Salih Müslim: Öcalan Kürtleri kurdun ağzından çıkardı 2021-04-01 09:02:26 HABER MERKEZİ - PYD Eşbaşkanlık Konseyi Üyesi Salih Müslim, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Kürt halkı açısından önemine dikkati çekerek, “Öcalan ölmüş bir halkı yeniden diriltti. Halk ölmüş, bitecekti ama Sayın Öcalan buna izin vermedi, Kürdü kurdun ağzından çıkardı” dedi. Suriye iç savaşı 10 yılı geride bıraktı. Büyük bir tahribatın yaratıldığı Suriye’de, “çözüm” yerine kriz daha da derinleşiyor. Ne Şam yönetimi ne de savaşa taraf olan uluslararası güçler, çözüme yanaşmıyor. Rojava devrimiyle Suriye’nin “kimliksiz” Kürtleri, DAİŞ’e karşı büyük direndi. Tarihten günümüze inkar edilen ve paylarına imhadan başka bir şey düşmeyen Kürtleri, artık dünya tanıyordu ve gıptayla söz ediyordu. Suriye’de parmağı olan bölgesel ve uluslararası her güç savaşı kızıştırırken, Ortadoğu’daki krizin kök hücresi olan ulus-devlete karşı demokratik özerklik projesiyle çözüm formülü sunan Rojava modeli, halklara umut oldu.   Demokrasi şemsiyesi altında inançlar ve halkların buluştuğu Kuzey ve Doğu Suriye’de, bir yandan yeni yaşam inşa edilirken, diğer yandan eskide ısrar eden tekçi, milliyetçi ve dinci ulus-devletlerin saldırıları hiç durmadı. Tüm bu saldırılara rağmen ayakta kalan ve demokratik sistemini ören Kuzey ve Doğu Suriye’de, çözümsüzlükten türeyen DAİŞ’e yönelik operasyonlar da sürüyor. Yeni ABD yönetiminin Suriye politikasının ne olacağı beklenedursun, Kuzey ve Doğu Suriye İç Güvenlik Güçleri, DAİŞ’in Hol Kampı’ndaki hücre yapılanmasına yönelik 5 bin kişilik güçle operasyon başlattı. Operasyon sıcaklığını korurken, Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eşbaşkanlık Konseyi Üyesi Salih Müslim ile bölgedeki son gelişmeleri ve gündemdeki konuları konuştuk.   Müslim, Hol operasyonu, ulusal birlik, Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê’deki son durum, yeni ABD yönetiminin bölgeye etkileri, İmralı tecridi ile PKK Lideri Abdullah Öcalan için Rojava’nın neden bu kadar önemli olduğuna dair değerlendirmelerde bulundu.   Kuzey ve Doğu Suriye İç Güvenlik Güçleri, Hol Kampı’nda DAİŞ’lilerin hücre yapılanmasına yönelik operasyon başlattı. Hol Kampı’nda nasıl bir tablo var?   Hol Kampı, 2014’te Iraklı mültecilerin kalması için kuruldu. Ancak daha sonra Baxoz’dan kaçan DAİŞ’liler buraya taşındı. Geçmişte kalanlarla beraber Hol Kampı’nda 60 binden fazla kişi kalıyor. Kampta kalanların 30 bini Irak, 20 bini Suriyeli, çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan 10 bine yakın yabancı bulunuyor. Baxoz, DAİŞ’ten temizlenip, bir kısmı kampa getirildikten sonra, yavaş yavaş olaylar çıkmaya başladı. Kampta bulunan DAİŞ’liler, kadınlar, hatta çocuklar aynı fikirde olunca, bir süre sonra kampta kalan diğer kişilerle sorunlar yaşamaya başladı. Öyle bir dereceye geldi ki kampta artık ölümler, öldürmeler yaşanmaya başlandı. 2021’in başında beri susturucu silahlar ve kesici aletlerle 47 öldürme olayı yaşandı. İkincisi de çeteler olduğu için çok sayıda kaçırma olayı yaşanmaya başlandı.      Kaçırma olaylarının çoğu da Türkiye MİT’i eliyle oluyor. Kamptaki düzensizlik, gizli örgütlenmeler ve son olarak 3 ayda 47 kişinin öldürülmesiyle, İç Güvenlik Güçleri de bu operasyonu yapmaya karar verdi. Kaçırma olaylarının çoğu da Türkiye MİT’i eliyle oluyor. Kampta kaçırılanlar Türkiye’ye götürülüyor. Türkiye eliyle kampın içinde doğrudan bir örgütlenme var. Birçok uluslararası yardım kuruluşu da kampa girip çıkıyor. Kızılay, Kızılhaç ve diğerlerin sızdırmaları oluyor. Kamptaki düzensizlik, gizli örgütlenmeler ve son olarak 3 ayda 47 kişinin öldürülmesiyle, İç Güvenlik Güçleri de bu operasyonu yapmaya karar verdi. Operasyon 5 gündür devam ediyor. İlk 3 güne ilişkin aldığımız verilere göre, 53 kişi yakalandı, yakalananlardan 5’i DAİŞ emiriydi. Yine birçok tünel bulundu, bilgisayarlar, gizli olarak kullanılan cep telefonları yakalandı. Daha tam anlamıyla detaylar ortaya çıkmış değil, operasyon uzun sürebilir. 60 binin kişinin yaşadığı bir yerden bahsediyoruz. Neredeyse bir şehir gibi. Bu güvenlik operasyonu sonuna kadar sürecek.   QSD Genel Komutanı Mazlum Ebdî’nin uluslararası güçlere yabancı savaşçıların alınması ve uluslararası bağımsız mahkemelerin kurulup, suçluların yargılanması çağrısı vardı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?   Kamuoyu çok bilmiyor ama burada bilmemiz gereken bazı önemli şeyler var. Hol Kampı’nda kalan aileler ve çocuklar gibi, orada bulunan erkekler de öyle savaşa katılmış kişiler değil. Suç işlemiş kişiler ve yakalananlardır. Ama ayrıca hapishanelerde bulunan DAİŞ’liler var. Bunların sayıları da 12 bin civarındadır. DAİŞ’liler kampta değil, başka yerlerde tutuklular. Uluslararası güçlerden istenen bağımsız mahkemeler, hapishanelerdeki DAİŞ’liler içindir. Kampta bulunan kadınlar, erkekler suç işlemişse, tabi bunların da yargılanması gerekiyor. Ama bu dediğimiz mahkemeler asıl suçlular, DAİŞ’liler içindir.   Hol Kampı için bir çağrınız var mı?   Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi ve biz, kampta kalan kadın ve çocuklar için her zaman çağrılarımız var. Hafif suçlara karışmışsa da çoğu ağır suçlar işlemiş değil. Kamptaki çocukları hiçbir zaman pazarlık konusu yapmak istemiyoruz. Onları araç olarak, politikaya malzeme yapmak istemiyoruz. İnsani bir durum olduğu için uluslararası güçlere çağrı yapıyoruz. Vatandaşı olduğu ülkelerin gelip, vatandaşlarını almasını istiyoruz. Bunun için de herhangi bir zorluk yok. Şimdiye kadar birçok ülke bunu yapmış, gelip yönetime başvurmuş, gerekli prosedürler yerine getirilip, vatandaşları onlara teslim edilmiş. Bütün ülkelere bu konudaki çağrımızı yineliyoruz.    Bu sorumluluğu yerine getiremeyen ülkeler de var. Bu durumun sürüncemede kalmasının nedeni nedir?   Duyarsızlıktır. ‘Biz bundan kurtulmuşuz, vatandaşlarımızı geri almak istemiyoruz’ yaklaşımı var. Kamuoyu da DAİŞ’li çocukları, kadınları karşısında bir sempati duymuyor. ‘Biz kurtulduk, yine başımızı niye belaya koymayalım’ diyorlar. Başka görüşler de olabilir. Biz hiçbir zaman çocukları, kadınları pazarlık konusu yapmak istemiyoruz. Çünkü bu bir insanlık meselesidir. Çocukların bu koşullarda olması kötüdür. Kimse ne yardım ediyor ne de destek veriyor. Yardımlar yapılsa da çok yetersiz kalınıyor. Kamptaki 10-15 yaşındaki çocuklar okulda olmaları gerekiyor ve suçsuzlar. Çoğunun kimliği yok, kimin çocuğu olduğunu da bilmiyoruz. Uluslararası bir problemdir. Herkesin taşın altına elini koyması gerekiyor.   2018’de Efrîn, 2019’da Girê Spî ve Serêkaniyê, Türkiye’ye bağlı güçlerin eline geçti. Bu üç kentte şu an durum nedir, neler yaşanıyor?    Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê’de kamplar kurup, çeteleri örgütlüyorlar, eğitim veriyorlar. Daha sonra bu çeteleri Libya’ya Azerbaycan’a ve diğer yerlere gönderiyorlar. Yine DAİŞ’lilerin ailelerini, çocuklarını yerinden ettiği insanların yerine yerleştiriyorlar. Efrîn’de Türk faşizminin işgali var. Aynı şekilde Serêkaniyê ve Girê Spî’de benzer bir durum var. Türkiye ve oradaki çetelerin amacı demografik yapıyı değiştirmektir. Bölge halkını yerinden edip, yerine başkalarını yetiştiriyorlar. Guta, Hama, diğer bölgelerden ve Türkiye’den getirdikleri çeteleri bu bölgelere yerleştirdiler. Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê’de kamplar kurup, çeteleri örgütlüyorlar, eğitim veriyorlar. Daha sonra bu çeteleri Libya’ya Azerbaycan’a ve diğer yerlere gönderiyorlar. Yine DAİŞ’lilerin ailelerini, çocuklarını yerinden ettiği insanların yerine yerleştiriyorlar. Az sayıda kalan halkı da tehdit ediyor, kaçırıyorlar. Efrîn’in yanı başında Şehba Kampı var. 120 binin üzerinde Efrînli var. Ne zaman dönecekler ne zaman işgal sona erecek diye bekliyorlar. Türk faşizminin bir metodudur. Oradaki çeteleri halka saldırıyor, bir koz olarak onları kullanıyorlar. Öldürme, kaçırma, ırza geçirme gibi çirkin şeyler yapıyorlar. Türkiye’de sanki bunlardan sorumlu değilmiş gibi davranıyor.   Yine Türkiye’nin işgal ettiği alanlar uluslararası güçlere, dış dünyaya kapalıdır. İnsan hakları kuruluşları, gazetecileri kimseyi almıyorlar. İşgal altındaki bölgelerde neler yaşanıyor, kimse pek bir şey bilmiyor. Geçtiğimiz günlerde İspanyol bir grup gazeteciyi getirip, istenilen bölgede kendilerinin propagandasını yapmasını istediler. Özel savaş uygulamalarını uyguluyor.   Bu üç kent için neden sessiz kalınıyor?   Efrîn’in Türkiye tarafından işgal edilmesi, çetelerin yerleştirilmesi, bir konsept çerçevesinde yapıldı. Bu politik bir konsepttir. Türk faşizmi karşısında ister Ruslar olsun ister uluslararası koalisyon olsun, onlar da sustular. Rejim de bu konseptin içinde yer alıyor gibi davranıyor. Biz siyasi parti olarak, yapmak istediğimiz var olan konsept dengesini değiştirmektir. Şimdiye kadar herkes sus pus ve hala değişmiş değil. Aynı şey Girê Spî ve Serêkaniyê için de geçerlidir. QSD savaş gücüdür, biz de siyasi güç olarak mücadelemizi sürdüreceğiz. Var olan politik denge değişmeden ne yaparsanız yapın, Türkiye faşizmi tüm tekniğini kullanıp, bunu sürdürmek istiyor. Türkiye NATO üyesi ve bölgede tüm silahlarını, gücünü kullanıyor. Politik konsept değişirse, halkın geri dönmesi için elverişli olabilir. O zaman daha sonuç alıcı bir çözüme kavuşabiliriz.   Partiniz PYD’nin de içinde yer aldığı Kürt Ulusal Birliği Partileri (PYNK) ile ENKS arasında ulusal birlik için uzun süre görüşmeler yapıldı. Görüşmeler ne aşamada?   Görüşmeler QSD Komutanlığı ve ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi yardımcısı ara buluculuğunda devam ediyordu. ABD’nin yeni yönetiminin gelmesiyle, görevli temsilci değişti, yeni gelen ABD temsilcisi tekrar iki tarafla görüşmeler yaptı. Yakında görüşmeler tekrar başlayacak. İki taraf da görüşmelerden çekilmiş değil. Önümüzdeki günlerde tekrar başlayacağız.    Bu görüşmelerde somut olarak üzerinde uzlaşılmayan konular neler?   Tabi hala uzlaşılmayan birçok konu var. Farklı siyasi görüşler var. Kim dosttur, kim düşmandır anlamak için, yine ne yapalım, nasıl yapalım diye kafa yoruyoruz. Kürt Konseyi var ve burada kim ne kadar temsil edilecek konusunu konuştuk. Bunlar üzerinde de anlaşıldı. Konular üzerinde teker teker konuşulup, çözüme kavuşturmak istiyoruz. ENKS’nin artık kurulan sisteme nasıl katılacağı, nerede görev alacağı konuşuluyor? Parlamento halk meclisleri, yönetim meclisleri, buralarda nasıl yer alacaklar. Kürtler ile Araplar ve diğer halklar arasında toplumsal bir sözleşme var. Bunların hepsinin gözden geçirilmesi gerekiyor. Ne kadar zaman alırsa da görüşmeler sürecek.   En somut sorun, okullarda Kürtçe eğitim müfredatıydı. Bu konuda zaten yönetimimiz ile rejim arasında da bir çekişme vardı. Biz sadece dil dersi değil, her şey Kürtçe olsun istiyoruz. Bu konuda zaten pratikte de devam ediliyor, okullarda Kürtçe eğitim veriliyor. ENKS buna itiraz ediyor ve karşı çıkıyor. ‘Kabul etmiyoruz, müfredat Kürtçe olmasın’ diyor. ‘Rejimin müfredatı bizim için daha kolaydır’ deyip, bunu dayatıyorlar. Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi bu konuda nettir. Müfredatın Kürtçe olması ve bunda ısrarcı olmak gerekiyor. Dil ve kültür bizim için varlık nedenidir. İkincisi de askerlik konusudur. ENKS, askerlik olmasın, kimsenin askere gitmesini istemiyor. Ama dünyanın her yerinde zamanı geldiğinde gidip, askerlik yapılıyor. Sen niye buna karşı çıkıyor, engelliyorsun. Bu tartışmalar oluyor daha da olacağı bekleniyor. Ama yine de bunun üzerinde durmaya devam edeceğiz.   Kürtler için ulusal birlik neden bu kadar önemli? Kürtler oturup bazı ilkeler etrafında toplanmalıdır. Kürtler artık birbirlerine karşı savaşmasın, Kürdistan’ın dört parçasını işgal etmek isteyen güçlerin oyununa gelmesin. Bizim için varlıksal bir meseledir. Kürtlerin dağınık olmasından yola çıkarak, çeşitli görüşlerin olması ve tarihten ders çıkarmak lazım. Dağınık Kürtlerin varlığı hep düşmanın işine yaramıştır. Düşmanlar tarafından kullanılmıştır. Kürtleri birbirine karşı kullanılmıştır. Dağınık Kürtler, birliksiz Kürtler hem birbirlerine zarar veriyor hem de diğer halklara zarar veriyor. 1915’te Kürtler dağınık olmasaydı, belki Ermeni Soykırımı olmayacaktı. Kürtleri bir araç gibi düşmanların eline geçiyor. Bizim için kökten bir sorun ve bunun çözülmesi gerekiyor. Kürtler oturup bazı ilkeler etrafında toplanmalıdır. Kürtler artık birbirlerine karşı savaşmasın, Kürdistan’ın dört parçasını işgal etmek isteyen güçlerin oyununa gelmesin. Temel ilkeler üzerinde anlaşılırsa, Kürtlerin faydasına olur. Rojava’da da Kürtler beraber hareket ederse hem Suriye rejimi hem de muhalefet açısından elimiz güçlenir. Haklarımızı daha kolay elde edebiliriz. Birlik bizim için varlık meselesidir. Kürtlerin beraber hareket etmesi, birlik olması çok önemli bizim için. Kurt birliğinin sağlanması, beraber hareket etmesi, bir koordinasyonun olması çok önemlidir. Kürtlerin birliği, Kürtler kadar bölgedeki halklara da faydası olur.   Lozan’ın yüzüncü yıl olan 2023’ün yaklaşması da referans gösterilerek, bu tarihte 4 parçaya bölünen Kürdistan’da o günü ve bugünü karşılaştırırsak, Kürtler, Kürt partileri, oluşumlar nasıl yaklaşmalı?   Lozan’ın üzerinden 100 yıl geçmesi, bitmesi demek değildir. Ancak biz Lozan’ı da beğenmiyoruz. Lozan Kürtlerin aleyhine oldu. Bazı taraflar bunu bitirmek istiyor. Türkiye tarafı bunu bitirip, ‘Misak-i Milli’ye dönmek istiyorum’ diyor. Daha birkaç gün önce Türkiye Parlamentosu Başkanı Mustafa Şentop, uluslararası sözleşmelerden, anlaşmalardan bahsetti. Bazı taraflar bu anlaşmayı kendileri için dar bir gömlek olarak görüyor. Ancak bizim Kürt tarafı olarak çıkaracağımız çok dersler var. Umarım Lozan’da da olanlar bir daha olmaz. Kürtlerde bir yakınlaşma olur ve beraber hareket ederler.   Tarihçiler, “Lozan Kürtlere 100 yıl kaybettirdi” diyor. Kürtler 100 yıl daha kaybetmemek için ne yapmalı?   Kürtlerin birlik olması, yakınlaşması gerekiyor. Lozan’daki ve sonrasında yaşanan hataları tekrarlamaması gerekiyor. En başında söylediğim gibi, Kürtler dağınık olursa, yine herkes faydalanır ve birbirlerine karşı kullanırlar. Kürtlerin belirlediği ilkeler üzerinde anlaşmalar olmalı. Yüz yıl önce olan hataların tekrarlanmaması gerekiyor. Kürtlerin bir yüz yıl daha kaybetme şansı yok.   Suriye’de ABD, Rusya ve uluslararası koalisyon güçleri var. ABD ve Rusya’nın Efrîn, Girê Spî, Serêkaniyê’deki rolleri de göz önünde bulundurulursa, ABD ve Rusya’nın Suriye politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?  Suriye’de bulunan güçlerin hiçbirini biz davet etmedik ve onlara karşı savaşıp da çıkın buradan demiyoruz. Onları buraya getiren çıkarlarıdır. Türkiye aynı noktada ve aynı durumda değildir. Türkiye açık bir şekilde savaşıp, bölgeyi işgal etmiştir. Birincisi; Suriye’de bulunan güçlerin hiçbirini biz davet etmedik ve onlara karşı savaşıp da çıkın buradan demiyoruz. Onları buraya getiren çıkarlarıdır. Suriye halkı birlik olursa çıkarabilirler. İkincisi; Türkiye aynı noktada ve aynı durumda değildir. Türkiye açık bir şekilde savaşıp, bölgeyi işgal etmiştir. Rusya ya da ABD’de bunu görmek mümkün değil. ABD, 2014 anlaşmaları çerçevesinde DAİŞ’e karşı kurulan ve 73 ülkenin yer aldığı uluslararası koalisyonun bir üyesidir, parçasıdır. DAİŞ ve çeteler artık dünyayı tehdit eder hale gelince, bu ülkeler bir araya gelip, bunlara savaş açtı. Bunlar bu çerçevede bulunuyor diyebiliriz ama Türkiye öyle değil. Bu güçler kalkıp, ‘Ben Kürtleri bitireceğim, Rojava yönetimini ortadan kaldıracağım, demografik yapısını değiştireceğim’ demiyor. İran ve Türkiye’nin öyle bir durumu var. Türkiye bunu da açık bir şekilde yapıyor. Her alanda Kürt düşmanlığı yapıyor.     Herkes kendi çıkarları için geliyor. Suriye halkı olarak kimsenin çıkarına karşı değiliz ama kalkıp bizi ihmal edip, kendilerini bize zoraki dayatırsa, bu da olmaz. Kendi çıkarlarına bizi kurban etmelerine izin vermeyeceğiz. ABD’nin durumu ise Trump ile Erdoğan arasındaki kişisel ilişkilerdi. Erdoğan bir şeyler koparmak istedi. Efrîn meselesi de yine Ruslar ile Şam rejimi arasında bir pazarlık konusu yapıldı. ‘Sen Guta’yı boşalt, ben Efrîn’e ses etmeyeyim’ üzerinden kirli bir ittifak kuruldu. Bir değiş tokuş meselesi sonucunda Efrîn işgal edildi, demografik yapısı değiştirildi. Bu güçler de çıkarları için bizi kurban etmek istiyorlar. Biz de bunu kabul etmiyoruz ve bunlara karşı direneceğiz.   ABD’nin yeni yönetiminin Kuzey ve Doğu Suriye politikasında nasıl bir beklentiniz var?   Şimdiye kadar çok bir şey bilmiyoruz. Ama yeni yönetimin Suriye sorunuyla geçmişten beri ilgili olduklarını biliyoruz. Biden, Dışişleri Bakanı ve diğer yöneticiler, Ortadoğu ve Suriye ile ilgilenenlerdir. Kişisel kriterler değil, kurumsal kurallara bağlılar. Ani kararlarla yön değiştirmek değil ya da Trump gibi ‘Bir gece çekiliyorum’ gibi duruşlarının olacağını düşünmüyoruz. Politikalar buradaki halkların yararına olur. Artık yeter, Suriye 10 yıldır savaşta. Başka güçler amaçları, çıkarları için burada savaşıyorlar. Bundan biraz kurtulursak, bizim için iyi olur. Bir politika değişikliği umuyor ve bekliyoruz ama şimdiye kadar bu konuda somut bir adım atılmış değil.   Bir temasınız oldu mu?   ABD’nin Kuzey ve Doğu Suriye’deki elçilikleri, özel temsilcileriyle görüşmelerimiz oldu. Önümüzdeki süreçte bu görüşmelerin artacağını umuyoruz.     Suriye rejimiyle bir diyaloğunuz var mı?   Suriye yanlış politikalarından dolayı bu hale geldi. Daha önce demokrasi, özgürlüğe şans tanısaydı, bu duruma gelinmezdi. Kürt sorunu konusunda da benzer bir zihniyeti var. Kürt sorunu yok, onları bastırabilir, bitirebilirim diye düşünüyor. Ama biz öyle bir şey düşünmüyor, düşmanca yaklaşmıyoruz. Suriye için güçlü reformlar yapılabilir. Anayasa değişikliğiyle özgürlükler genişletilebilir, demokrasi güçlü hele getirilebilir. Suriye’deki Kürt sorunu demokratik bir sorundur. Gerçek bir demokrasi, özerklik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusu olursa, o zaman Kürt sorunu daha rahat çözülür.   En son bir sene önce Suriye rejimiyle derli toplu görüştük. Ara ara kısa görüşmeler yapılmıyor değil ama uzun süredir görüşmeler durmuş. Suriye rejiminin yaklaşımı, politikalarında bir ciddi bir değişiklik görmedik. Hala da 2011 Suriye’sine dönmek istiyorlar. Suriye’de bu sorunlar biterse, biz de eski yönetimimize döneriz. Rejimin kafasında ciddi bir değişiklik yok. Ama biz yine de her şeye rağmen bekliyoruz. Özgürlükler tanınırsa biz varız. Ruslar aracılığıyla görüşmelerimiz olsa da rejimin kafa yapısı ve düşüncesi hala değişmiş değil.    Partiniz, Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye, bir bütünen Suriye’de tüm halkların yer aldığı demokratik bir sistemi savunuyor. Kuzey ve Doğu Suriye’de inşa ettiğiniz sistemin aksayan yönleri var mı? Halklarda nasıl bir karşılık görüyor?   Hep teoride söylenmiş bir şeydi. Ama özerk yönetim meselesini 2013’ten beri yerelde pratik olarak uyguluyoruz. Halk bunu pratikte, yaşayarak görüyor. Yaşayan, bilenler de doğal olarak kabul ediyor. Beraber yaşamı, demokratik ulus paradigmasını yavaş yavaş kabulleniyorlar. Kürtler, Süryaniler, Araplar diğer halklar var. Girê Spi, Serêkaniyê’deki savaşlarda Arap gençleri en ön saflarda savaştılar. Deyra Zor’da, Raqqa’da halklar yönetimlerine sahip çıktılar. Bölgenin ileri gelen aşiret liderleri de bu sisteme destek verdi. Sınırları korumak için rejimle, Ruslarla görüşmeler oldu, bazı birlikler geldi. Rejimin, Rusların geri geldiği düşünüldü. Ama öyle olmadı ve en büyük aşiretler gelip, yönetime bizi bırakmayın, ‘Rejimi de Rusları da istemiyoruz’ dedi. Halk nezdinde ciddi anlamda sistem kabul görüyor. Ama tabi burada yaşayanlar kabul ediyor. Propaganda meselesi değil, Türkiye ve rejim tarafından yapılanlara rağmen insanlar bu sistemi kabul ediyor. Hatta içinde yaşadıkları sistemin gelecekte onlar için de kurtuluş olacağını düşünüyorlar.   PKK Lideri Abdullah Öcalan, Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye’deki gelişmeleri çok önemli buluyor. Kendisiyle yapılan görüşmelerin hemen hemen tümünde bölgenize dair önemli vurgular yapıyor. Öcalan bölgenizi neden bu kadar önemsiyor?   Sayın Öcalan Suriye’deki sorunlardan ve Rojava’daki Kürt sorunundan uzak durmadı. Kendisi de 20 yıl burada kaldı, halkı da çok iyi tanıyor, biliyor. Hem dili hem de paradigmayı iyi biliyor. Buradaki halk, Kürtler, Araplar, diğer halklar hepsi Sayın Öcalan’ın fikirlerine bağlıdır. Pratikte de bu görülüyor. Onun için Sayın Öcalan’ın Rojava meselesini gündemde tutmasını, dikkat çekmesini garip karşılamamak gerekir. Normal görmek gerekiyor. Suriye meselesi gibi Rojava meselesi de demek zorunda kalıyoruz. Rojava da Kürdistan’ın, Kürt halkının bir parçasıdır. Burası Kürt halkının bir parçası olduğuna göre, üzerinde durmak lazım. Süreç şöyle gelişiyor, Rojava başta yer alıyor. Çünkü savaşın merkezi burasıdır. Türkiye faşizmi buradaki kazanımları bitirmek istiyor. Türkiye faşizmi gerçekten burada bir başarı elde ederse, bütün Kürtler zarar görür. Nasıl Kürt halkı Kobanê’deki direnişten güç aldıysa, Kürdistan’ın dört parçasından gençler gelip, DAİŞ’e karşı savaştıysa, Kürt birliğinin bir sembolüne dönüştüyse Kobanê, burada olanlar herkesi ilgilendiriyor. Faşizmin hedefi olduğu için Öcalan özellikle üzerinde duruyor. Yoksa Kürdistan’ın tüm parçaları çok önemlidir. Türkiye’nin Misak-i Milli politikalarını buradan başlatmak istiyor. Hem direniş hem de uluslararası alanda Kürt halkı için büyük bir önem arz ediyor.   Öcalan Rojava halkı için ne ifade ediyor?  Öcalan ölmüş bir halkı yeniden diriltti. Halk ölmüş, bitecekti ama Sayın Öcalan buna izin vermedi. Öcalan, Kürdü kurdun ağzından çıkarıp bugünlere getirdi. Rojava da bunun bir parçasıdır. Burada ortaya çıkan halkın durumu, kahramanlıklar hepsi bunun sonucudur. Sayın Öcalan, sadece Rojava için değil, bütün Kürdistan, Kürt halkı, hatta bölge halkları için bir kaynaktır, bir kültürdür, bir önderliktir. Fikirleri, düşünceleri, halkların beraber yaşamaları, bütün halkların yeniden yol göstericidir. Herkes bunun farkındadır. Kürt mesesi konusunda Öcalan ölmüş bir halkı yeniden diriltti. Halk ölmüş, bitecekti ama Sayın Öcalan buna izin vermedi. Öcalan, Kürdü kurdun ağzından çıkarıp bugünlere getirdi. Rojava da bunun bir parçasıdır. Burada ortaya çıkan halkın durumu, kahramanlıklar hepsi bunun sonucudur. Sayın Öcalan’ın teorilerinin, fikirlerinin sonucudur. Bu gerçek bilindiği gibi, Türk faşizmi en çok buna saldırıyor. Kürtlere karşı bir düşmanlık besliyor. Öyle de olunca, içeride Öcalan tecrit ediliyor. Gövdeyi parçalama teorisini hedefliyor. Ama burada halkın direnişi önemlidir. Kürt halkı ve diğer halklar ne kadar sahip çıkarsa, o kadar iyidir. Savaşla tek değil, diplomasiyle, politikayla da bu mücadele sürmelidir. İmralı sistemi sadece Türkiye sistemi değildir. Türkiye orada bir gardiyanlık görevi yürütüyor. Diğer güçler de var. Onlar hala ilgilidir. Uluslararası bir sorundur. Kürtlerin, diğer halkların direnmesi gerekiyor.   Tecridin kırılması ve Öcalan’ın özgürlüğü için içeride ve dışarıda birçok eylem yapılıyor. Son olarak sağlık ve güvenlik koşullarıyla ilgili kaygıların ardından oluşan tepkiler üzerine 25 Mart’ta Mehmet Öcalan, ağabeyi ile telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Bu görüşme yarıda kesildi. Türkiye’nin bu yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?   Baştan beri Türkiye’deki yönetim iki şeye dayanıyor. Birincisi şantaj, ikincisi de derin düşmanlık. Tecridi derinleştiriyor, merakı uyandırıyor. Sonra ‘iki dakikayla kardeşiyle görüşülsün dursunlar’ diye bakıyor. Ama mesele bu değildir. Dünyada kanallar, uygulamalar, kurallar var. Hiçbir kanunu uygulamıyorsan da kendi koyduğun kanunları uygula. Türkiye yönetiminin fütursuzca bir yöntemle bir şeye bağlı olmaması durumu var. Türkiye’nin yaptıkları kabul edilemezdir. Kimsenin kanunlarına saygı göstermiyorsan, kendi kanunlarına saygı duy. Bunu da yapmıyor. Türkiye halkları da ‘kanunlarını neden uygulamıyorsun’ diye karşı çıkmalıdır. Faşizan görüşler dolayı ses çıkarmıyorsa da bu büyük bir sorundur. Avrupa için de bir şantaj olarak kullanıyor. İmralı’daki tecridin derinleşmesiyle içeride savaş, ekonomik kriz derinleşiyor. Sayın Öcalan da söyledi, isterlerse ‘Barışı iki haftada getiririm’ dedi. Bunları yapıyorlarsa, demek barış istemiyorlar. Niye fırsat vermiyorsunuz. Barış istemiyor. Barış istemiyorsanız, yoksulluk da savaş da derinleşir. Türkiye yıllardır savaşın içindedir. Türkiye bir bataklığın içindedir.   MA / Aziz Oruç