Dinç: Şengal’e saldırı inancı yok etmek için yapılan en büyük saldırıdır

img

DİYARBAKIR – “Kanatların Gölgesinde Şengal Dile Gelirse” kitabıyla Êzidîlerin gerçek hikayelerini öyküleştiren tarihçi-yazar Namık Kemal Dinç, 3 Ağustos 2014’te yaşanan soykırımın bir inancın yer yüzünden tümden silinmesi için yapılan en büyük saldırılardan biri olduğunu belirtti. 

Şengal’e yönelik DAİŞ saldırısı sonucu topraklarını terk ederek Türkiye’deki kamplara yerleşen Êzidîlerle yapılan görüşmeler, tarihçi-yazar Namık Kemal Dinç’in kalemiyle öyküleşti. Gerçek anlatıları kaleme alan Dinç, ZAN Vakfı’ndan “Kanatların Gölgesinde Şengal Dile Gelirse” ismiyle çıkan kitaba ve Êzidîlerin yaşadıklarına ilişkin sorularımızı yanıtladı. 
 
Sözlü tarih çalışmasının ürünü olan kitap fikri nasıl ortaya çıktı?
 
3 Ağustos 2014’te Şengal’de soykırım başladığında biz Diyarbakır’da 1915’e dair saha çalışmasını bitirmiş ve “Yüz yıllık ah” kitabının çalışmalarına başlamıştık. Soykırımla birlikte şöyle bir duygusal karmaşa yaşadık; bir taraftan yüz yıl önce yaşanan bir soykırımı yazmaya çalışıyorsun ama şimdi gözlerinin önünde yeni bir soykırım yaşanıyor. 100 yıl önce yaşanmış bir soykırım pratiğini araştırırken yaşananları daha iyi anlıyorsun. Bu insanı duygusal olarak ve vicdanen zorlayan, etkileyen bir konu. Bu yüzden bunun sözlü tarih araştırmasını yapmak gerektiğini düşündük. 1915 soykırımından kurtulanlarla yapılan görüşmelerden oluşturulan kaynaklardan biz de çalışmamız sırasında yararlanmıştık. ‘73’üncü ferman kayıt altına alınmalı ki unutulmasın’ diyerek bu çalışmaya başladık. 
 
 Kitapta bölümler, kapılar olarak bir birinden ayrılmış. Her bir öyküyü neden kapılarla ayırmayı tercih ettiniz, kapının özel bir anlamı var mı?
 
Kitapta 6 kapı içinde 6 tema ve öykü var. Kapı kavramı biz Kızılbaş Aleviler için çok önemlidir. 4 kapı 40 makam gibi bizim inancımızda özel yerleri var. Ötesinde kapının çok farklı anlamları var. Bab derler, birinci bab ikinci bab gibi bu da Arapça kapı anlamındadır. Biraz bu coğrafya, tarih ve inanç sistemlerine ait bir kavram olarak ele almak istedim. 
 
Kitapta yer alan öykülerin ortak noktalarından biri de, Êzidîlerin komşuları olan Müslüman Arap ve Kürtler tarafından evlerinin işaretlenmesi. Bu durum bunca acıyı yaşayan Êzidîlerde nasıl bir tahribata yol açtı? 
 
IŞİD saldırısından önce ezan okunuyor ve içeridekilere mesaj veriliyor, bu şekilde saldırı başlıyor. Ezanın kendisi saldırıya çağrı olmuş. Bazı köylerde aşiret çatışmasından dolayı Êzidî köylerine sığınanların ihaneti var. Bu büyük bir yaralanmaya yol açıyor.
 
Aslında ilk günden itibaren “Bizi kirvelerimiz sattı” diyorlardı. Bu aslında duygusal olarak çok yaralayan bir şey. Belki öyle olmasa da katliamların çoğunu onlara yüklüyorlardı. Ancak onların IŞİD ile ortak hareket etmesi devasa bir yara açmıştı. Şöyle ki bu saldırılara karşı çıkan, dahil olmayan Müslümanlar da var. Bizim görüştüğümüz anlatıcıların denk geldiği Şengal Dağı’na sığınan Müslümanlar da var. Kaderini Êzidîlerle birlikte gören. Fakat büyük bir kısmı IŞİD ile birlikte hareket etmiş ve bu süreci bir fırsat olarak değerlendirmiştir. Kendileri için ekonomik –sosyal gelişmenin bir olanağı olarak da değerlendirmişler. 
 
Kitapta bir hikayede anlatılıyor; IŞİD saldırısından önce ezan okunuyor, ve mesaj veriliyor içerdekilere ve bu şekilde saldırı başlıyor. Ezanın kendisi saldırıya çağrı olmuş. Birçok anlatıda IŞİD’in geldiği yönün aksi yönünde kendilerine kurşunların geldiğini görüyorlar. Bazı köylerde onlara sığınan az sayıda Müslüman Kürt var onların çoğu da IŞİD ile birlikte hareket ediyor. O Kürtler aşiret çatışmasından dolayı o köye sığınıyor ve Êzidîler de onlara kucak açıyor. Ama daha sonra onlara ihanet eden bir pozisyona gelinmiş. Bu büyük bir yaralanmaya yol açıyor. 
 
Ermeni ve Êzidîlere ilişkin sözlü tarih çalışmaları yürüttünüz. Her iki soykırıma da baktığımızda bir göç hali var. Ermenilerin bir kısmı yaşadığı bu sürece ilişkin; “Soykırım bizi vatansız bıraktı” diyor. Soykırım aracı olarak kullanılan sürgün ve göç bu halkları nasıl etkiliyor?
 
Tarihte etnik arındırma, soykırım dediğimiz süreçler; belli bir coğrafyanın o insan topluluğundan arındırılması, o grubun tümüyle ortadan kaldırılması ya da o coğrafyayla ilişiğinin koparılması üzerine kurgulanıyor. Bu aynı zamanda bir mekan siyasetini içerir. Mekan siyaseti derken o mekanın kendi istediği inancın ya da etnik grubun aidiyetine bürünmesi isteğidir bu. Orayı kendi kültürünün bir parçası haline getirmek için ilk yapılan şeylerden biri orayı o insanlardan soyutlamak, o kültürden ayıkladıktan sonra o coğrafyanın nüfusunu değiştirmek üzerine kurgulanıyor. Tabi ben bunu Şengal coğrafyasının Êzidîsizleştirilmesi olarak söyledim. 
 
Bu aslında tek yönlü bir durum değil, çok yönlü bir darbeden bahsediyoruz. Bir halkın tarihsel olarak yaşadığı bir topraktan bağı koparıldığı durumda hep bir vatan hasreti, özlemiyle yaşayacak ve ona kavuşamayacak. İnanç grupları açısından bu durum biraz daha farklı; çünkü Êzidîlik aynı zamanda bir doğa inancı. Êzidî inancının kendisi bir takım ritüelleri yaşadıkları coğrafyanın özelliklerini taşıyor. 
 
Yani Aralık ayındaki bir ritüelden, Ağustos ayındaki bir etkinliğe kadar hepsi o coğrafyada doğan güneşin, ayın hareketlerine göre belirlenmiş. O tarihlerde sen o güneşi, ayı Avrupa’da ya da Amerika’da göremezsin. Gittiğinde o takvime göre hareket etmesi bile bir anlam ifade etmeyecek. O doğayla bütünleşik olduğu için o coğrafyadan koparıldığında inancın köküne büyük darbe vurmuş oluyorsun.  
 
Dolayısıyla Amerika ya da Avrupa’ya gidip fiziki olarak orada yaşasa bile inançlarını başka yerde yaşatmaları mümkün değildir. Şengal’de Êzidîliğe vurulan bu darbe, bir inancın yeryüzünden silinmesi açısından şimdiye kadarki en büyük darbelerden bir tanesidir. 
 
Kitaptaki öykülerden birinde Şengal’den Roboskî’ye geliş öyküsü yer alıyor. Êzidîler Roboskî katliamından bu süreçte haberdar oluyor. Acıların ortaklığı halklar üzerinde nasıl etkiler bırakıyor? 
 
Gulê önce Şengal Dağı’na oradan Rojava’ya, Güney Kürdistan’a oradan da dağ yolundan Roboskî’ye ulaşıyor. Konuk olduğu Xalile Encu’nun evinde duvarda gördüğü fotoğrafları sorunca Roboskî katliamından haberdar oluyor. Öyle bir şey oluyor ki kendi acısını bile unutuyor bir noktada.
 
Gulê’nin hikayesinde çok etkileyici karşılaşmalardan biri yaşanıyor. Gulê gerçek bir kişilik. Baştan sona çok ilginç ve sürekli göçler, fermanlarla dolu bir hikayesi var. Aslında orta yaşlı bir insandan söz ediyoruz -1967 doğumlu- ama bütün hayatı acılarla geçmiş bir kadın. Gulê 2014’teki saldırının ardından önce Şengal Dağı’nda kalıyor. Burada günlerce mahsur kaldıktan sonra gerillanın açtığı güvenlik koridorundan geçerek Rojava üzerinden Güney Kürdistan’a, oradan da dağ yolundan Roboskî ve Batman’a kadar uzanan bir süreç yaşıyor. Roboskî’de Xalile Encu’nun evinde kalıyor. Xalile Encu onlara günler sonra ilk defa sıcak bir yemek, temizlik yapma imkanı sağlıyor. Onun evine gittiğinde evdeki duvarda asılı fotoğraflar dikkatini çekiyor. Bu, Roboskî katliamında yaşamını yitiren yakınlarının fotoğrafı. Onun hikayesini dinlediğinde günlerce oturup ağladığını söylüyor. Orada bir empati kuruyor. Orada hemhal olma, acıyı birlikte yaşama durumları söz konusu. Öyle bir şey oluyor ki kendi acısını bile unutuyor bir noktada. Bu büyük bir insani duyarlılığın dışa vurumu. Bazen bu tür karşılaşmalar acının sağaltılmasına katkı sunuyor. 
 
Türkiye’nin Şengal Soykırımı ile bu topraklara göç eden Êzidîlere yaklaşımını nasıl yorumluyorsunuz?
 
İlk öyküdeki Gulê'nin ailesi aslen Batmanlı ve baskılardan dolayı Şengal'e göçüyorlar. O da bu saldırıda ata topraklarına geri dönüyor. Êzidîlerin ata topraklarında kalamayışları, onlar için güvenli bir yer olamayışı çok yaralayıcı. Bu yaşananlar bize; Türkiye siyasal sınırları içerisinde yaşayan Êzidîlerin nasıl da buradan sistemli bir şekilde gönderildiğini gösteriyor. O sistemli politikanın hala bugün de devam ediyor oluşudur. Türkiye Êzidîlerin burada kalmamaları için her şeyi yaptı. Êzidîlere hiçbir hak tanımadı, onlara tanınan statü, “Geçici insani ikame”. Statüleri Suriye’den gelenler gibi şartlı mülteci konumda olabilecekken verilmedi. Bu durum onların ikamet etme, sağlık, güvenlik gibi birçok hak tanıyor bu durumda onların kalıcı olmasını sağlıyor. Türkiye Suriyelilerin kalıcı olması için dünya ile de bir sürü pazarlık yapıp adımlar atarken, Êzidîler kalmasın diye her şeyi yaptılar. Bir de onlara üçüncü bir ülkeye başvuru hakkı tanıdılar. 
 
Kitabın son öyküsü “Şengal’in geleceği” başlıklı tema ile verilmiş. Yıllardır sürüncemede kalan bir statü sorunu var. Yaptığınız görüşmelerden de yola çıkarak sizce Şengal’in geleceği nasıl olmalı, geri dönüşün yolunu ne açar?
 
Êzidîlerin kendi kendilerini yönettikleri özerk statü tanınması, inançlarının statü sahibi olduğu bir sistem kurulmalı. Êzidîler kendi öz savunma birliklerini oluşturabildikleri bir yönetime kavuşmalıdırlar.
 
Ortadoğu halkları başta olmak üzere tüm dünya halklarının Êzidîlere borçları var. Bu kadar büyük bir soykırım dünya halkları gözü önünde gerçekleşti. Bunlar artık sığınacak, toplu halde inançlarını gerçekleştirecekleri bir toprak parçasına sahip değiller. Bu kadar zulmün ardından yaşananları insanlar dile getiremiyor –kadınlara, çocuklara yapılanlar inanılmaz şeyler-. Dünya o insanların varlıklarını sürdürebilmesi, inancını yaşayabilmesi için borcunu yerine getirebilmelidir. Uluslararası kurumlar, Ortadoğu içinde bulunan aktörler ve Kürt yönetimi. Kürt yönetiminin bu anlamda büyük bir vebali olduğunu düşünüyorum. Yapılması gereken şey; Şengal’i bir siyasal çekişme ve kendine ait bir hakimiyet alanına çevirmekten ziyade, orada Êzidîlerin kendi kendilerini yönettikleri özerk statü tanınması, inançlarının statü sahibi olduğu bir sistem kurulmalı. Kendilerinin belirttiği gibi bu sistem uluslararası kuruluşlar tarafından da güvence altına alınmalı ve Êzidîler kendi öz savunma birliklerini oluşturabildikleri bir yönetime kavuşmalıdırlar. Ancak bu koşullarda Şengal’e bir geri dönüş olur. Bizim görüştüğümüz Êzidîlerin büyük bölümü bu formülü dile getirdiler.  
 
MA / Dicle Müftüoğlu