Dr. Turan: Grip aşısı kriterleri şiddeti körükleyebilir 2020-11-03 09:01:26 DİYARBAKIR - Sağlık Bakanlığı’nın ithal ettiği 1 milyon 500 bin doz grip aşısı e-Nabız sistemi üzerinden belirlenen kriterler üzerinden sadece 5 ve üzeri puan olan kişilere yapılmaya başlandı. Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Dr. Elif Turan, bu durumun sağlıkta şiddeti körükleyebileceği uyarısında bulundu. Türkiye’de ilk vakanın 11 Mart’ta görülmeye başlandığı koronavirüsü (Kovid-19) salgını 8’inci ayını doldurmak üzere. Ölümlere yol açmaya devam eden pandeminin, influenza (grip) mevsiminin başlaması ile birlikte literatürde ‘kusursuz fırtına’ olarak tanımlanan bir sürece evrilmesi kaygısı hakim.    Sağlık meslek örgütlerinin yetersiz önlemler nedeniyle salgının daha birinci dalgasının baskılanamamış olması gerçekliğinde eleştiride bulunduğu Sağlık Bakanlığı ise, bu süreci yurt dışından ithal edilen 1 milyon 500 bin doz grip aşısı ve sağlık çalışanlarına getirilen yasaklarla karşılayan bir görüntü içerisinde.   82 milyonluk ülke nüfusunu korumak için getirtilen 1 milyon 500 bin doz grip aşısı, Bakanlık tarafından e-Nabız sistemi aracılığıyla belirlenen farklı bir puanlama sistemi üzerinden sadece uygun kriterleri taşıyanlara yapılacak. Bu yeni sistemde grip aşısı olma kriterleri ‘Charlson İndeksi’ne Göre Komorbidite Değerlendirme Çizelgesi Komorbidite Hastalık Puanı’ ile hesaplanıyor.   Geçmişte 65 yaş üzeri olanlar yada KOAH, diyabet, astım gibi hastalıkları bulunanlar grip aşısı olabiliyordu. Fakat getirilen yeni sistemde aşı olabilmek için en az 3-4 hastalığı birden taşımak gerekli.   Sağlık Bakanlığı’nın e-Nabız sisteminde uyguladığı kriterlerde, puanı 5 ve üzeri olan kişiler grip aşısı için uygun sayılıyor.    Koroner arter hastalığı, konjestif kalp yetmezliği, kronik pulmoner hastalık, peptik ülser hastalığı, periferik damar hastalığı, serebrovasküler hastalık, diabetes mellitus, karaciğer hastalığı (hafif derecede), konnektif doku hastalığı, demans 1 puan; diabetes mellitus (uç organ hasarının eşlik ettiği), renal hastalık (orta veya ağır derecede), hemipleji, nonmetastatik solid tümör, lösemi, lenfoma, multipl myeloma 2 puan; karaciğer hastalığı (orta veya ağır derecede) 3 puan; metastatik solid tümör ve AIDS ise 6 puan.    Bu puanlama sistemine göre, kişi bu hastalıklardan hiçbirini taşımıyorsa ‘risksiz grup’,  1-2 puanda ‘hafif risk’, 3-4 puanda ‘orta risk’, 5 ve üzerinde ise ‘yüksek risk’ grubuna giriyor ve grip aşısı olabiliyor.   Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Dr. Elif Turan, pandemi ile mücadele biçimi, olası tehlikeler, salgınla en ön safta mücadele eden sağlık çalışanları ve onlara dair alınan son yasaklar ile birlikte umut bağlanan grip aşısına dair sorularımıza yanıt verdi.    Pandemiyi sormadan önce merak ettiğim bir nokta var. Yaklaşık 3 ay önce yapılan kongre ile Diyarbakır Tabip Odası Başkanı seçildiniz. Hem salgın hem de ülkedeki genel siyasi iklim dolayısıyla bu göreve aday olurken kaygılarınız oldu mu?   Kaygılar vardı tabi insani duygular bunlar. Ama içerisinde bulunduğumuz atmosfer hep böyle zor süreçlerdi aslında. İçerisinde bulunduğumuz dönemin tek farkı, dezavantajı birebir bizi ilgilendiren pandeminin bulunması. Bir de TTB’ye Tabip Odalarına yönelik saldırılar da vardı. TTB’ye yönelik saldırılara aslında 12 Eylül döneminden beri alışkınız. Hep yargılanmalara, cezalandırılmalara maruz kalındı. Ama biz hekimler olarak sözümüzü söylemekten sakınmadık hiçbir zaman. Mesleğe başlarken bir yeminle başlıyoruz. Yaşam ve sağlık hakkını savunmak için yemin ediyoruz. Yaşatmak için ant içiyoruz ve aslında hekimlik bir işten ziyade bir yaşam felsefesidir. Her zaman olduğu gibi yasal ve etik sorumluğumuzu yerine getiriyoruz. Bundan da geri adım atmayacağız.   Bu konuda aileniz veya çevrenizden uyarılar aldınız mı?   Ailem, çevrem daha çok teşvik ettiler beni.    Kovid-19 salgını dolayısıyla zor bir dönemde görevdesiniz.  Verilere göre toplam can kaybı 10 bini, hasta sayısı ise 377 bini aşmış durumda. Pandemi tehlikesi ve onunla mücadelede hem Diyarbakır hem de ülke genelinde nasıl bir noktadayız? Salgın iyi yönetilebiliyor mu?   Bölge kentleri zaten daha önce de eşitsizdi, Türkiye’nin diğer bölgelerine göre. Burada sağlık personeli sayısı, yatak kapasitesi yetersizdi. Pandemi ile bunu gözle görülür bir şekilde daha fazla fark ettik.   Pandemi bütün yıkıcı etkisiyle devam ediyor ve biz bölgede bunun etkisini daha katmerli hissediyoruz. Pandemi gibi olağanüstü durumlar bize şunu gösterdi. Pandemi ile mücadele olağan dönemdeki sosyo-ekonomik durumla, sağlık hizmetler ile yakından ilişkili. Bölge kentleri zaten daha önce de eşitsizdi, Türkiye’nin diğer bölgelerine göre. Burada sağlık personeli sayısı, yatak kapasitesi yetersizdi. Pandemi ile bunu gözle görülür bir şekilde daha fazla fark ettik. Bu durumdan kaynaklı pandeminin etkisini daha fazla hissettik.     Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, her gün vaka sayılarını, yoğun bakımda yatan hasta, test ve iyileşen hasta sayıları gibi verileri açıklıyor. Pandemi ile açıklanan verilere güveniyor musunuz?   Sahada aktif olarak çalışan üyelerimizden aldığımız bilgiler ile açıklanan tabloları yan yana getirdiğimizde örtüşmediğini görüyoruz.   TTB olarak merkezi düzeyde ne Bilim Kurulu’nda yer alıyoruz ne de yerelde Tabip Odaları olarak İl Pandemi Kurulları’nda yer alıyoruz. Açıklanan veriler dışında elimizde başka bilgiler yok. Fakat sahada aktif olarak çalışan üyelerimizden aldığımız bilgiler ile açıklanan tabloları yan yana getirdiğimizde örtüşmediğini görüyoruz. Sağlık çalışanları olarak sahada aktifiz, pandemi ile en ön safta biz mücadele ediyoruz. O bilgiler ile turkuaz tabloda paylaşılan verileri yan yana getirdiğimizde örtüşmediğini görüyoruz.     Sağlık meslek örgütleri pandemi ile mücadeleye neden dahil edilmiyor. Uyarılarına rağmen tedbir almaktan neden imtina ediliyor?   Başından beri pandeminin bir halk sağlığı sorunu olduğunu söylüyoruz. Biz halkın yaşamı ve sağlığı için mücadele ediyoruz. Bu yüzden de bu yöndeki çağrılarımızı sürekli yineledik. Fakat bu zamana kadar çağrılarımız ne yazık ki karşılık bulmadı. Ne merkezi düzeyde ne de yerelde pandemi toplantılarına çağrılmadık.    İnşa edilen devasa hastaneler üzerinden topluma sunulan bir sağlık sistemi var. Perdenin diğer tarafında neler var?    Pandemi ile mücadele hastanelerde çözülecek bir iş değil. Zaten pandemi ile mücadele hastanelerde karşılandığı için aslında bunun etkisini böylesine yıkıcı hissediyoruz.    Bunun yerine pandemiye karşı koruyucu sağlık hizmetlerinin devreye girmesi gerekiyor. Biz epidemiyolojinin gerektirdiği bir şekilde koruyucu sağlık hizmetlerine önem vererek pandemi ile mücadele etseydik, ne hastanelerdeki yığılmalar olacaktı ne sağlık çalışanları bu kadar tükenecekti. Eğer sadece hastanelerde pandeminin çözülebileceğine inancımız varsa, bu şekilde mücadele sağlanmaz.    Salgınının başlangıcından bugüne 50’si hekim olmak üzere 120’ü aşkın sağlık emekçisi hayatını kaybetti. Son isimlerden biri Dicle Üniversitesi’nde çalışan hemşire Leyla Çiçek. Bu ölümler önlenebilir miydi?   Tedbirlerin merkezi olarak hızlı bir şekilde kaldırılması sonucu şuan geldiğimiz noktada kentte 1058 sağlık çalışanına tanı konulmuş durumda.     Kovid-19 pandemisi aslında önlenebilir bir hastalık. Biz koruyucu sağlık hizmetlerine önem vermiş olsaydık, epidemiyolojinin ışığında hareket ediyor olsaydık önleyebilirdik bu hastalığı. Örneğin 1 Haziran öncesi Diyarbakır’da, tanı olarak pandeminin 11 Mart’ta ilk vaka açıklandıktan Mayıs sonuna kadar bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla 95 sağlık çalışanı enfekte olmuştu. Ama 1 Haziran’dan sonra alınan tedbirlerin merkezi olarak hızlı bir şekilde kaldırılması sonucu şuan geldiğimiz noktada kentte 1058 sağlık çalışanına tanı konulmuş durumda.  Ve biz maalesef 12 sağlık çalışanını yitirdik. Türkiye genelinde 120’i aşkın sağlık çalışanını yitirdik, önlenebilir bir hastalıktan kaynaklı.   Yani sağlık çalışanları artık ikinci defa hastalığı geçiriyor ve bunların hastanede tedavi altına alınacak kadar ağır geçirdiğini görüyoruz.    Sağlık Bakanlığı son genelgesinde Kovid-19 salgını sürecinde sağlık çalışanlarının istifa talebini reddetme ve yıllık izinlerin durdurulma kararı çok tartışıldı. Sağlık çalışanları bugün nasıl bir yükün altında?   Bugün pandemi ile mücadele bütünüyle sağlıkçıların omuzlarına yüklenmiş durumda. Çünkü salgını hastanede karşılıyoruz. Zaten yetersiz sağlık personeli var. Az sayıda kişi çok fazla iş yapmak zorunda kalıyor. Enfekte olan sağlık emekçilerinin iş yükü de diğer arkadaşlarına kalmakta. Çoğu arkadaşımız 24 saati aşan nöbetler tutmakta. O koruyucu ekipmanların içerisinde bu kadar saat kalmak başlı başına zorlayıcı bir durum. Çalışma koşulları ağır. Sağlık çalışanları 8 aydır canla başla mücadele ediyorlar ve çalışma koşulları düzeltilmediği için, özlük hakları adaletli bir şekilde dağıtılmadığı için hem fiziksel olarak hem de mental olarak yorgunlar. Yani sağlık emekçileri bir tükenmişlik yaşıyor.   Bu duruma itirazlarını da “Can kurtarmak için yemin ettik, can vermek için değil” diyerek dile getiriyor. Sağlık çalışanlarını koruyamayan bir sistem toplumun sağlığını koruması mümkün mü?   Bunu başından beri dile getiriyoruz. Sağlık çalışanlarını salgından koruyamazsak toplumun sağlığını da koruyamayız. Mesele burada bir hastanede göğüs hastalıkları uzmanları salgına yakalandığı için bir süre hasta yatışı yapılamadı. Yani sağlıkçıların hasta olduğu tabloda halka kim bakacak? Toplumun sağlığını kim koruyacak? Bu yüzden sağlıkçının sağlığını korumamız gerekiyor. Maddi, manevi her anlamda destek sunmamız gerekiyor.  İlk dönemde alkışlatılan sağlık çalışanlarının, ‘hakları ödenmez’ denen sağlık çalışanlarının hakları gerçekten de ödenmedi. Evet Kovid-19 biriminde çalışanlara belli bir süre tavandan bazı ek ödemeler verildi ama bu da adaletli bir şekilde dağıtılmadı. Verilen sözler yerine getirilmedi ya da kısmen getirildi.    Kovid-19’un meslek hastalığı olarak kabul edilmesi neden önemli?    Çalıştığınız işyerinde kaptığınızda ve .. meslek hastalığı olarak tanımlanması kabul edilmesi lazım. Şimdi Kovid-19 hastalığına baktığımızda sağlık emekçileri hasta baktıklarında kapıyorlar. Fakat ‘her yerde kapmış olabilir’ argümanı ile karşımıza çıkılıyor. Evet her yerde kapmış olabiliriz ama biz birebir hastalarla temas ediyoruz. Viral yük bizlerde daha fazla. İlk teması arkadaşlarımız yaptığı için işyerlerinde aldıkları viral yük de fazla oluyor ve şuan hala yoğun bakımda yaşam mücadelesi veren arkadaşlarımız var. Salgını ikinci defa geçiren arkadaşlarımız var. Bu yüzden Kovid-19’un meslek hastalığı olarak kabul edilmesini istiyoruz.      Pandeminin birinci dalgası baskılanmadan mevsimsel grip dönemine giriyoruz. Önümüzde nasıl bir risk var?   İnfluenza (grip) mevsiminde gribin Kovid-19 ile birleşmesi ile birlikte “kusursuz fırtına” dediğimiz olasılık artıyor. Bu yüzden risk daha fazla. Aylar öncesinden uyardık, uyarmaya da devam ediyoruz. Grip aşısının mutlaka herkese yapılması lazım. Şuan Dünya Sağlık Örgütü Kovid-19 hastalığı nedeniyle 6 yaşından büyük herkese bu aşının yapılması gerektiğini salık veriyor. Biz de bunu söylüyoruz. Koronik rahatsızlığı olsun olmasın 6 yaşından büyük herkese grip aşısının temin edilmesi gerekiyor. Çünkü aşı koruyucu sağlık hizmetlerinin en önemli adımlarından biri. Aşı aslında bir yaşam hakkıdır. Bu nedenle sağlık çalışanları, kronik rahatsızlığı olanlar başta olmak üzere herkes için ücretsiz bir şekilde temin edilmeli. Bu aslında kamusal bir sorumluluk.    Önlem olarak 1 milyon 500 bin doz grip aşısı ithal edilmesi derman olur mu?    Diyabeti, kronik kalp yada karaciğer hastalığı olan hasta aile hekimliğine gittiğinde birinci öncelikli risk grubunda olmadığı yanıtı ile karşılaşabiliyor. Bu yüzden hastalar ile aile hekimleri karşı karşıya geliyor ve bu da sağlıkta şiddeti körükleyen bir durum aslında.   Maalesef ithal edilen aşı miktarı sağlık çalışanlarını bile karşılamaktan uzak. Ki şuan grip aşısının kimlere yapılıp yapılmayacağı bile soru işareti. Grip aşısı aile hekimleri üzerinden reçetelendirildiği için şuan onlardan gelen bir serzeniş var.   Önceki yıllarda insanlar gidip belli bir ücret karşılığında alabiliyordu. Ama şuan aile hekimliğine gidiyorsunuz. Orada da anlam vermekte zorlandığımız, bilimsel alt yapısı olmayan bir skorlama ile aşı yapılabiliyor. Misal diyabeti, kronik kalp yada karaciğer hastalığı olan hasta aile hekimliğine gittiğinde birinci öncelikli risk grubunda olmadığı yanıtı ile karşılaşabiliyor. Bu yüzden hastalar ile aile hekimleri karşı karşıya geliyor ve bu da sağlıkta şiddeti körükleyen bir durum aslında.   Pandemi ile baş etmek için neler yapılmalı? Bu konuda kime ne sorumluluk düşüyor?    Salgında bütün sorumluluk yurttaşların ve sağlıkçıların omuzlarına bırakılmış durumda geldiğimiz noktada. Bu konuda yurttaşlara maskelerini ağız ve burunlarını kapatacak şekilde takmaları, gerekli fiziksel mesafeye dikkat etmeleri, el hijyenlerine dikkat edip, kalabalık ortamlara girmemeleri yönündeki uyarılarımızı yapmayı sürdürüyoruz. Ama sadece bireysel önlemlerle pandemi ile mücadele sağlanamaz, kamusal iradenin de devreye girmesi gerekiyor.  Öncelikle koruyucu sağlık hizmetlerine önem vermek gerekiyor. Şuan hala maskeye bile ulaşamayan yurttaşlarımız var. Son zamanlarda yapılan su zamları ile birlikte aslında halkın suya erişimi de engellenmiş oluyor. Çünkü yoksul semtlerde vaka sayılarında artışla karşılaşıyoruz. Kalabalık ve yoksul ailelerde ev içi bulaş fazla. Testi pozitif çıkan hasta hastaneye yatışı gerektirmeyecek düzeydeyse evine gönderiliyor. Toplu taşımayı kullanmak zorunda kalıyor. Yine kentteki evlerin üçte ikisinde çok sayıda oda, ikinci tuvalet ve banyo yok maalesef. Salgının önüne geçmek için bu bulaş zincirinin kırılması gerekiyor. Yoksa sadece maske takın, mesafeye dikkat edin demekle olmuyor maalesef.    Bunlarla birlikte koruyucu sağlık hizmetlerini öncelemek gerekiyor. Grip aşısının sağlık çalışanları ve kronik rahatsızlığı başta olmak üzere bütün topluma ücretsiz temin edilmesi gerekiyor ve sağlık meslek örgütleri ile birlikte ortak hareket etmek gerekiyor.   MA / Ömer Çelik - Cahit Özbek