Demir kapıların sesleri 41 yıldır kulaklarında 2021-09-12 12:43:02 ANKARA - 12 Eylül döneminde kaldığı Ulucanlar Cezaevi’nin girişindeki büyük demir kapıların sesleri, Hüseyin Esentürk’ün 41 yıldır hala kulaklarında. Müzeye dönüştürülen cezaevini birlikte dolaştığımız Esentürk, “Eğer bir hesaplaşma iklimi yaratamazsak bu 12 Eylül yüz yıl daha sürer” dedi.   Başında Kenan Evren’in bulunduğu askeri cunta tarafından gerçekleştirilip, ülkenin üzerine hiç bitmeyen bir kabus gibi çöken 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 41 yıl geçti. Darbe ile birlikte işkence tezgahlarının kurulduğu yerler arasında cezaevleri bulunuyordu. Özellikle Kürtler, sol ve sosyalistler, konuldukları cezaevlerinde insanlık dışı işkencelere, uygulama ve yaklaşımlara maruz kaldı.   O günleri cezaevlerinde geçirenlerden biri Devrimci 78'liler Federasyonu Ankara Derneği Başkanı Hüseyin Esentürk.   29 Ağustos 1980 tarihinde tutuklanan Esentürk, darbeyi tutuklu bulunduğu Mamak Askeri Cezaevi’nde karşılar. Darbenin hemen ardından ise Ulucanlar Cezaevi’ne götürüldü ve  burada 3 ay kaldı.   “Bugün de 12 Eylül kurumlarıyla” devam ediyor diyen Esentürk’le yıllar sonra müzeye dönüştürülen Ulucanlar Cezaevi’ni birlikte dolaştık. Esentürk, koğuşlarını, yaşananları ver verdikleri mücadeleyi tek tek anlattı.   BAZI KOĞUŞLAR YIKILDI   Sözlerine cezaevindeki bazı koğuşların müzeye çevrilmesi sırasında yıkıldığını anlatarak başlayan Esentürk “8’inci koğuşu yıkmışlar. 7’inci koğuş Yılmaz Güney’in kaldığı koğuştur. Güney, ‘Kapı pencere camı ve ekmek istiyoruz’ kitabını burada yazmıştır. Mahkumların talebini dile getiren bir kitaptır” diyor.   ‘ESKİ HALİNDEN ESER YOK’   Sonrasında bizi kendisinin de iki kez olmak üzere toplam 5 gün kaldığını söylediği müşahede odalarının kapısına götüren Esentürk, buraya dair şunları dile getirdi: “Müşahede odaları ya da tecritler, idarenin insanları koyduğu hücreler. O dönemde topuklara kadar balçık ve çamur içerisindeydi. Işık almazdı. Yatacak yer bulunmaz. Bazılarında bir tane tahta vardır. Bazıların da hiç yoktur. Hatırlıyorum bir sabah kalktığımda kocaman bir fare yüzümde uyandım. İki kez kaldım. Birinde 3 gün birinde 2 gün kaldım. Şimdi düzenlemişler, eski halinden eser yok. 12 Eylül’den sonra isimleri değiştirilmiş. Dayak ve işkence buranın ruhudur.”   ULUCANLARIN ULULUĞU…   Cezaevinin koridorlarına verilen ‘İzmir Caddesi’, ‘Şeftali Sokak’ gibi isimleri o dönemde orada bulunan tutukluların isimlendirdiğini belirten Esentürk, cezaevinin bir simetrik içerisinde yapıldığını söyledi. Esentürk, “Mesela 4’üncü koğuşun arkasında birinci koğuş, beşinci koğuşun arkasında 2’nci koğuş vardır. Mimari yapıları aynıdır. Ulucanlar 1925 yılında ilk yapılan cezaevlerindendir. 1923 yılında at ahırı olarak kullanılması için yapılmış. Ancak 1926 yılında cezaevine çevriliyor. Buranın zemini mezarlıktır. Tünel kazmalarında insan kemiklerine rastlamak mümkündür. Cezaevinde arkadaşlar öyle anlatırdı; Ulucanların ululuğu mezarın üzerine kurulmasından gelir” diye belirtti.   ‘İDAM EDİLENLERİN GÖZ İZİ VARDIR’   Esentürk, içeride karşılaştığımız bir kavak ağacına dair ise “Bu kavak ağacında idam edilenlerin göz izi vardır. Attığı sloganların izi vardır. Kavak ağacı zulme tanıktır” sözlerini sarf etti. Burada biraz soluklanarak, hikayesini anlatmasını istediğimiz Esentürk, “Halit Çelenk anlatıyordu, burada Deniz idam edildiğinde Hüseyin’i, Hüseyin idam edildiğinde Yusuf’u getiriyorlar ve onlara arkadaşlarının idamını mutfak penceresinden izletiyorlar. Bu bir insanlık suçudur. Burada insanlık suçları izlendi” anekdotunu paylaştı.   ‘İDAM AĞACI ZİNDANDA’   İdamların yapıldığı darağacının demir parmaklıklarla çevrildiğini gördüğümüz aynı alanda ise Esentürk, şunları söyledi: “Bu darağacında Deniz Gezmiş’in, Yusuf Arslan’ın, Hüseyin İnan’ın, Necdet Adalı’nın idam edildi. Biz bunu o dönemde cezaevinin çatısında bulduk. 2009 yılında yapacağımız müzeye götürmek istedik ama vermediler. Darağacını hapsettiler. Darağacı hapis şuan da. Bu darağacı buradaki idamlara tanıklık etmiştir. Buradaki zulmün tanığıdır.”   KAPILARIN SESİ HALA KULAĞIMDA   Cezaevine ziyaretçilerin alındığı bölüme dair ise Esentürk, “Cezaevi girişinde devasa kapılar vardı. Biz sesten dış kapının açıldığını anlardık. Bu kapı açıldığında görüşçüler de ilk girişte işlem yapıldığı yerlere alınırdı. Ondan sonra içeri girer ve görüş kabinlerine girerdi. Giriş kapılarının demirleri o kadar ses çıkarırdı ki hala kulaklarımda” dedi.   MAMAK CEZAEVİ   Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldığı sırada 12 Eylül darbesini karşıladığını anlatan Esentürk, “Ben Mamak’a geldiğimde 29 Ağustos’tu. 12 Eylül öncesi cezaevine girdim. Yaklaşık 10 gün kadar ağır işkencede kaldım. Devrimciydik ve devrimin ve sosyalizmin propagandasını yapıyorduk. Bulunduğumuz yerlerde faşistlerin ve gericilerin egemenliğini kırmak için faaliyetler yürütüyorduk. Bu nedenden dolayı gözaltına alındık. Yaklaşık 10 gün ağır bir sorgulamadan sonra haşat olmuş bir şekilde yaralanmış, çene kırık, dişler kırık, bacak sakat her tarafımız şişkin ve yanmış şekilde Mamak’a getirdiler. Ben Mamak’a geldiğimde 29 Ağustos’tu. 29 Ağustos tarihi Mustafa Yalçın’ın öldürülmesinden hatırlıyorum. Mamak cezaevinde operasyon sırasında kafasına vura vura katlettiler. Ve çok sıkıydı geldiğimde hatta bazı arkadaşlar, ‘Mamak’a 12 Eylül, 29 Ağustos’ta geldi’ derler çünkü baskılar son derece arttığı dönemdi” şeklinde konuştu.     ‘BİR AY PİPETLE BESLENDİM’   Cezaevinde ilk olarak “kafes” denilen bölüme alındığını dile getiren Esentürk, anlatımlarını şöyle sürdürdü: “O sırada askerler ellerimizi ıslatıp ıslatıp copla vuruyorlardı ve say diyorlardı. Mesela bir elime 90 diğer elime 90 vurduklarında elimi hissizleşmiş, duyarsızlaşmış. Arada sırada suya sokuyorlardı pis bir su vardı o suya sokuyorlardı. Su acısını alıyor zannederek elimizi ‘dur bir suya sokalım’ diyorduk. Onlar bunu bir meydan okuma olarak alıyorlardı. Çünkü ıslak vücuda cop vurulduğu zaman daha acılı olur. Onlar bunu biliyorlardı fakat biz bilmiyorduk. Biz acısı alması için aslında sokuyorduk elimizi. İşlemlerimiz yapıldı bir gün kaldık kafeste, ‘komutanım’ diyeceksiniz gibi şeyleri uygulamalı olarak öğrettiler. Bir gün sonra dağıtımımızı yaptılar. C blokta kaldım ben. C bloktaki arkadaşlar sağ olsunlar iyi karşıladılar yani tedavi beslenme konularda. Hangi komünden olursa olsun hepsi sağlıklı kalalım diye koşturdular. Ondan sonra da sütle beslenme olayı yani pipetle ağzıma süt veriyorlardı o derece sıkıntılıydı.”   ‘HALK SAVAŞINI TARTIŞIYORDUK’   12 Eylül darbesinin yapıldığı sabahın akşamında koğuşta halk savaşını tartıştıklarını paylaşan Esentürk, sabah darbe ile birlikte cezaevinde yaşananları ise şöyle anlattı: “O gün arkadaşlarla halk savaşını tartışıyorduk, arkadaşlar görüşlerini anlatıyor, diğerleri dinliyordu. Her siyasi çizginin yetkin insanları vardı. O gün o tartışma bitmedi yarın devam edelim, dedik Herkes uyumaya çekildi. Sonra dışarıdan tank sesleri gelmeye başladı. Yürüyüş, asker bağırtıları falan geliyor. Saat 4’e gelince yavaş yavaş ortam ışımaya başlayınca işin rengi belli olmaya başladı. Ondan sonra nöbetçi arkadaşlar beni de pencereye yaklaştırdı, ‘hocam gel sen de gör ne oluyor’ diye…Dışarda gördüğüm manzara şuydu, karşımızda tanklar ve namluları koğuşlara dönük, tankların ön tarafında da askerler sırayla yere uzanmış silahlarının namluları koğuşlara doğrulmuş başlarında da bir tane yetkili subay var emir bekliyorlar. Dikkatlice izledik aklımıza hiçte iyi şeyler gelmedi doğal olarak. Hemen nöbetçi arkadaşlar koğuş yetkililerini uyandırdı. Arkadaşlar bunun üzerine ‘öyle kolay yok tararlarsa biz de mümkün olabildiğimiz kadar kendimizi savunacağız, verebilirsek cevap vereceğiz’ dedi. Bekledik, bekledik saat 7 buçuk 8 gibiydi sanırım yani 4 saat boyunca bekledik. Birden hoparlör cızırtısı gelmeye başladı. Sonra Kenan Evren’in ‘Aziz Türk Milleti’ diye başlayan 12 Eylül’ü duyurduğunu deklare ettiler.”   12 EYLÜL SABAHI…   Sonrasında ise askerlerin koğuşlara doğru ilerlediğini söyleyen Esentürk, koğuşta darbeye karşı durma kararı çıktığını belirtti. Askerlerin cezaevi içerisinde bir fetih havasıyla koğuşlara girdiğini vurgulayan Esentürk’ün dilinden sonrasında yaşananlara dair şu sözler döküldü:    “Askerler dizildi yan yana omuz hizasında. Bir de karşısında dizildiler birbirlerine yakın şekilde. Nereden baksan 80 -100 asker anlamına geliyor bu. Dışarıdan bir yüzbaşı girdi ve dikkat çektiler. Biz asker değiliz dikkatten ne anlarız, duymamazlıktan geldik. İnin aşağı dediler kimse inmedi. İndirin şunları aşağı dediler. 100 asker ranzaların üzerinde bizim tutuklularla birlikte bir cebelleşme. Diyorum ya asker aşağı atıyorsa yerine bir başkası çıkıyor. Tam bir boğuşma alanı oldu ve sonuçta onlar galip geldi, hepimizi aşağı attılar. Aynı şekilde bizi askerlerle yüz yüze zorla dizdiler. Ondan sonra hepimize en az bir asker düşüyor bir o kadar da dışarıda asker bekliyor. Yüzbaşı rahat, hazır ol dedi. Tık yok hiç kimse dikkate almıyor.   Sonrasında komutan askerlere bir işaret verdi, tutuklara vurmaya başladılar. Desem yerler kan çanağı oldu doğru, aynen öyle. Herkesin ağzı burnu kırılmış bir şekilde ama hiç kimse o rahat – hazır ol komutuna uymuyor. Bu bir süre böyle devam ettikten sonra bir ‘tıp’ sesi duyuldu. ‘Tıp’ ayağın düşmesidir yani bunu herkes duymuştur. O kadar sessiz ve gergin bir ortam ki tabii yüzbaşı da duydu. Hemen hazır ol dedi tıp tıp tıp birkaç tekrardan daha sonra bütün koğuşu teslim aldı ve koğuşun direncini orda kırdılar. 41 yıl sonra da hatırlıyorum, bu ayağı düşen kimdi biliyor musun? Ayağı düşen askerdi. Devrimciler o anda onun farkında olamadı. Bu rahat hazır ol komutuna alışan askerlerden bir tanesinin ayağı düştü. Arkadaşlarda bizden birinin ayağı düştü zannettiler bir oyuna geldiler yani.”   ‘MUTLAKA KAZANACAĞIZ’   O dönemde rahatsızlığından kaynaklı tüm bunların tanığı olduğunu sözlerine ekleyen Esentürk, direnmenin hala devam ettiğini kaydetti. Devrimcilerin direniş geleneğinden geldiğini belirten Esentürk, 12 Eylül’ün 41’inci yılında da direnmeye devam ettiklerini aktardı.    Bugün de 12 Eylül’ün kurumlarıyla tahkim edilerek, devam ettirildiğinin altını çizen Esentürk, “Günümüzde 12 Eylül’ü aratacak yaklaşımlara girdiler. 12 Eylül’de bu ülkenin yazarları, çizerleri, aydınları içerdeydi. Bugün de içerde. Eğer biz hesaplaşma iklimi yaratamazsak bu 12 Eylül yüz yıl daha sürer. Kamuoyuna insanlara, bu ülkede yaşayanlara diyoruz ki; 12 Eylül’le hesaplaşın, bunun iklimini yaratın. 12 Eylül’den faydalanma değil, hesaplaşmayı seçin. O kadar eminim ve inanıyorum ki biz kazanacağız. Ama bu direnmeden kazanılmaz, mücadele etmeden kazanılmaz. Hiç kimse kendi başına gitmez, demokrasi getirmez, insan hakları getirmez. Bunları mücadele ederek kazanacağız. Direniş ve mücadele geleneğimizi sürdürmeliyiz. Hiç kimse kendi isteği ile gitmez, mutlaka göndereceğiz” ifadelerini kullandı.   MA / Berivan Altan - Zemo Ağgöz