Sarıca: İmralı duruşu özgürlüğün mihenk taşıdır 2022-01-11 08:59:00 İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın 23 yıldır İmralı Adası'nda üstün bir iradeyle direndiğini belirten avukat Rezan Sarıca, “Sayın Öcalan’ın İmralı duruşu demokrasi ve özgürlüğün mihenk taşıdır” dedi.  İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi’nde 23 yıldır ağır tecrit koşulları altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile tutuklular Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş’tan, 25 Mart 2021’den bu yana haber alınamıyor. Avukatların haftada iki kez (Salı, Perşembe), ailelerin de haftada bir kez (Cuma) görüşme talebiyle Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ve İmralı F Tipi Cezaevi Müdürlüğü’ne yaptığı başvuruların yanıtsız bırakılıyor. Avukatlar bunun üzerine 24 Aralık 2021’de Anayasa Mahkemesi’ne "tedbir" talebiyle başvuruda bulundu. Avukatlar, ayrıca 24 Aralık’ta “görevi kötüye kullanmak suretiyle yasaya aykırı olarak hak kullanımını engellediği” gerekçesiyle sorumlu savcı ve hakimler hakkında Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) şikayette bulundu.    Avukatlar son olarak Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’ne (CPT) başvuruda bulunarak, özellikle 25 Mart’tan bu yana haber alamama durumuna dikkati çekti. İmralı’da yaşananları “İşkence ve kötü muamele” olarak tanımlayan avukatlar, bu uygulamaların son bulmasını istedi.   Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Rezan Sarıca, İmralı tecridini, AYM, HSK ve CPT’ye yaptıkları başvuruları ile hukuki girişimlerine dair sorularımızı yanıtladı.       İmralı Cezaevi’nde 23 yıldır tutuklu bulunan Abdullah Öcalan ile diğer 3 müvekkilinizden 9 aydır haber alınamıyor. Haber alamama hali ne anlama geliyor?     Karanlık bu dönemin bizim açımızdan endişe verici boyutlarda olduğunu belirtmemiz lazım. Haber alınamayan herhangi birinin bile durumu her zaman için risk altındadır.   Sayın Abdullah Öcalan ve diğer 3 müvekkilimizden hiçbir şekilde haber alamadığımızdan dolayı hem sivil toplum örgütlerine (STÖ) ve barolara hem mahkemelere hem İmralı Cezaevi İdaresi’ne hem de diğer birçok makama tecride bir an önce son verilmesi için başvuruda bulunmaya devam ediyoruz. Çünkü bu haber alamama, artık kaygı verici bir durum olarak karşımızda duruyor. Bizler de buna son verilmesi için başvurularda bulunduk. Ancak henüz herhangi bir sonuç almış değiliz. Yaklaşık 10 aydır İmralı’dan tek bir bilgi bile alabilmiş değiliz. Bu haber alamama halini hukuki boyutuyla, ahlaki, insani ve de siyasi boyutuyla değerlendirmemiz gerekiyor. Dolayısıyla belirsiz ve karanlık bu dönemin bizim açımızdan endişe verici boyutlarda olduğunu belirtmemiz lazım. Haber alınamayan herhangi birinin bile durumu her zaman için risk altındadır.   Yaptığınız başvurular da yanıtsız bırakılıyor. İmralı’da nasıl bir hukuk sistemi işletiliyor?    İmralı hapishanesinin hukuki sorumluları, İmralı Cezaevi İdaresi, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı, Adalet Bakanlığı ve o kapsam içerisindeki mahkemelerdir. Görüş gerçekleştirmek üzere ailelerin ve bizlerin her hafta hem Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na hem de cezaevi idaresine yapmış olduğumuz başvurular var. 2016 yılına kadar başvurularımıza sözlü olarak cevap veriliyordu. “Koster bozuk”, “hava muhalefeti” gibi gerekçeler ileri sürülerek, başvurularımız reddediliyordu. Ama 2016’dan sonra hukuk dışı mahkeme kararıyla yazışma-haberleşme hakları dahil bütün haklar yasaklandı. O süre boyunca yaptığımız başvurular mahkeme kararları ileri sürülerek reddedildi. Ama son bir iki yıldır yaptığımız başvurulara hiçbir şekilde cevap verilmiyor. Savcılık ve idare yaptığımız başvuruları görmezden geliyor, hiçbir şekilde cevap verme kaygısı gütmeden cevapsız bırakıyor. Çok boyutlu bir hukuksuzluk söz konusu mevcut.   Mahkeme bazı kararlar alıyor ama bu kararların hukuk ile bir alakası yok. Örneğin keyfi bir şekilde 3 aylık aile yasağı, 6 aylık avukat yasağı kararları alınıyor. Biz bu kararlardan dahi çok sonradan haberdar oluyoruz. Yaptığımız başvurulara artık bunlar gerekçe olarak dahi gösterilmiyor. İmralı’yla ilgili hiçbir haber, mahkeme kararıyla dahi olsa dışarıya çıkmasını istemiyorlar. Sayın Öcalan’ın varlığına dair dünyaya yada kamuoyuna hiç bir şey yansımasını istemiyorlar. Öte yandan müvekkilimizin haklarını savunmak için yapacağımız başvurular da engelleniyor. Tamamen hukukun dışına çıkan bir süreç işletiliyor. Aldıkları kararlardan itiraz süreleri dolduktan sonra yine bizim başvurularımız sonucunda ancak haberdar ediliyoruz. Böyle olunca da birçok hak zaten ortadan kalkmış oluyor.    “Tedbir” talebiyle başvuruda bulunduğunuz Anayasa Mahkemesi’nin nasıl bir rolü var?      Tamamen bir avukatsız bırakma durumu var. Adil yargılanma boyutu ihlal ediliyor. Aile görüşmesi, haberleşme görüşmesi ihlal ediliyor.   AYM'den önce Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ve İnfaz Hakimliği'ne başvuruda bulunduk. Başvurularımız reddedildi. Hakimlik tarafından verilen ret kararında müvekkilimize mahkeme kararı ile avukat yasağı, disiplin soruşturması ile de aile disiplin cezası verildiğini öğrendik. Bunun üzerine savcının, idarenin ve İnfaz Hakimliği’nin, hiçbir hakkı tanımayan, İnfaz Yasası’nda yer alan tutukluların haklarını görmezden gelen bu kararları AYM'ye taşıdık. Burada ayrıca tamamen bir avukatsız bırakma durumu var. Adil yargılanma boyutu ihlal ediliyor. Aile görüşmesi, haberleşme görüşmesi ihlal ediliyor. AYM'ye bir bütün olarak bunları izah edip, özellikle bu son 10 ayda haber alamama halinin işkence yasağına aykırı olması ve yaşam hakkı ihlalini yaratacak bir risk zeminini yarattığını, derhal buna sonra verilmesi açısından tedbir oluşmasını istedik. Normal şartlarda 3 gün içinde tedbir konusunda bir karar vermesi gerekiyor. Ama 24 Aralık'ta yaptığımız başvuruyla ilgili henüz bir karar çıkmış değil.    Yine “görevi kötüye kullanma” gerekçesiyle sorumlu savcı ve hakimler hakkında HSK'ya suç duyurusunda bulundunuz...   HSK’ya suç duyurusunda bulunmadan önce yargı mensuplarının görevlerini yerine getirmesi, İmralı’da insan haklarına aykırı tutumlarına son verilmesi için bazı başvurularda bulunduk. İşkence yasağını ihlal eden koşullara son verilmesi, haber alamama haline son verilmesi açısından taleplerimizin kabul edilmesi, başta aile ve avukat ziyaretlerinin kabul edilmesini talep ettik. Ama taleplerimize verilen cevaplar artık bir suç işleme boyutuna gelmiş oldu. Açık kanunun bir kuralının dahi ihlal edilmesi görevi kötüye kullanmadır. Tarafsız olması gereken yargı mensupları, görev ve yetkilerini kullanarak insan haklarından yana olduklarını gösterip, oluşan ihlalleri ortadan kaldırmakla yükümlüdürler. Hakim ve savcıların anayasaya bağlı olarak temel insan haklarına uyma sorumlulukları vardır. Dürüst yargılama yapma ve mahpusların haklarını korumakla görevliler. Eğer bir hak ihlali ve pratiği varsa, bir mağduriyet söz konusu ise aslında başvuru yapılmadan bu mağduriyetin giderilmesi gerekiyor. Yine avukatlara yardımcı olmakla yükümlüdürler. Ama tam tersi bir düşünce ve pratik içerisine girildi mi, bu görevi kötüye kullanma ve hakkın kullanımını engelleme suçu oluşturur.    Örneğin İmralı’da disiplin süreçleri baştan sona hukuk dışı bir şekilde işletiliyor. Bizler sürekli başvuruda bulunuyoruz ama hiçbir şeyden haberdar olamıyoruz. O süreç içerisinde meğerse bir disiplin süreci başlatılıyor ve bizden gizli bir şekilde yürütülüyor. Bir disiplin soruşturmasının gizli yürütülmesine dair yasada ve anayasada hiçbir düzenleme yoktur. Ama bize ne dosyalar incelettiriliyor ne evraklar tebliğ ediliyor ne de bir örneği tarafımıza veriliyor. Tamamen gizli yürütülen bir süreç ve buna ulaşılmasını engelleyen bir pozisyon var. Bu hukuk dışı bir fiil ve suçtur. Bunun için bizler de ilgili hakim ve savcılar hakkında suç duyurusunda bulunduk. Ancak şimdiye kadar bu konuda da bir gelişme yok.    Son olarak 4 Ocak’ta CPT’ye başvuruda bulundunuz. Başvurunun içeriğinde neler vardı?       Haberleşmenin bütün boyutlarıyla uygulanması ve Sayın Öcalan ile orada bulunan diğer müvekkillerimizin aileleriyle ve dış dünyayla olan bütün bağlarının hayata geçirilmesi açısından göreve çağırdık.   İmralı Cezaevi, Avrupa hukuku içerisinde denetlenmek zorunda olunan bir cezaevidir. 1999’dan bu yana CPT İmralı’ya birçok ziyarette bulundu. Ama 2007’den bu yana özellikle 3 yılda bir gelişen bir ziyareti söz konusu. CPT’nin bir rutinine dönüşen yöntem haline geldiğini görüyoruz. İmralı’da zaten ağırlaştırılmış bir rejim söz konusu. Bu rejimin zaman zaman daha çok ağırlaşması, CPT’yi alakadar etmiyor demek ki. Geçtiğimiz 15 yıl içerisinde İmralı’da her ne olursa olsun, CPT kendi pratiği haline getirdiği 3 yılda bir ziyaret tarzı ve yöntemini uyguladığını görebiliyoruz. Olağanüstü bir gelişme olsa dahi ani bir refleks göstermeyecek, ani bir müdahalede bulunmayacak. İşkence yasağını ihlal eden bu koşulları mevcut haliyle sadece izlemekle yetinmesi de bunu destekliyor. Dolayısıyla CPT’nin de bu sürecin bir parçası olduğunu, pratiğiyle ortaya koyuyor. Ama bu sorumluluklarının devam etmediği ve yaşanan bu ağır insan hakları ihlallerine müdahale etmesi gerektiği gerçeğini ortadan kaldırmaz.    Elbette mahkemelerden, idareden tutalım, CPT’ye kadar onları rahat bırakmayacak, keyfi davranmalarını engelleyecek başvurularımız oluyor ve olmaya devam edecek. Bu başvuruda da CPT’den acil bir şekilde özellikle bu haber alamama boyutu açısından bir müdahalede bulunması ve İmralı’ya ziyarette bulunmasını talep ettik. Aile ve avukat ziyaretlerinin sağlanması için girişimlerde bulunmasını talep ettik. Haberleşmenin bütün boyutlarıyla uygulanması ve Sayın Öcalan ile orada bulunan diğer müvekkillerimizin aileleriyle ve dış dünyayla olan bütün bağlarının hayata geçirilmesi açısından göreve çağırdık.   CPT’nin 2020’de İmralı’ya ilişkin bir raporunda “Aile ve avukat ziyaretlerinin engellenmesi hukuk dışıdır. Aile ziyaretlerini engellemelerinin gerekçeleri alakasızdır. Bu ziyaretleri engelleyen disiplin süreçleri politiktir ve aldatmacadır. Aynı zamanda ağırlaştırılmış infaz rejimi ve İmralı koşulları ayrıştırıcı ayrımcı uygulamalar barındırıyor” tespiti yaptı. CPT, bu raporla Türkiye’ye ne tür sorumluluklar yükledi?    CPT, bu ağır insan hakları boyutlarını, İmralı koşullarını iyileştirme çağrısı yaptı. Aile-avukat ziyaretlerinin derhal başlaması ve Türkiye’ye komiteye geri bildirimde bulunmasını istedi. Aile ve avukat ziyaretlerinin ne şekilde gerçekleşiyor olduğuna dair Türkiye’ye geri bildirimde bulunma sorumluluğu yükledi. Türkiye adeta bu tespitlere meydan okurcasına bir ay sonra telefon, aile ve avukat görüş yasakları getirdi. Ondan bir yıl sonra da yine öğrendik ki 12 Ekim’de avukat yasağı ve aile disiplin yasağı getirilmiş. Yasak kararlarının alınmadığı diğer dönemlerde de zaten geçmişten bu yana olan fiili yasak halleri kesintisiz olarak sürdüğünü gördük. Şimdi CPT’nin bu bahsettiği tespitlerin en ağırı bugün yaşanıyor. Sadece işkence koşulları, insanlık dışı ve onur kırıcı uygulamaları değil, bunu da aşan haber alamama hali hem insani hem de hukuk boyutuyla en ağır insan hakkı ihlali anlamına gelir. Hatta bu alıkoyma olarak değerlendirilen durum gibi, BM’nin de örnek olarak kısa süreli haber alamama hallerinde her türlü riski barındırdığını tespit ediyor. Bu anlamıyla CPT’nin geçmişten bu yana tespitlerine ve tavsiyelerine uyularak, bir an önce İmralı’ya ziyaret gerçekleşmesini ve Türkiye ile ilişkiye geçerek bu koşulların bir an önce kalkmasının sağlanması gerektiğini belirtmek istiyoruz.   Başvurularını henüz yanıtlanmadı. Daha önce İmralı’ya dair "Kara delik" tanımlamasında bulunmuştunuz, bu uygulamaları mı kastediyordunuz?       Anayasa’nın 90’ıncı maddesi de sözleşmenin iç hukukta kanun üstü bir pozisyonda olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’nin hem anayasa hukuku hem de AİHS hukuku aslında İmralı’da devre dışıdır.   İmralı bir kere hukuk dışı bir alan, aynı zamanda hukuksuzluğun üretildiği bir mekandır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ayrı ayrı 10 maddesi tamamen ihlal ediliyor. Bu durum sözleşmenin İmralı’da geçerli olmadığı anlamına gelir. AİHS İmralı’da devre dışıysa, Türkiye anayasası zaten devre dışıdır. Çünkü esas evrensel ölçülerde daha geniş bir koruma ve hak tesisi AİHS ile korunuyor. Anayasa’nın 90’ıncı maddesi de sözleşmenin iç hukukta kanun üstü bir pozisyonda olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’nin hem anayasa hukuku hem de AİHS hukuku aslında İmralı’da devre dışıdır. İmralı hukuksuzluğun alanıdır ve hukuk dışı uygulamaların pratiklerin ilk uygulama alanıdır. Örneğin Türkiye'de KHK’ye dönüşen pratiklerin ilk uygulandığı alandır. KHK’nin de kanunlaştığı ve Türkiye’nin bütün kuralları haline gelen bir duruma geldiğini ifade ediyoruz. Önceleri de hakların pratikte ilk kısıtlandığı yerdir. Yani İmralı’daki hukuki düzen, olumsuz anlamda aslında Türkiye’nin hukukunu belirleyen pozisyondadır. Bütün keyfi uygulamalar daha sonra hukukun içerisinde kural haline geliyor, kısıtlama kuralı haline geliyor. Bu boyutuyla herkesi ilgilendiren önemde bir mekan ve bir uygulama söz konusudur.   Haber alınamama halinin sürdürülmesinin ne tür riskleri var?   Sayın Öcalan’ın inandığı değerler ve taşıdığı düşüncelerin gücünden kaynaklandığını belirtmemiz lazım. Bu direniş hali taşıdığı düşüncelerin büyüklüğünden, inandığı değerlerin tarihselliğinden geliyor. Sayın Öcalan tutulduğu mekanda üstün bir mücadele, üstün bir irade geliştiriyor. Bu çoğu zaman dış dünyaya da yansıdı. Bu şekilde haber alamadığımız dönemlerde dahi orada bir direniş olduğunu bilebiliyoruz. Çünkü kendisini “özgürlüğe adamış, kendisini hakikate adamış” bir pozisyonda olduğunu söylüyor. Bu yönüyle hiçbir zaman duruşunu değiştirmeyeceğini ve her ne olursa olsun bunu halklar lehinde sonuna kadar götüreceğine dair inancı ve kendisine olan güvenini gördük. Dolayısıyla Sayın Öcalan’ın İmralı duruşu, demokrasi ve özgürlüğün mihenk taşıdır. Bu yönüyle herkesi çok yakından ilgilendiren bir öneme sahiptir. Kimse bunu görmezden gelemez, yok sayamaz. Eğer görmezden geliniyor, yok sayılıyorsa, bu ancak kişinin veya toplumun kendini kandırmasıdır.      Sayın Öcalan’ın Kürt Halkının siyasal varlık gerekçesi olduğunu belirtmek durumundayız. Birbirinden ayrılmaz bir gerçekliğe kavuşmuştur.    Türkiye’nin en büyük hakikati Sayın Öcalan’ın özgürlüğe ve demokrasiye olan inancı, bağlılığı ve hakikat arayışıdır. Dolaysıyla buna bu önemle yaklaşmamız lazım. Bir diğer yönü de Sayın Öcalan Kürt halkının rehberidir. Bu yönüyle kendisine uygulanan, hiçbir sözünün hiçbir düşüncesinin dışarıya çıkmasını istemeyen tecrit politikaları da Kürt halkının geleceğini karartma politikalarıdır. Çünkü Kürt halkının politika üretmesini engellemek, demokrasi güçlerinin de birlik ve dayanışma mücadelesinin önüne geçmek açısından bu politikalar uygulanıyor. Ve nihayetinde Sayın Öcalan’ın Kürt Halkının siyasal varlık gerekçesi olduğunu belirtmek durumundayız. Birbirinden ayrılmaz bir gerçekliğe kavuşmuştur.    Bu derece tarihi öneme sahip Sayın Öcalan’ın konumunu ve bu şekilde kendisinden haber alınamamasının sıradan kabul edilmesi ve normalleştirilmesi mümkün değildir. Yani hiçbir bilgi alamadığımız, hiçbir başvurumuzun kabul edilmediği bu son 10 ayın çok ayrı bir dönem olduğunu düşünüyoruz. Son bir aydır başvurmadığımız makam, başvurmadığımız yer kalmadı. Herkesi çok yakından ilgilendiren demokrasinin ve demokratik bir hukuk düzeninin geleceğini belirleyen bir durum olduğunu düşünüyoruz. Ancak bu olağanüstü haber alamama halinin sıradanlaşması, alışılması riski de var. Bu uyarıyı yapma gereği hissediyoruz. Buna bir an önce son verilmesi, bir an önce Sayın Öcalan’dan haber alınması ve kendisiyle görüşme koşullarının bir an önce sağlanması gerektiğini belirtiyor, bu konuda bütün kamuoyunu duyarlılığa, yetkilileri, hukuk kurumlarını, STÖ’leri de sorumluluğa davet ediyoruz.   MA / Ferhat Çelik - Sadık Topaloğlu