Öcalan’ın avukatı Sarıca: İmralı’da 'kopyala yapıştır' kararlar alınıyor 2020-10-06 09:25:58 İSTANBUL - İmralı’da uygulanan son avukat yasaklarının “kopyala-yapıştır” olduğunu belirten PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatı Rezan Sarıca, bu kararın CPT raporu sonrasında alınmasının insan hakları ve demokrasiye meydan okuma anlamına geldiğini söyledi.  İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım hakkında, Bursa 2’nci İnfaz Hakimliği tarafından 6 ay süreli avukat görüş yasağı verildi. 5275 sayılı kanunun 59'uncu maddesi doğrultusunda alınan görüş yasağı kararına, Öcalan hakkında 2005 ve 2009 yılları arasında verilen hücre cezalarıyla, yine Öcalan’ın 2009 yılında savunmasının devamı olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) sunduğu 156 sayfalık “Yol Haritası”na dair Cezaevi Disiplin Kurulu’nun aldığı karar gerekçe gösterildi. 20 Temmuz 2016 tarihinden sonra 2 Mart 2018, 6 Eylül 2018 ve 13 Mart 2019’da da benzer kararlar alınmıştı.    Öcalan’ın avukatlarından Rezan Sarıca avukat yasağına ilişkin sorularımızı yanıtladı.   Öncelikle 6 aylık avukat yasakları ne zaman başladı?    Avukat yasakları 2016’da OHAL uyarınca başlanmıştı ve resmi olarak mahkeme kararları verilmeye başlanmıştı. Özüne baktığımızda geçen yıl yasaklama kararlarına son verilmişti ancak bugün bu yasaklama olduğu yerden devam ediyor. Temmuz 2011 tarihinden 2019 yılına kadar 8 yıl boyunca avukat başvurularının tamamı çeşitli gerekçelerle ret edilmişti. İnsan hakları hukukunun tamamen yerle bir edildiği ve özel bir rejimin uygulandığı İmralı tecridine karşı, Türkiye'de Kasım 2018’de açlık grevi başladı. Ciddi boyutlara varan ve 6 ay süren açlık grevi sürecinde temel taleplerden bir tanesi Sayın Öcalan'ın temel haklarının yerine getirilmesi ve avukat, aile görüşlerinin sağlanmasıydı. Bu konuda verilen insan hakları mücadelesi İmralı tecridinde bir gedik açmıştı. 8 yıl aradan sonra Mayıs ayında avukatlarla görüşme gerçekleşti. Tabi onun öncesinde avukat yasağı kararları vardı. 17 Nisan 2019 tarihinde bu yasak kararları kaldırılmıştı.   En son verilen yasak kararı, bizim itirazımız üzerine kaldırılmıştı. Onun sonrasında avukat görüşleri başladı. 3-4 ay içerisinde ancak 5 avukat görüşü gerçekleşebildi. Onun dışında yeniden mutlak tecrit koşulları, avukat yasakları ve diğer yasaklar uygulanmaya devam edildi. Son 1 yılı aşkın bir süredir de avukat yasakları fiili olarak sürüyordu. Yaptığımız bütün başvurular cevapsız bırakılıyordu. Herhangi bir cevap verilmiyordu. Bu da başvuruların reddi anlamına geliyordu.    Açlık grevlerinin devam ettiği süreçte Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün, “görüşme yasağına ilişkin kararlar kaldırıldı ve görüşme imkanı getirildi" açıklaması vardı. Bu açıklamadan sonra 4 görüşme gerçekleştirdiniz. O günden bu yana ne değişti de yeniden bir yasaklama kararı getirildi?   İmralı’da sürdürülen ağır tecrit koşulları karşısında toplumun, halkların sessiz kalmaması demokrasi açısından belli bir basınç unsuru olabiliyor. Hatta kazanıma dönüşebiliyor, sonuç da alınabiliyor. Geçen sene aslında biz bunun örneğini gördük. Tabi bu toplumsal muhalefet toplumsal talebin güçlenmesiyle birlikte Adalet Bakanı bu açıklamayı yapmıştı. Bu açıktan sorumluluğun üstlenildiğinin ilanıydı. Daha sonra bu kararın verilmiş olması, o gün verilen sözlerden cayıldığı, farklı bir uygulamaya geçildiği, farklı bir politikanın sürdürüldüğünü veya devam edildiği anlamına geliyor. Yani o gün söylenen sözlerin üzerine pratik bir uygulama olduğunu söyleyebiliriz.   ‘Yol Haritası’ karara gerekçe gösteriliyor. Bu hukuken mümkün değil. Üzerinden 15 yıl geçmiş, bu gerekçelerin bugün kullanılması, bir gerekçe olarak kabul edilmesi mümkün değil.   Yasak gerekçelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?    Müvekkilimize 2005-2009 yılları arasında verilen hücre cezaları ve yine AİHM’e sunduğu 156 sayfalık “Yol Haritası” karara gerekçe gösteriliyor. Bu hukuken mümkün değil. Üzerinden 15 yıl geçmiş, bu gerekçelerin bugün kullanılması, bir gerekçe olarak kabul edilmesi mümkün değil. O gün iddia edilen bazı fiiller sebebiyle Sayın Öcalan’a disiplin cezaları verilmiş. 20-10 gün şeklinde hücre cezaları verilmişti. Ve bu hücre cezaları 2010-2011 yılları arasında 240 gün boyunca kesintisiz olarak uygulandı. Bu Avrupa Konseyi İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT), ziyaret ve raporlarına da yansımış bir bilgidir. Ardından müvekkilimizin AİHM'deki başvuruları dolayısıyla sunmuş olduğu savunma içerikli mektubuna el konulma yönündeki bir karar bugün yine gerekçe yapılıyor. Yani o gün verilen disiplin cezaları uygulandı. Hem bir yaptırıma maruz kaldı hem de bu infaz edildi, tüketildi. Tüketilmiş bir yaptırım mektupta, söz konusu savunma mektubuna da el konuldu o dönem. Bunların hepsi birer yaptırım. Bunların yıllar sonra yeniden bir dayanak olarak gösterilmesi kabulü mümkün değil. Mükerrer cezalandırma yasağı var. Bir fiil veya bir iddiayla ilgili verilen bir cezayı tekraren bir sonraki gün veya yıllar sonra bir ceza gerekçesi olarak sunmak mümkün değil. Ama bu gerekçelerin dışında da başka bir gerekçe yok. Bu gerekçeler hukuka aykırı bir gerekçe aslında ama yeni diyebileceğimiz herhangi bir delil veya bulgu, emare, güncel bir iddia söz konusu değil.   Bu kararlar adeta ‘kopyala yapıştır’ şeklinde. Çünkü son dört karar tıpa tıp aynı. Dayandıkları gerekçeler de aynı. Herhangi bir güncellemenin olduğu kararlar değil.    Hukuki bir dayanağı var mı?    Anayasada yer alan kanundaki avukat yasağı 6 ay süreyle kısıtlanabileceğine dair bir düzenleme var. Ama bu düzenleme için birçok koşulun bir arada gerçekleşmesi lazım. Öncelikle bir avukat görüşmesinin gerçekleşmesi gerekir. Avukat görüşünün iddia edilen yasadışı bir şekle bürünmesi ve bu konuda görevlilerin bir uyarıda bulunması gerekir. Bir tutanak tutmaları lazım. Bunun da ilk adımı uyarıdır. Bu konuda bilgi belgelerin somutluk kazanması, gerçeklik kazanması halinde o zaman 6 aylık avukat yasağı gündeme gelmesi ihtimal dahiline girebilir. Ama olmayan, gerçekleşmeyen avukat görüşmeleri sanki olmuş gibi ve bu konuda hukuka aykırı deliller oluşturulmuş gibi doğrudan 6 aylık bir yasağa gidildi. Dolayısıyla yasaya göre hareket eden bir karar değil. Yasada olan şartlarda aranmaya çalışılmamış. Bu konuda tamamen farklı bir uygulama var.    Verilen kararlar arasında bir benzerlik var mı?    Bir biri ardı sıra gelen ve birbirini tekrar eden kararlar var. İlk avukat yasağı kararı 2016’da darbe gerekçesiyle ilan edilen OHAL sonrasında verildi. O süresizdi. O da kanunda yer almayan koşulla verilmiş bir karardı. Daha sonra 2 Mart 2018’de bir avukat yasağı kararı alındı. Aslında bu süresizdi ama itirazımız üzerine 6 ay süreyle sınırlandırıldı. Bunun devamında 3 kez daha aynı gerekçeler ile 6'şar aylık avukat sınırlandırılması getirildi. Bu kararlar adeta "kopyala yapıştır" şeklinde verilmiş. Çünkü son dört karar tıpa tıp aynı. Dayandıkları gerekçeler de aynı. Herhangi bir güncellemenin olduğu kararlar değil.    *Buna ilişkin bir başvurunuz oldu mu?    Bizler bu kararın verilmesi üzerine bu kararı verenlerle ilgili bir suç duyurusunda bulunduk. Hem Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduk hem de Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) suç duyurusunda bulunduk. Ama savcılıklara yaptığımız suç duyurularına herhangi bir cevap verilmezken, HSYK'ya yaptığımız suç duyurularına da başvurularımızın işleme konulmadığına dair kararlar bize tebliğ edildi. Buna yaptığımız itiraz da yine işleme konulmadı. Bir mahkeme Anayasaya göre tarafsız ve bağımsız olmak zorunda. Ama açık bir hukuka aykırılık, görevi kötüye kullanma söz konusu. Dolayısıyla İmralı’da sürdürülen hukuk ve yargı sistemi açısından da bir cezasızlık politikasının uygulanıyor.    Diğer müvekkillerinize getirilen yasağın gerekçeleri neler?   Aslında diğer müvekkillerimizle ilgili hiçbir gerekçe yok. Hukuka aykırılığın bu kadar açık olduğu bir kararda, diğer müvekkillerimizle ilgili herhangi bir gerekçe sunma kaygısı dahi güdülmemiş. Elbette sırf Sayın Öcalan’ın yanında oldukları için bu karara maruz kalıyorlar. Hukuken de mümkün değil. İmralı’ ya götürüldükleri andan bu yana tek bir avukat görüşleri bile olmamış. Dolayısıyla cezaların şahsi ilkesi tamamen ortadan kaldırılmış ve onlarla ilgili hiçbir somut iddia da yok. Sayın Öcalan’ın yanında olmalarından kaynaklı yasaklama getiriliyor. Böyle bir kanunu kural, hüküm yok.    CPT’ye karşı insan hakları ve demokrasi açısından meydan okumadır. Bu kararı ve uygulamaları en kısa zamanda CPT’ye ulaştıracağız. CPT’nin de görevlerine uygun adımlar atmasını bekliyoruz.   CPT raporunun ardından böyle bir kararın verilmesi ne anlam ifade ediyor?   CPT raporunun açıklanmasından sonra bu kararın gelmesi dikkat çekici bir durum. CPT raporunda geçmişten bu yana İmralı’da sürdürülen uygulamaların hukuka aykırı olduğu, birçok hak ihlalinin mevcut olduğuna dair tespitler yapıldı. Avukat yasaklarıyla, aile yasaklarıyla, iletişim haklarıyla, birçok tespit yapıldı. Dolayısıyla bunun kaygı verici olduğu, özellikle aile yasaklarına gerekçe olarak gösterilen cezalarındaki iddiaların yani hiç uygun düşmeyen, hiç ilgisi olmayan yaptırım ve gerekçe olarak tespiti yapılıyor. Dolayısıyla bunların derhal düzeltilmesi yönünde tavsiye kararları var. Avukat ziyaret ve aileyle iletişim kanallarının açılması yönünde tavsiye kararları vardı. Ve en önemlisi de CPT hükümetten aylık bir şekilde avukat ve aile ziyaretlerinin nasıl olduğunu, gerçekleşip gerçekleşmediğine dair bir periyodik bilgilendirme talebi vardı.   Yani CPT’nin hükümetten böyle bir talebi yeniydi ve önemliydi. Dolayısıyla hükümetin böyle bir değerlendirmede bulunup bulunmadığını bilmiyoruz ama bunun tersine iyileştirilmenin tersine daha da kötüleştiren daha da ağırlaştıran bir karara imza atılmış durumda. Yani bu CPT’ye karşı insan hakları ve demokrasi açısından meydan okumadır. CPT’nin bunu böyle okuması lazım. İnsan hakları ve demokrasiye meydan okuma uygulamalarıdır. Dolayısıyla Avrupa Konseyi, üye devletinin CPT raporlarına hiçbir şekilde işbirliğine gelmediği, ki işbirliği yapma zorunluluğu var, CPT sözleşmesine göre, bunu tam tersi uygulamalar içerisine girdiğini görüyoruz. Bu anlamda bizde bu kararı ve uygulamaları en kısa zamanda CPT’ye ulaştıracağız ve bu konudaki değerlendirmelerimizi CPT’nin hükümetten istediğini biz yerine getireceğiz. Bu anlamda CPT’nin de görevlerine uygun adımlar atmasını bekliyoruz.   Karara ilişkin herhangi bir itirazda bulundunuz mu? Bulunduysanız, itirazınızın içeriğinde neler vardı, nelere dikkati çektiniz?   Yani bu bahsettiğimiz sebepleri özellikle açtık. Tabi ki yasanın aradığı şartlar, hukukun el verdiği uygulamalar ve yaptırımları nelerdir, ne şekilde oraya varılabilir bu yönüyle itirazlarımızı yaptık. Dolasıyla henüz böyle bir karar gelmiş değil. Bu doğrultuda üst merciinin hukuka uygun karar vermesini bekliyoruz.    Açlık grevleri sonrasında 5 görüşme gerçekleşti. Müvekkiliniz tecridin tekrar derinleştirileceği konusunda öngörüsü var mıydı?    Doğrusu avukat görüşmelerinin süreceğine dair öngörüsü yoktu. Yani verilecek politik kararlara göre, yürütülecek siyasete göre bunun netleşeceğini söylüyordu. Dolasıyla aslında bunu söylerken sürmeyebileceğine dair işaret veriyordu. Bunun sürebilmesinin tek ihtimali devletin, hükümetin politikalarını, siyasetini değiştirmesidir. Bu tam değişmemişken, süreceğine dair bir öngörüsü yoktu.  Dolasıyla aslında sona doğru politikaların değişmeyeceğini görmüştü. Özellikle 7 Ağustosta buna rağmen sürmesi için bir diyalog çağrısında bulunmuştu. Ama herhangi bir karşılık gelmedi. Öngördüğü, tahmin ettiği şekilde İmralı’daki tecrit, yasaklar tekrardan uygulamaya konuldu.    MA / Sadiye Eser - Mehmet Aslan