Federe Kürdistanı krize sokan yönetim anlayışı 2020-12-12 09:40:12 SÜLEYMANIYE – Federe Kürdistan’da binleri sokağa taşıyan politikaların temelinde KDP ve YNK’nin yönetim anlayışından kaynaklanıyor. Üretimden koparılan halk, petrol gelirlerinden bağlanan maaşa alıştırılırken, kaymağın büyüğünü yönetimdeki aileler arasında bölüştürülmesi bardağı taşırdı.    Federe Kürdistan Bölgesi'nde, giderek büyüyen ekonomik kriz sonucu memur maaşlarının bile ödenemeyecek hale gelmesi ve yaşanan yolsuzluklara karşı gerçekleşen kitlesel protestolarla yükselen tansiyon henüz dinmiş değil. Tepkilerini göstermek üzere bölgenin Süleymaniye, Kerkük, Ranya, Qelediz, Kelar, Seyîdsadiq gibi birçok merkezinde sokaklara çıkan halk, bölge yönetimindeki KDP ve YNK’nin yanı sıra kimi siyasi partilerin bürolarını ateşe verdi. Bu protestolara dönük müdahalelerde yansıyan bilgilere göre, şu ana kadar ikisi çocuk 8 kişi yaşamını yitirdi, onlarca kişi de yaralandı. Protestoların giderek büyümesinin önüne geçmek için getirilen giriş çıkış yasakları halen devam ediyor.     Krizin kaosun eksik olmadığı Ortadoğu’da, bir dönem “istikrar adası” olarak tanımlanan, uluslararası yatırımcıların ilgisini çeken Federe Kürdistan Bölgesi’ndeki tablo 2014 yazından bu yana değişmiş durumda. DAİŞ’in saldırıları, yoğun göç, ekonomik ve siyasi kriz ile başlayan olumsuz gidişat, 2017 sonbaharında bağımsızlık referandumu ardından ‘tartışmalı bölge’ statüsünde olan, yani aslında Kürt şehri olup idari olarak Irak merkez hükümetine bağlı yerlerin Bağdat’ın kontrolüne geçmesi ile yeni bir boyut kazandı. ABD ile İran arasındaki hegemonya savaşı boyutlanması, DAİŞ’in devam eden saldırılarının yanı sıra Bağdat Hükümeti’nin bütçeyi kesme tehditleri altında ekonomisinin krize girmesiyle aylardır maaşların ödenmesi Federe Bölge’de yaşayan halkı sokaklara döktü.   Diğer yandan önce Zînî Wertê’de, sonra da Garê bölgesinde PKK’nin konumlandığı alanlara Bölge Hükümeti Başbakanı Mesrur Barzani’ye bağlı Gulan güçleri ve Roj Pêşmergeleri’nin yığılması bölge halkında acı “birakujî” hatıraları yeniden canlandırmış halde.   TARIM VE HAYVANCILIK BİTTİ    Baas Rejimi’nin 1991 yılında halk ayaklanmasıyla bölgenin birçok alanından çıkarılması akabinde KDP ve YNK’nin, ABD’nin kendilerine belirlediği sınırlar içinde iktidar olmaya başlamasından sonra, tarım ve hayvancılığa dayalı toplumsal özellikler yavaş yavaş yitirilmeye başlandı. ABD’nin, Irak’a 2003 yılında müdahale etmesinden sonra 2005 yılında Bölgesel Yönetimin oluşmasıyla birlikte, bu özellikler neredeyse tümden yitirilme noktasına gelirken, Federe Bölge ekonomik olarak özel politikalarla Türkiye’nin hakimiyet kurma aşamasına kadar getirilen bir hal aldı.     Bölge halkı, geleneksel olarak tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayan bir toplum. Ancak özellikle 1980’li yıllarda Baas rejiminin Enfal saldırılarında 6 bin Kürt köyü boşaltıldı, bunun sonucu yoğun göçler yaşandı. Günümüze gelindiğinde artık şehirde yaşayan nüfus, köy nüfusunu geçmiş durumda. Bunun doğrudan ekonomi üzerinde etkileri olurken, tarım ve hayvancılık hala var ancak kıyaslandığında oldukça sınırlı bir düzeyde. Onun dışında kayda değer bir üretim söz konusu olmadığı, ekonomisi ağırlıkta petrol satışlarına ve ticarete dayandığı için petrol sektörü çalışanları, bölgedeki işçi-memurun sadece yüzde 2’sini oluşturuyor. Yaklaşık 6 milyon nüfusa sahip Kürdistan Bölgesi’nde, doğrudan hükümetten maaş alan 1.6 milyonun yarısını memurlar ve pêşmergeler oluşturuyor. Diğer yarısında Enfal mağdurları, gaziler veya emekliler yer aldığı belirtiliyor.   TARIM DEPOSUYDU   Uluslararası egemen güçlerin planlarından ötürü Federe Bölge, savaşın en fazla yaşandığı parça oldu. Savaşın eksik olmadığı bu coğrafya, bir yandan savaş ile iç içe yaşarken, öte yandan tarım ve hayvancılık yapmaktan vazgeçmedi. Her koşul altında bulabildikleri bir karış toprağı bile ekip biçerek, birkaç baş hayvanlık ev ekonomisi ile kendi ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştı. 1978 yılında peş peşe gelen soykırımlar döneminde de bölge halkı, göç yollarına düşerken bile yanlarında alabildikleri birkaç hayvanını da götürüyordu. Bu nedenle hiçbir dönemde tarım ve hayvancılıktan uzak kalmayan bir toplumsal yapı oluştu.   PETROL GELİRLERİ    Uluslararası güçler tarafından Federal Kürdistan Bölgesi için yapılan planlamalar, zenginlik kaynağı olan petrolden ötürüydü. Petrol rezervleri üzerine yapılan planlamalar, Kürt bölgelerine yönelik düşünülen yönetim ve siyasi statüyü de belirliyordu. Bölge, zengin ve verimli toprakları, doğal su kaynakları ve dağlık alanları ile tarım ve hayvancılığa elverişli olduğu için tarım-köy toplumu normlarına göre yaşadı. 1990’lı yıllarda ABD ile Irak arasında Birinci Körfez Savaşı yaşandı. ABD bölgedeki amaçlarını gerçekleştirmek için bölgeye ‘Çekiç Güç’ uygulamasına geçti.    Çekiç Güç uygulaması ile bölgenin sınırları 36-42’nci paralel olarak belirledi. Bölge halkı, 1991 yılında Saddam Hüseyin diktatörlüğüne isyan başlattı. ABD’nin Çekiç Güç uygulaması halkın isyanına denk getirilerek, kendi gücü ile bir diktatörlüğü yenmesi gölgede bırakılmak istendi. ABD planı, siyasi partilere dayalı bir plandı. İsyan eden ise halktı. Halk isyan ederken bölgenin şimdiki iktidarını elinde tutan siyasi partiler Federe Kürdistan’da değildi. Siyasi partiler bölgeye döndükten sonra ABD tarafından Bölge Parlamentosu kurduruldu. Parlamento kurdurulduktan sonra YNK ve KDP uzlaştırılarak bölgenin iktidarı yapıldı. Bu iktidarla birlikte bölge partileri, petrol ticaretine başladı. Bu başlangıç fabrikaların devre dışı bırakılarak, burada çalışan işçi, memurlar, kırsal kentte tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayan halkın maaşlı Peşmergeliğe yönlendirmesi sürecini beraberinde getirerek, tarım ve hayvancılığın sonuna doğru bir gidişi başladı.   Bölge partileri bu dönemde kaçak yollarla İran ve Türkiye’ye petrol göndermeye başladı. Öyle ki Irak’ın çıkarıldığı alanlardan ayda 150 bin varil civarında petrol, kaçak yollarla Türkiye ve İran’a bu partiler tarafından gönderilmeye başlandı.   Partiler ve yetkilileri gelirlerini kaçak yollarla Türkiye ve İran’a gönderdikleri petrolle elde etmeye başlarken, bu gelirden hiçbir şekilde faydalanmayan halk, kırsal kesimde tarım ve hayvancılığını sürdürdü.   SADDAM'IN POLİTİKALARI   Irak diktatörü ve Kürt soykırımcısı Saddam Hüseyin, Federe Kürdistan’da bir yandan soykırım, katliamlar gerçekleştirirken, diğer taraftan da ekonomik sömürüyü geliştirmek ve kendisine bağlı kişiler yaratmak için bazı fabrikalar kurdu. Saddam Hüseyin, ABD’nin 1990’daki 1. Körfez Savaşı'ndan sonra Irak’a uyguladığı ambargonun etkilerini azaltmak amacıyla Süleymaniye, Hewlêr ve çevresinde 500 ile 600 kişinin çalışabileceği kapasiteli fabrikalar kurdu.  Süleymaniye kent merkezinde büyük bir buğday silosu, tekstil fabrikaları,  400 ile 600 kişi çalışabilen sigara fabrikası, Serçinar’da yaklaşık 300 kişinin çalıştığı çimento fabrikası, Bekrajo’da pancar üretiminden dolayı şeker fabrikası açıldı. Hewlêr'de ise tüm Irak’a yetecek kapasitede salça fabrikası kurdu; aynı salça fabrikasından -daha düşük kapasiteli- Süleymaniye’ye de kurulmuştu. Ayrıca Hewlêr'de halı fabrikası, düşük kapasiteli sigara fabrikası, tüm Irak’a yetecek düzeyde birkaç tane tavuk çiftliği kurmuştu. Aynı tavuk çiftliklerinden birkaç tane de Süleymaniye’de kurulmuştu. Bu fabrikalara işçi-memur alınırken, zamanla bu insanlar Baasçı yapılmak isteniyordu.   HALK BİLDİĞİ YOLDAN ŞAŞMIYORDU   Bu fabrikalara rağmen bölge halkı, özellikle de dağlık olan Kandil, Deşta Herir, Akre, Pencwin, Şeqlawa, Rewandüz, Çemçemal, Seyid Sadık, Ranya, Xurmal, Ahemdava, Qaledizê ve bölgenin diğer tüm bölgelerinde hayvancılık ve tarımsal üretimle geçimini sağlamaya çalışıyordu.   Bunun yanı sıra Süleymaniye ve bağlı ilçelerde pirinç üretim bölgeleri oluşturulmuştu. Sadece Süleymaniye’ye bağlı Şarezor, Pencwin, Derbendixan, Bazyan, Dukkan ve Ranya’da 5 pirinç üretim merkezi kuruldu. Bu merkezlerde tüm Irak ve Federe Bölge’ye yetecek düzeyde pirinç üretiliyordu.   Saddam Hüseyin, ABD’nin uyguladığı ambargoyu hafifletmek ve bölgeyi sömürmek amacıyla bu fabrikaları kurarken; Necef, Kerbela, Divaniye, Mussena gibi Şii Arap bölgelerinde de yüz binlerce tonluk pirinç üreten merkezler oluşturdu. Bu bölgelerden elde edilen pirinç, İran ve Pakistan’a kilosu 50 sent karşılığında ihraç edilerek, ambargonun etkileri hafifletilmek istendi.   TÜRKİYE BÖLGEYE EL ATTI    ABD’nin 2003 yılında Irak’a müdahale etmesinin ardından Irak geneli ile Federe Kürdistan için siyasi, ekonomik, toplumsal ve sosyal anlamda yeni bir süreç başladı. Bu süreç, Federe Bölge için diğer üç parçanın kurtuluşu, Kürt kültürü, tarihinin kökleştirilip yaşatılabileceği bir zemin sunuyordu. Bunun yanı sıra bağımsız bir Kürt ekonomisinin gelişmesine büyük imkânlar sunuyordu.   Ancak gerek ABD’nin izlediği politikalar, gerek bölgedeki iktidar olan partilerin izledikleri siyasi, ekonomik politikalar ‘el atmak’ için bekleyen Türkiye’ye büyük fırsatlar sundu. İzlenen politikalar Türkiye’ye daha doğrusu AKP ve Erdoğan’a ekonomik, siyasi ve daha önce askeri üsler kurarak geliştirilen fiilen işgale altın tepside fırsatlar sundu.   Türkiye ve AKP, 2003 yılından sonra Irak ile yaptığı anlaşmaların birçoğunu ya iptal etti ya da kendi istediği gibi uygulamaya başladı. 2003 yılında Saddam Hüseyin iktidardan düşürüldükten sonra 1946 yılında Türkiye ile Irak arasında yapılan ve daha sonra birçok kez yenilenen su anlaşmasını Türkiye tek taraflı olarak iptal etti. Irak ve Federal Kürdistan Bölgesi’ne gelen suyu istediği zaman keserek Irak ve bölgeden tavizler kopardı. 1946 yılında yapılan ilk anlaşmada "ihtiyaca yetecek kadar su bırakılacak" maddesi Türkiye tarafından geçersiz sayılarak, su kesildiği için sulu tarım arazileri etkilendi.    Böylelikle tarımsal üretim, su sorunu yaşanmaya başlandı. O yüzden daha önce ekilen pirinç tarlaları başta olmak üzere birçok tarım arazisi sulu tarıma kapandı. Ancak buna rağmen bölgede, özellikle de Süleymaniye çevresinde pirinç üretimine devam edildi.   MAAŞLI PEŞMERGELER    KDP ve YNK iktidara geldikten sonra her ne kadar ABD tarafından uzlaştırılıp iktidar ortağı haline getirilseler de, parti olarak kendilerini örgütleme yollarını aradılar. '90’lı yıllarda tanıştıkları petrol ticaretinin yollarını arayarak yönetici kesimlerin zenginlik peşinde koşması; elde edilen gelirle parti örgütlemeleri hesaplarını yaptılar. Bunun için her parti kendi bölgesinde ve taraftarlarından maaşlı peşmergelik örgütleme politikasını izlemeye başladı. İzledikleri bu politika ile kırsal kesimlerde her evde en az bir kişiye peşmerge maaşı bağlandı. Şehirlerde ise her ne kadar tek otonom bölge olarak kabul edilmiş gibi görünse de her parti kendi bölgesinde kurduğu devlet kurumlarında parti kadrolarını memur statüsünde işe aldı. İç güvenlik güçleri olarak da köylerde bile asayiş örgütlendirilerek insanlar maaşa bağlandı. İzlenen bu politikalar giderek kırsal ve il, ilçe, kasabalar ile köylerde tarımsal üretim ve hayvancılığın yerini maaşlı yaşama bıraktı. Zaman ilerledikçe tarım ve hayvancılık yok olma noktasına geldi.    Her iki partinin izlediği bu politikalardan ötürü yaklaşık 5 milyon civarında olan bölge nüfusunun dörtte biri, memur statüsü aldı. Memur olarak gösterilenlerin hemen hemen hepsinin, her iki partinin kadroları olduğu da bilinmiyor değil. Bu durum Bağdat merkezi hükümeti ile bölgesel yönetimi arasında yaşanan sorunlardan biri olarak da kabul edildi. Merkezi hükümet ile bölgesel yönetim arasındaki bütçe sorununda parti kadrolarının memur statüsünde gösterilmesi başlıca etken.   ÖZELLEŞTİRME POLİTİKALARI KİME YARADI?   Bölgenin iktidar partileri olan KDP ve YNK, Türkiye ile 1992 yılından sonra çok daha sıkı ilişkiler geliştirmeye başladı. Bu ilişkiler Kürt özgürlük hareketine düşmanlık üzerinden kurulan ilişkiler oldu. Öte yandan Türk hükümetleri, bölgeye yönelik politikalarını ekonomik, eğitim alanlarında geliştirmek için adımlar attı. 1992 yılında ABD tarafından sınırları belirlenen Güney Kürdistan’da Türkiye’ye kaçak yollarla petrol gönderilmesi ile ekonomik altyapı temelleri atıldı. Aynı yıl Fetullah Gülen, Süleymaniye’de Işık Koleji adıyla ilk okulunu açtı. 2003 yılından sonra Gülen Cemaati tarafından ekonomik ve eğitim alanında atılan bu adımlar hızla yaygınlaştırıldı. Gülen Cemaati tarafından bölgede, özellikle de Hewlêr çevresinde inşaat, gıda, sağlık, petrol ticareti önemli şirketler başta olmak üzere yüzlerce şirketin açılmasına referans oldu.   Kurulan şirketlerin hemen hemen hepsinde KDP yetkililerine pay verildi. Sadece pay vermek değil, şirketlerin hepsinde ortaklıkları vardı. Bunun yanı sıra KDP yetkilileri çok büyük meblağda petrol, gıda ticareti ile inşaat sektöründe yer alan şirketler de kurdu. Bunların başında Kar Grup, Mihtap, Selahaddin, Kürdistan adındaki şirketler geliyor. Bu şirketlerin sahipleri ise Neçirvan Barzani, Mesrur Barzani ve kardeşleri. Bu şirketlerin çoğunluğu da Gülen Cemaati ile ortak kurulan şirketlerdi.   AKP BÖLGE’DE 6 BİN ŞİRKET KURDU   Saddam yıkılıp, 2005 yılında Bölgesel Yönetim oluşturulduktan sonra uygulanan ekonomik politikalar, yeni iktidara gelen AKP’nin ekonomik olarak işgalini geliştirip, kendisini örgütlemesi için muazzam bir zemin sundu. Bu zemin üzerinden başlayan ekonomik baskının kökleşmesinin sonucu olarak, bölgede Türkiye ile çalışan 6 bin şirket kuruldu. Çeşitli dallarda ticaret yapan bu şirketler üzerinden Türkiye yıllık 10 milyar dolar kazanıyor. Bir nevi Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğü özel savaşın bütçesi neredeyse bölgede kurulan şirketler ve bu şirketlerle yapılan ticaretten elde edilen gelir ile karşılanıyor.   AKP’nin Federal Kürdistan Bölgesi’ne bu kadar köklü bir şekilde ekonomik alanla giriş yapmasına, izlenen ve tavsiye edilen özelleştirme politikaları vesile oldu. Federe Bölgesel Yönetimi 2005 yılında ilan edilirken, aynı yıl ABD’nin Irak Temsilcisi Paul Bremer döneminde özelleştirme politikaları başladı. KDP yönetimi, Bremer’in özelleştirme politikalarına çok kısa zamanda cevap verdi. Cevap şunlar oldu: Süleymaniye ve çevresinde daha önce kurulan ve yüzlerce kişinin çalıştığı Serçinar’da çimento fabrikası, Süleymaniye merkezde 400 ile 600 kişinin çalışabildiği sigara fabrikası, Süleymaniye Bekrajo’da şeker fabrikası, Süleymaniye merkezde büyük bir buğday silosu, şehir merkezinde tekstil fabrikalar ile Hewlêr'de tüm Irak’a yetecek kapasitede salça fabrikası, Hewlêr'deki halı fabrikası, düşük kapasiteli sigara fabrikası, tüm Irak’a yetecek düzeyde birkaç tane tavuk çiftliklerini kapatmak. Kapatılan, üretimi durdurulan bu fabrikaların üretiminden elde edilen ürünler ister istemez dışarıdan temin edilmeye başlandı. Temin edilen ülkelerin başında ise pazarı elinde tutmaya çalışan Türkiye geldi. Böylelikle özelleştirme politikaları kapsamında kapatılan ve üretimleri durdurulan fabrikaların yerine de Türkiye kendi şirketleri ile girerek işgalini bir adım daha ileri götürdü.   14 ÜLKEDEN PİRİNÇ ALIMINA BAŞLANDI   ABD’nin Saddam Hüseyin'e müdahaleden sonra Türkiye ile Irak arasında daha önce var olan ve "ihtiyaca yetecek kadar verilmesi gerekir" şeklindeki su anlaşması da Türkiye tarafından tek taraflı olarak bozulduğu için, bölge ve Irak’taki pirinç üretimi de çok ağır bir darbe yedi. Irak’ın dört eyaletinde üretilen ve ambargoyu delmek için kilosu İran, Pakistan, Afganistan’a 50 cente ihraç edilen pirinç üretimi, Türkiye’nin suyu kesmesi sonucu tamamen durdu. Sadece Irak’ta değil, Irak ile birlikte daha önce Süleymaniye kentine bağlı 6 bölgeye ve tüm Irak’a yetecek kadar üretilen pirinç üretimi de durdu. Bırakalım tüm Irak’a yetecek kadar pirinç üretimini, şimdi Federal Kürdistan Bölgesi’ne dahi yetecek kadar pirinç üretilmiyor. Bunun bir nedeni suyun kesilmesi olurken, diğer önemli sebepler olarak halkın maaşlı yaşama alıştırılması, üretimden düşürülmesi, üretimden çok hazır geleni tüketme üzerine kazandırılan alışkanlıklar ve kültür olarak sıralanabilir.   Kendisine yetecek ve İran, Pakistan ve Afganistan’a yılda tonlarca pirinç ihraç edecek bir üretim kapasitesine sahip olan Irak ve bölge pirinç üretimi darbe yiyince, kendi ihtiyacını dışarıdan pirinç ithal ederek karşılamaya başladı. 14 ülkeden yılda 1 milyon ton civarında pirinç ithal ederek kendi ihtiyacını karşılamaya çalışıyor. İthal edilen yaklaşık 1 milyon top pirinç karşılığında yılda 700 milyon dolar civarında ödeme yapılıyor. Daha önce Irak ve bölgede pirinç üretimi yapıldığında bu 700 milyon dolar gelir olarak bölge ve Irak halkının cebine giriyordu. Şimdi ise bu para 14 ülkeye ödeniyor.   TÜRKİYE İLE 50 YILLIK ‘GİZLİ’ PETROL ANLAŞMASI    Bağdat ve Hewlêr hükümetleri arasındaki son anlaşmaya göre, Güney Kürdistan’ın 2020 genel bütçesindeki payına karşılık günlük 250 bin varil petrol ve sınır kapılarındaki gelirin yüzde 50’sini Irak hükümetine vermesi gerekiyordu. Fakat Bölge Hükümeti bugüne kadar bu anlaşmanın yükümlülüklerini yerine getirmedi. Bölge Hükümeti’nin maaşların ödenmemesi konusunda suçladığı Irak Hükümeti, süren bütçe görüşmeleri sırasında hem Irak hem de Federe Bölge’deki memur maaşlarının ilgili mercilere gönderildiğini açıkladı.    Açıklamanın devamında özellikle Bölge Hükümeti ve KDP’nin petrol, sınır kapıları ve gümrük gelirlerinin uzun zamandır Irak hükümetine aktarılmamasına rağmen memur maaşların gönderilmesinde hiçbir sıkıntı yaşanmadığının altını çizildi. Yine Başbakan Mesrur Barzani, 17 Ağustos'ta Twitter hesabından yaptığı açıklamada, Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinin ardından Bağdat'ın federal bütçeden bölge hükümetine aylık 320 milyar Irak dinarı göndermeyi kabul ettiğini belirtmişti.   Bağdat hükümeti, KDP’nin Türkiye ile imzaladığı 50 yıllık petrol anlaşmasıyla ilgili olarak, bölge yönetimini, Bağdat’ın bilgisi olmadan petrolü elden çıkarmak ve satmakla suçluyor. Iraklı parlamenterler de Federal Petrol Bakanlığı, parlamentodaki Petrol ve Enerji Komitesi ve Şeffaflık Komitesi’ne, ‘Kar’ adlı şirket ile bölge hükümeti arasındaki petrol anlaşması ve Xormala petrol sahasının yönetimiyle ilgili soruşturma açılması için çağrı yapıyor. Söz konusu petrol sahası Irak genelindeki petrol üretiminin yüzde 35’ini karşılıyor. Ancak Hewlêr hükümeti ile şirket arasındaki anlaşmanın detaylarına dair hiçbir bilgi yok.    MA / Erdoğan Altan