Leyla Güven: AKP ve yargısından beklentimiz yoktur 2018-10-06 09:04:25 DİYARBAKIR - Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde 9 aydır tutuklu bulunan DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven, CHP’li Enis Berberoğlu’nun tahliyesinin zamanlamasının çok manidar olduğunu belirterek, “Bizim AKP ve onun yargısından beklentimiz yoktur” dedi.  Diyarbakır’da 22 Ocak 2018’de gözaltına alınan ve 31 Ocak’ta tutuklanarak Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’ne götürülen Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, 24 Haziran’daki seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) Hakkari milletvekili seçildi. Güven, milletvekili seçilmesinin ardından yargılandığı Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 26 Haziran’da görülen duruşmada tahliyesine karar verildi. Ancak savcılığın tahliye kararına itirazı üzerine Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Güven’in tutukluluk halinin devamına karar verdi.    CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında MİT TIR'ları görüntülerini gazeteci Can Dündar'a ilettiği gerekçesiyle verilen 5 yıl 10 ay hapis cezasını onayıp milletvekilliği sona erinceye kadar cezasının infazının durdurulmasına ve salıverilmesine karar verilmesinin ardından 21 Eylül’de Güven’in tahliyesi edilmesi için avukatları tarafından Yargıtay’a başvuru yapıldı. Güven’in tahliyesine ilişkin başvurulan Yargıtay’dan ise şu ana kadar herhangi bir cevap gelmedi. 9 aydır cezaevinde bulunan DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven, bulunduğu cezaevinde Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri, tahliye edilmemesini, yargının Kürt siyasetçilerine yönelik verdiği kararları ve PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırmış tecridi değerlendirdi.    Ortadoğu ve Türkiye’de yaşanan siyasal gelişmeleri nasıl görüyorsunuz?   Ortadoğu’daki gelişmeler baş döndürücü biçimde devam ediyor. Uluslararası hegemonik güçler, bölgeyi dizayn etmeye çalışıyor. Ancak çıkar çatışmaları yüzünden bunun hiç de kolay olacağı görünmüyor. Bu çıkar çatışmaları içerisinde yer alan her ülke, bir yandan kendi ürettiği silah sanayisine pazar açmaya çalışırken, diğer yandan harabeye çevrilen tarihi kentlerin onarım ihalelerini adeta kapmaya çalışıyorlar. Yaptıkları tam da ‘Kurtla yiyip, kuzuyla ağlayan’ politikasıdır. Uluslararası hegemonik güçler bu politikalarıyla Ortadoğu ülkelerinde savaşı derinleştirirken, savaştan kaynaklı ülkelerini terk etmek zorunda halklara ise göç yollarında ölümü dayatmaktadır. Bu halklar mülteci olarak adlandırılıp, adeta onlara cüzzamlı muamelesi yapılmaktadır. ‘Benim ülkeme sakın ha gelmesinler, ben şu kadar fon veriyorum, para veriyorum’ diyebiliyorlar. Bu, egemenlerin 21. yüzyılın en ölümcül politikalarından bir tanesidir   Türkiye’de ise Ortadoğu sahasında tek bir şey için mücadele ediyor. Bölgede yaşayan Kürtlerin hiçbir şekilde hak-hukuk ve statü sahibi olmaması için, Kürtlere dair en ufak bir girişimin önünü almak için devlet olarak çok ciddi tavizler veriliyor. ‘Sakın ha siz Kürtleri tanımıyorsunuz, siz onlara hak verecek olursanız bizden de zaten ederler’ deyip ikna turlarına başlıyorlar. Hür türlü yol ve yöntemi deneyip başarmak istiyorlar. Bu bir Türkiye Cumhuriyeti politikasıdır. AKP iktidarı da son sürat bu politikaları yürütüyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 yılda yaptıklarını, AKP 16 yıla sığdırarak daha ağır ve daha modern yöntemlerle uygulamaya çalışıyor. Geçmiş iktidarların Kemalist milliyetçi kimlikle yapamadıkları uygulamaları, AKP-MHP faşist iktidarı milliyetçi-dindar kimlikle yapıyor. Örneğin; cenazelere ve mezarlıklara yapılanlar bunun en somut olanıdır.    Oysaki dinde dahi “Ölen kişi kim olursa olsun Allah’a aittir” denir. Ancak basından takip ettiğimiz kadarıyla aileler, evlatlarının cenazelerini sağa sola fırlatılan kemiklerini topluyorlar. Kısacası her türlü işkence ve zulmün, 21. yüzyılda AKP-MHP versiyonuyla karşı karşıyayız. Kuşkusuz AKP sadece Kürtleri değil, muhalif olan tüm kesimleri hedefine alıyor.    Milletvekili seçilmenize rağmen hala tutuklu bulunuyorsunuz? Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?   Sayın Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit 19 yıldır aralıksız devam ediyor. Dünyanın herhangi bir ülkesinde cezaevindeki bir hükümlü insana bu denli ağır tecrit uygulansaydı, başta insan hakları kuruluşları, hukukçular ve sivil toplum kuruluşları kıyameti koparırdı. Sayın Öcalan’a uygulanan ağır tecrit ne yazık ki bu kurumların gündemine yeterince girmemiştir ya da girmişse bile sorumluluklarını yerine getirmemiştir. Bu tecridin Sayın Öcalan şahsında bütün bir topluma uygulandığı açıktır. Başta Sayın Öcalan’a uygulanan hukuksuzluk olmak üzere cezaevleri ve hasta tutukluların durumu Türkiye gerçekliğini ortaya koymaktadır. Bütün bu trajediler yaşanırken, bir HDP’li vekilin tutuklu kalmasında nasıl bir sakınca olabilir ki?   “Casusluk” iddiasıyla tutuklu bulunan CHP Milletvekili Enis Berberoğlu, yerel mahkemelerin vermiş olduğu hapis cezası Yargıtay’da onanarak tahliyesine karar verildi. Berberoğlu hapis cezası almasına rağmen tahliye edildi; ancak davanız yargılama aşamasında olmasına rağmen tahliye edilmiyorsunuz? Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?   Bildiğiniz üzere 24 Haziran seçimlerinde cezaevlerinden iki kişi vekil seçildik. Berberoğlu zaten vekilken tutuklanmıştı. Partisi onu tekrar aday gösterdi. Ben ise partim HDP’nin kadın meclisi tarafından aday gösterildim. İkimiz de vekil seçildik. Ben daha önceki beyanatlarımda da belirtmiştim. ‘Berberoğlu bırakılacak ben tutuklu olarak kalmaya devam edeceğim’ diye. Dolayısıyla bu tahliyeye şaşırmamak gerek. Hatta geç bile kalınan bir tahliyeydi. Çünkü Türkiye’de tutuklu siyasiler için önce kararlar verilir, sonra deliller ele alınır.    CHP vekilinin tahliyesinin zamanlaması çok manidardır. Bu tahliye ile birden çok amaç hedeflenmiştir. Çünkü bu tahliye Demokles’in kılıcı gibi CHP’nin tepesinde sallandırılacaktır. Birincisi, Katar’ın hediye uçağını CHP’nin gündeminden düşürmek. İkincisi, CHP’ye “Bakın HDP’nin vekili içerde, sizinkini bıraktım” diye bilmek. Üçüncüsü ise, “Yerel seçimlerde HDP ile ittifaktan uzak dur” gibi amaçları vardır. Belki de bilemediğimiz daha birçok şey vardır. Kısacası CHP, AKP’nin canını sıkacak bir şey yaparsa karar Meclis’te okunur ve vekillik düşer. Berberoğlu tekrar cezaevine girer. Ben hem ceza verilmesini hem de bırakılmasını böyle değerlendiriyorum.    Benim durumuma gelince; burada değil vekil, Cumhurbaşkanı da seçilseydim, aynı uygulamaya tabi tutulacaktım. Nedeni ise çok açık. Demokratik siyaset geleneğinden gelen bir Kürt siyasetçi olmak yetiyor. Bizim AKP ve onun yargısından beklentimiz yok. Ben eminim ki hiçbir Kürdün de beklentisi yoktur. Milyonlarla ifade edilebilecek bir halkın bütün değerlerine saldıracaksın, kurumlarını kapatacaksın, siyasetçilerini yargı eliyle çalıştıramaz duruma getireceksin, çoluk çocuk yaşlı demeden tutuklayacaksın, birde “Yargı bağımsızdır” diyeceksin, bu toplumun aklı ile alay edeceksin. Hasta tutsakları cezaevlerinde ölüme terk edeceksin ve ‘Benim Kürt kardeşim’ diyeceksin. Bu kardeşlik deyimi kocaman bir yalandan ibarettir. Kendi bireysel çıkar ilişkileri içinde olan bir zümre dışında kimse AKP’nin kardeşi falan değildir. Ben son iki yılda Kürdistan’ın tamamında dolaştım. Gördüğüm, dokunduğum bütün Kürtler, ellerini havaya kaldırarak beddua ediyorlar. “Bize bu zulmü yaşatanların Allah bin beterini yaşatsın” diyorlar.    Türkiye’de yargı sisteminin Kürt siyasetçilere yönelik genelde verdiği kararları nasıl değerlendiriyorsunuz?   Bu öfke ve nefret, sadece AKP iktidarı döneminin değil, neredeyse yüzyıllık hatta daha fazla bir zaman diliminin biriken nefret ve öfkesidir. Bu öfkenin nedenlerinden sadece birine örnek vermek istiyorum tarihten. 17 Aralık 1959’da 50 Kürt aydını tutuklandı. Mardinli, İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi Emin Batur, konulduğu hücrede ağır hastalandı. Can çekişirken ağzından akan kanla duvara “Esaret bahçesinde bir gül olmaktansa hürriyet bahçesinde bir diken olmayı tercih ederim” sözünü yazdı ve yaşamını yitirdi. O dava tarihte 49’lar olarak kaldı. Biz hala aynı noktadayız. İstiklal Mahkemeleri, DGM’ler, Ağız Ceza Mahkemeleri, Özel Yetkili Mahkemeler, Kürtlere yaşlarından daha fazla cezalar verdi.   Dolayısıyla Leyla Güven’in tahliyesini talep ettiğiniz yargı, milletvekiliyken Selma Irmak’ı, Sebahat Tuncel’i, Selahattin Demirtaş’ı ve yüzlerce siyasetçimizi tutuklayan mercidir. Bu yargıdan farklı bir şey beklemek nafiledir. Benim de bu kadar siyasallaşan yargıdan bir beklentim yoktur. 29 Haziran’da tahliye olmama rağmen bırakılmamam en iyi somut örnektir. Şimdi aynı delillerle aynı mahkeme heyeti, beni içerde tutmaya devam ediyor. Kuşkusuz bu hakim ve savcıların kendi kararları mıdır diye soracaksınız, tabi ki de hayır.    Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?   Benim tahliyemden çok daha önemli olan konular var. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit son bulmadan Türkiye’de toplumsal sorunların çözümü gerçekleşemez. Sayın Öcalan toplumsal huzur ve barışın temini için çok önemli bir iddia ve kararlılık ortaya koydu. Bu nedenle kendisine ‘Demokratım’ diyen, barıştan yana olduğunu söyleyen tüm toplumsal kesimlerin Sayın Öcalan’ın bu çağrısına destek olmaları gerekir. Bunun için de öncelik Sayın Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin bir an önce kaldırılması için herkesin üzerine düşeni yapması gerekiyor. Bu konuda üç maymunları oynayan başta CPT olmak üzere bütün uluslararası kurumları bu konuda ciddiyete ve kendi kaygıları nedeniyle Kürtleri feda etmekten vazgeçmeye davet etmek gerekir.    MA / Mehmet Şah Oruç