Sefo Deresi'nde '33 Kurşun': Bir mezarları bile yok 2021-07-28 09:43:52   VAN - Ahmed Arif’in "33 Kurşun" şiirine konu olan Sefo Deresi Katliamı’nın üzerinden 78 yıl geçti. Cüzeyri Özkaplan, 16 akrabasını kaybettiği katliamın bir plan sonucu olduğunu belirtirken, o gün 10 yaşında olan Bedile Demirbacak, “Hem babamızı öldürdüler hem de onlara ekmek pişirdik” dedi.    Osmanlı’nın yıkılmasıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde ilk yıllarında ulus devlet yaratmak amacıyla gerçekleştirilen birçok katliamdan biri üzerinden 78 yıl geçen "Sefo Deresi Katliamı" oldu. 29 Temmuz 1943 yılında, Van'ın Saray ve Özalp ilçesine bağlı Sırımlı (Xerapsorik), Değirmigöl (Îngizamilan) ve Çaybağı (Runexar) köylerinde "sınırı ihlal ettikleri" gerekçesiyle askerler tarafından gözaltına alınan 33 köylüden 32’si, dönemin 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın emriyle götürüldükleri Sefo Deresi'nde elleri arkadan bağlanıp, diz çöktürülerek infaz edildi.    Bu olay, Ahmed Arif'in kaleme aldığı “33 Kurşun” şiiriyle tarihe "33 Kurşun Katliamı" olarak geçti. Katliamda 16 akrabasını yitiren Cüzeyri Özkaplan ve babasını kaybeden 88 yaşındaki Bedile Demirbacak (Dayîka Bedo) yaşananları anlattı.    BİR PLAN SONUCU KATLEDİLDİLER   Akrabalarının toplu bir katliama kurban gittiğini söyleyen Cüzeyri Özkaplan, Cumhuriyet kurulduktan sonra bu bölgede katliamların birbirini izlediğini belirterek, Zîlan, Dersim ve diğer kırımları hatırlattı. Sefo Deresi'nde katledilenlerin de hiçbir suçu olmadığını dile getiren Özkaplan, “Bu insanlar burada, bu köylerde yaşayan insanlardı.  Ve bu insanlar bir plan sonucu katledildiler. Zaten açılan davalardan sonra Mustafa Muğlalı’nın ceza alması da bu insanların masum olduğunu resmi olarak ortaya koydu. Daha sonra Muğlalı için ‘Akli dengesi yerinde değil’ denildi. Aklı olmayan biri 3. Ordu Komutanı olabilir mi? Bunun aklı vardı da Saray’a geldikten ve bu insanları katlettikten sonra mı kaybetti? Böyle bir şey olabilir mi? Yıllar sonra bu insanları katleden, mahkum olmuş Mustafa Muğlalı’nın ismini kışlaya verdiler. Yani insanlar babasını, dedesini öldüren kişinin ismini her gün tabelada gördü” dedi.    ‘DEVLET ÖZÜR DİLEMELİ'   Özkaplan, bugün hala ne katledilenlerin kemiklerine ne de onlara ait bir mezarın bulunmadığını da ifade etti. Özkaplan, “Biz katliamın yapıldığı bölgede en azından bir anıt mezar yapmak istedik ama izin vermediler. Yıllardır o bölgenin tamamına giriş-çıkış yasak. Devlet kendi işlediği suçu kabul etmiş olacağı için oraya anıt dikmemize izin vermiyor. Devletin o dönem yaşanan katliam içi bizden özür dilemesi gerekiyor. Saray ilçesinin yarısı bu katliamda öldürülenlerin torunlarındır. Bu büyük bir acı ve trajedidir. O dönem beşikte olan çocuk bile bugün 80 yaşında ama dedelerinin bir mezarı yok” diye konuştu.    DAYÎKA BEDO ANLATIYOR   Katliam yaşandığında henüz 10 yaşında olan Saray ilçesine Bağlı Beyarslan (Şerefxane) köyünde yaşayan 88 yaşındaki Bedile Demirbacak (Dayîka Bedo) da katliamda babasını kaybetti. Sırımlı’dan (Xerapsork) 15, Değirmigöl’den (Îngizamilan) 15 ve Çaybağı (Runexar) köyünden ise 3 kişi olmak üzere toplam 33 kişinin Mustafa Muğlalı’nın emriyle köylerinden alıkonularak bir gecede katledildiğini belirten Demirbacak, o günleri şöyle anlattı: “Onları iki gün hapiste tuttular. Onları tuttukları yere gittik. Bizden battaniye istediler. Onlara battaniye alıp götürdük. Bu onları son görüşümüz oldu. Aralarında askerden izne gelen gençler de vardı. Ankara’dan cevap gelene kadar Muğlalı hepsini katletti. Cezaevinde de 5 kişi vardı. Babamları katlettikten sonra onları serbest bıraktılar. Sadece İbrahim kurtulup, İran’a gitti. İbrahim yaşanan olayı, ‘Hepsini öldürdüler. Ben ölenlerin arasındaydım. Geri dönüp kontrol ettiklerinde ben ölü taklidi yaptım. Ondan sonra kaçıp İran’a geldim’ diyordu. İbrahim iki gün sonra çocuklarını ve katledilenlerin ailelerini yanına çağırdı. Bizi gördüğünde hepimiz için ayrı ayrı ağıt yaktı. İbrahim ondan sonra yine gitti ve 3 gün sonra hayatını kaybetti.”    ‘KATLİAM YAPAN ASKERLERE EKMEK PİŞİRDİK’   Katledilenlerin yanına gitmeye çalıştıklarını ancak askerlerin her tarafı tuttuğunu dile getiren Demirbacak, sözlerine şöyle devam etti: “O an başka bir köye kaçtık. Köydeki bir eve saklandık. Ondan sonra gece yarısı iki nöbetçiyle bizi köyün bir noktasına götürdüler ve sabaha kadar orada bekledik. Babamları katleden Muğlalı’nın aracı önümüzden geçip gitti. Ondan sonra Değirmigöl köyüne geldik. Bir yüzbaşı elinde kırbaçla askerleri alıp, köyün içinde tek gezerek kimsenin dışarı çıkmasına ve ağlamasına izin vermiyordu. Taziye için insanlar gündüz değil, gece geliyorlardı. Kimsenin kimseye gitmesine izin verilmiyordu. Sabah olunca da bu askerler her eve bir torba un verip, ekmek pişirmelerini istiyordu. Annem iki gün üst üste onlara ekmek pişirdi. Hem babamızı öldürdüler hem de onlara ekmek pişirdik.”    ‘ÇOK ACILAR ÇEKTİK’   “Çok acılar, çok çileler çektik” diyen Demirbacak, yıllardır cenazelerini alamamaları üzerinde durdu. Bir ara cenazelerin olduğu yere gitmeye çalışsalar da asker ve polislerin etraflarını sarıp, oraya gitmelerime izin vermediğini belirten Demirbacak, “Yaşattıkları şeyleri Allah kabul etmesin. Kışlaya onun isminin verilmesini de kabul etmedik. Hepimiz şikayette bulunduk. Ondan sonra adını kaldırdılar” diye konuştu.    KATLİAM NASIL YAŞANDI?   Türkiye tarihinin en büyük toplu katliamları arasına geçen olay, sınır ihlalinde bulundukları gerekçesiyle İran tarafındaki Kürt aşiretlerin koyunlarına devletin oluşturduğu silahlı gruplarca zaman zaman el konulmasıyla başlayıp, Mehmedi Misto adındaki bir aşiret reisinin 2 bin koyununa el konulması ile tırmandı. Ailenin Özalp Kaymakamlığı'na mektup yollayarak koyunlarını geri istemesine olumsuz yanıt verilmesi üzerine bazı aşiret üyeleri sınırı 1,5 kilometre aşıp, 500 koyunu alarak sınırın öte tarafına geçirdi. Bunun üzerine o dönem Rus işgaline karşı bölgeye gönderilen 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı tarafından 33 köylü gözaltına alındı.    SADECE BİR KİŞİ KURTULDU   İçişleri Bakanlığı müfettişi Avni Doğan, gözaltındaki köylülerle görüşüp onların suçsuzluğunu anladı. Fakat kaymakam ve subayların ‘Bunlar bizim ordunun nasıl ve nerede konuşlandığını Ruslara bildirerek casusluk da yapıyorlar’ yalanı doğrultusunda müfettişi dinlemeyen Muğlalı’nın emriyle 29 Temmuz 1943 günü gece yarısından sonra tutuklular jandarma tarafından cezaevinden alınıp, hudut taburu komutanına teslim edildi. Elleri bağlı 33 köylünün 32’si, iki manga askerin yaylım ateşi sonucu oracıkta katledildi. Sadece bir köylü, cenazelerin altında kalarak yaralı bir şekilde sağ kaldı. Ancak o da kısa süre sonra sığındığı İran'da yaşamını yitirdi.    KATLİAM BAŞBAKANLIK RAPORUNDA   Başbakanlığın 21 Mayıs 1951 tarih ve 5/10-1912- 6/1637 sayılı raporunda, dönemin tabur komutanının olaya dair anlatımları şu şekilde yer aldı: “1943 senesi Temmuz’unda Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı, Özalp ilçesine gelmiş ve Askeri mahfelde Van Valisi Hamit Onat, Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Sulh Yargıcı Baki Tekin, Tabur Komutanı Şükrü Tüter ile beraber bulunurken, Van Valisi ile Özalp Yargıcı, Özalplı bazı vatandaşların hududun öbür tarafındaki şahıslarla münasebette bulunarak emniyet ve asayişi ihlal etmekte olduklarından şikâyet etmişlerdir. Bu şikâyet üzerine Ordu Müfettişi, Tabur Komutanı Şükrü Tüter'e, ‘bu adamları sana teslim ettireceğim, icabına bakar temizlersin’ diye emir vermiş ve bu emir üzerine hazırlanan listeye isimleri ithal olunan 32 vatandaş Vali Hamit Onat'ın emriyle Özalp Kaymakamı tarafından Polis Vazife ve Salahiyat Kanununun mülga 18. maddesine dayanılarak yakalattırılmış ve polis nezaretinde Hudut Tabur Komutanı Şükrü Tüter'e teslim ettirilmiştir. Bundan sonra bu şahıslar Yedek Subay Nejdet Bilgez ve Bilal Bali komutalarındaki iki müfrezeye tefrik olunmuş (ayrılmış) ve Kukur deresinde elleri, kolları bağlandıktan sonra üzerlerine makineli tüfekle ateş edilmek suretiyle öldürülmüşlerdir.”    TANIK ASKER: KENDİMİ CANAVAR GİBİ HİSSETİM   Olaydan 6 yıl sonra katliamın ağırlığına daha fazla dayanamayan bazı askerlerin, tüm bildiklerini askeri mahkemeye anlatmasıyla katliamın detayları bir bir ortaya çıktı. Gözaltına alınan 33 köylünün Muğlalı'nın emriyle hayvan ahırlarında tutulduğunu ifade eden ve kayıtlara Yüzbaşı Tezer olarak düşen bir asker, köylülere yapılan işkenceleri şöyle anlattı: “33 köylü gözaltına alındıktan sonra bir ay boyunca ahıra konuldu. Köylülerin sırtlarına eyer vuruldu, ağızlarına gem takıldı ve askerler üstlerine bindiler. Ben bu olayın ne kadar iğrenç olduğunu sivil olunca anladım. Orada robot gibiydim. Sivilde kendimi bir cani, bir canavar gibi gördüm. Ne insanlık, ne din ne de imanın askerlikte olmadığını gördüm.”    ‘MARŞLA İLÇEYE DÖNDÜK'   Askeri mahkemeye bildiklerini anlatan Niğdeli asker İsmail Çolak ise, tanıklıklarını “Köylüler yere dizüstü çökmüşlerdi. Her iki grup, yerde sürünerek yan yana gelmişti. Çoğu yüksek sesle dua okuyordu. Bağıran, çağıran, küfür edenler vardı. ‘Ateş’ komutuyla yumdum gözlerimi. Şuursuzca basmışım tetiğe. Mermim bitmiş ama ben hala ateş vaziyetindeyim. İnsanlar gözlerimin önünde cansız vaziyette yatıyordu. Katliamın ardından 'Dağ başını duman almış' marşını söyleyerek Saray'a döndük” ifadeleriyle dile getirdi.   İDAMLA YARGILANDI, TAHLİYE EDİLDİ   Bu anlatımlardan sonra katliamın emrini verdiği gerekçesiyle 1949 yılında mahkeme karşısına çıkarılan Mustafa Muğlalı’yla ilgili Genelkurmay Askeri Mahkemesi, 23 Kasım 1949'da “görevsizlik” kararı verdi. Askeri Yargıtay’ın 9 Ocak 1950'de bu kararı bozması üzerine ise, Orgeneral Muğlalı 2 Mart 1950'de idama mahkûm edildi. Ancak bu ceza yaşı dikkate alınarak 20 yıl hapse çevrildi. Muğlalı ile yargılanan diğer askerlerin ise beraatına karar verildi.  Mahkum edildikten sonra Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nin “ileri derecede akli yetersizlik” raporu vermesi üzerine Muğlalı, tekrar tahliye edilmesi sonrası 1 Aralık 1951'de öldü.    MUĞLALI'NIN İSMİ KIŞLAYA VERİLDİ   Katliamın hesabı sorulmadığı gibi yıllar sonra 2004'te Özalp'teki askeri kışlaya Mustafa Muğlalı'nın ismi verildi. Ailelerin mahkemeye yaptıkları başvuru ve halkın tepkisi sonucu kışlanın ismi, 2011 yılında “Şehit Astsubay Erkan Durukan” olarak değiştirildi. Aradan geçen 75 yılda adına şiirler ve kitaplar yazılan katliamda öldürülen 32 kişinin cenazesi ise halen yasaklı askeri bölge olan Sefo Deresi'nde. Tüm başvurularına rağmen ailelerine öldürülen yakınlarının kemikleri verilmedi.    AHMED ARİF: AĞIT YAZDIM   Yaşanan bu katliamı "33 Kurşun" adını verdiği şiirinde anlatan Şair Ahmed Arif, bir röportajında olayın hikayesini şöyle kaydetti: “Otuzüç Kurşun’u bir ağıt olarak yazdım. Bugün de öyle düşünüyorum. Çok yakınlarım, arkadaşlarım 'Niye yazdın bunu' dediler. Ben de dedim ki, 'Şu Bahçelievler’de manyağın biri otuz tane tavuğu çalsa, kesse, sokağa atsa, ertesi gün Ulus Gazetesi olayı dört sütun üzerinden verir. Tavuk değil bu yahu, 33 tane senin vatandaşın. Hiçbir suçu yok. Tertemiz. Belki hepimizden daha suçsuz. Kimsesizlikten başka suçu yok. Kimsesiz adamlar, o kadar. İçlerinde genci var, yaşlısı var. Öldürmüşler, kurşuna dizmişler... Dediğim gibi ben bunu bir ağıt olarak ele aldım. Yüreğim doldu. Gerçekten bir köylü kadın, mesela onlardan birinin annesi ya da o öldürülenlerden birinin kardeşi neyi duyuyorsa ben de aynı acıları duydum. İşte bu 'Otuzüç Kurşun' şiiri yüzünden geldiler götürdüler beni. Gece sabaha kadar dövdüler. 'Oku' dediler, okumadım.”     33 KURŞUN ŞİİRİ   1.   Bu dağ Mengene dağıdır Tanyeri atanda Van’da Bu dağ Nemrut yavrusudur Tanyeri atanda Nemruda karşı Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur Bir yanın seccade Acem mülküdür Doruklarda buzulların salkımı Firari güvercinler su başlarında Ve karaca sürüsü, Keklik takımı...   Yiğitlik inkar gelinmez Tek’e - tek döğüşte yenilmediler Bin yıllardan bu yan, bura uşağı Gel haberi nerden verek Turna sürüsü değil bu Gökte yıldız burcu değil Otuzüç kurşunlu yürek Otuzüç kan pınarı Akmaz, Göl olmuş bu dağda...   2.   Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı Sırtı alaçakır Karnı sütbeyaz Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı Yüreği ağzında öyle zavallı Tövbeye getirir insanı Tenhaydı, tenhaydı vakitler Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı   Baktı otuzüçten biri Karnında açlığın ağır boşluğu Saç, sakal bir karış Yakasında bit, Baktı kolları vurulu, Cehennem yürekli bir yiğit, Bir garip tavşana, Bir gerilere.   Düştü nazlı filintası aklına, Yastığı altında küsmüş, Düştü, Harran ovasından getirdiği tay Perçemi mavi boncuklu, Alnında akıtma Üç topuğu ak, Eşkini hovarda, kıvrak, Doru, seglavi kısrağı. Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!   Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı, Böyle arkasında bir soğuk namlu Bulunmayaydı, Sığınabilirdi yüceltilere...   Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir, Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı, Yanan cıgaranın külünü, Güneşlerde çatal kıvılcımlanan Engereğin dilini, İlk atımda uçuran Usta elleri...   Bu gözler, bir kere bile faka basmadı Çığ bekleyen boğazların kıyametini Karlı, yumuşacık hıyanetini Uçurumların, Önceden bilen gözleri... Çaresiz Vurulacaktı, Buyruk kesindi, Gayrı gözlerini kör sürüngenler Yüreğini leş kuşları yesindi...   3.   Vurulmuşum Dağların kuytuluk bir boğazında Vakitlerden bir sabah namazında Yatarım Kanlı, upuzun...   Vurulmuşum Düşüm, gecelerden kara Bir hayra yoranım çıkmaz Canım alırlar ecelsiz Sığdıramam kitaplara Şifre buyurmuş bir paşa Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız   Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Gül memeler değil Domdom kurşunu Paramparça ağzımdaki...   4.   Ölüm buyruğunu uyguladılar, Mavi dağ dumanını ve uyur-uyanık seher yelini Kanlara buladılar. Sonra oracıkta tüfek çattılar Koynumuzu usul-usul yoklayıp Aradılar. Didik-didik ettiler Kirmanşah dokuması al kuşağımı Tespihimi, tabakamı alıp gittiler Hepsi de armağandı Acemelinden...   Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız Karşıyaka köyleri, obalarıyla Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, Komşuyuz yaka yakaya Birbirine karışır tavuklarımız Bilmezlikten değil, Fıkaralıktan Pasaporta ısınmamış içimiz Budur katlimize sebep suçumuz, Gayrı eşkiyaya çıkar adımız Kaçakçıya Soyguncuya Hayına...   Kirvem hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Gül memeler değil Domdom kurşunu Paramparça ağzımdaki...   5.   Vurun ulan, Vurun, Ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiş közüm, Karnımda sözüm var Haldan bilene. Babam gözlerini verdi Urfa önünde Üç de kardaşını Üç nazlı selvi, Ömrüne doymamış üç dağ parçası. Burçlardan, tepelerden, minarelerden Kirve, hısım, dağların çocukları Fransız Kuşatmasına karşı koyanda   Bıyıkları yeni terlemiş daha Benim küçük dayım Nazif Yakışıklı, Hafif, İyi süvari Vurun kardaş demiş Namus günüdür Ve şaha kaldırmış atını.   Kirvem hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Gül memeler değil Domdom kurşunu Paramparça ağzımdaki...   MA / Özlem Yayan