyor bir yandan yeni kazanımlar elde ediyor. Her birimizin birbirimize değen noktasına sahiplenen, herhangi bir kadının sorununu hepimizin sorunu olarak gören, dayanışmayı güçlendiren bir yerden mücadeleyi sürdürmeliyiz” dedi.
 
MA / Zemo Ağgöz