Üçüncü doğuş dönemi: Krizlere çözüm arıyorum 2022-02-13 09:19:48 HABER MERKEZİ - PKK Lideri Abdullah Öcalan, uluslararası komployla Avrupa’nın son iki yüz yıllık Kürt politikasına bağlı kalındığına işaret ederek, “Üçüncü doğuş dönemi” olarak nitelendirdiği İmralı sürecinde krizlere çözüm aradığını kaydetti.     PKK Lideri Abdullah Öcalan, küresel güçlerin ortaklığında 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkarılarak, 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye teslim edildi. Öcalan, söz konusu tarihten bu yana İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit koşullarında tutuluyor. Öcalan, 23’üncü yılını geride bırakmaya sayılı günler kalan komplonun tarihsel arka planına dair bugüne kadar sayısız değerlendirmelerde bulundu. Öcalan, kendisine yönelik komplonun Doğu-Batı çatışma çizgisinin üzerinden gerçekleştiğine işaret ederek, “Yunanistan, ilişkimin kendilerine zarar vereceğini görür görmez, ateşe atmaktan çekinmemiştir. Fakat son komplodaki rolü, esas olarak dostluğu kullanan hain işbirlikçilik biçimindedir. Bizzat planlayan ve uygulayan değil, daha çok taşerondur. Bu taşeronluk karşılığında ilerde Kıbrıs ve Ege konusunda taviz beklediği çok açıktır. Sonraki gelişmelerde bu husus fazlasıyla açıklığa kavuşmuştur” dedi.    İSRAİL’İN TÜRKİYE’YE VERDİĞİ SÖZ   Yunanistan’ın arkasında İsrail’in bulunduğunu belirten Öcalan, “İsrail sağının savaş yanlısı aşırı uç kesiminin Türkiye'ye verdiği sözle bağlantısı güçlüdür. Dönemin İsrail Başbakanı sağcı blok Likud lideri Benjamin Netenyahu'dur. İsrail Ortadoğu'nun stratejik dengesinde Türkiye'yi yanında tutmak için komplonun gerçekleştirilmesinde baş aktör durumundadır; fakat yalnız değildir. Ayrıca İsrail sol demokratlarıyla, Şimon Perez çizgisiyle bağlantısı olacağını tahmin etmiyorum. Unutmamak gerekir ki, İzak Rabin suikastı da sağ uçlarla bağlantılıdır. Clinton, komplonun hazırlıkları yoğunlaştığında Monica şantajıyla etkisiz duruma getirilmiştir ve İsrail lobisinin bir dediğini iki etmeyecek durumdadır. Hem eşi Hillary hem de Monica'nın elinde şantajla birçok Başkanlık kararını çıkarmak imkân dahiline girmiştir” diye belirtti.    AVRUPA’NIN ÇIKARLARI    Bu konuda İsrail ve Yunanistan arasında Türkiye konusunda geçici bir işbirliği durumunun doğduğu tespitinde bulunan Öcalan, “Clinton bunu koordine etmektedir. Koordinasyonun temelleri Londra'da atılmış olup, beni izole ederek Kürtleri ve PKK'yi kendi kontrollerine almanın hesabı çok güçlüdür. Benim önderlik konumum Kürtler üzerinde geleneksel Batı politikasını sarsmaktadır. Olayın özü de bu gerçekliğe dayanmaktadır. Avrupa bu nedenle tasfiye edilmemi çıkarlarına uygun bulmuştur. Çünkü uzun süredir yürüttüğü Kürt politikası yine benim yüzümden boşa çıkmaktadır. Birleştikleri daha genel bir özellik, Doğu kültürünü benim şahsımda çözememiş olmalarıdır” değerlendirmesinde bulundu.   PSİKOLOJİK VE KÜLTÜREL GEREKÇE   Bu hususun Türkiye’ye getirilmesinin psikolojik ve kültürel gerekçesini teşkil ettiğinin altını çizen Öcalan, “Batı kültürünün beni eritebilecek bir yapıda olamaması, dışlanması gereken bir kişilik olarak görülmemde etkili olmuştur. Maddi ekonomik çıkarlar bunda belirleyici olmakla birlikte, kültürel temel de göz ardı edilemez. Batının güya ikinci bir Lenin veya Humeyni çıkarmak istemeyen havaları bunda etkili olmuştur. Kendi kültürlerinin işbirlikçisi veya taklitçisi olmayan, kendini aşağılayıp onları üstün olarak kabul etmeyen birisine hiç de hoşgörülü yaklaşmadıkları netçe ortaya çıkmıştır. Uygar-barbar ayrımı çizgisini bu olayda korumuşlardır. Kişiliğim konusunda uzun süre gözlem yaptıkları belliydi. Kendi mantalitelerine aykırı olduğumu çoktan kararlaştırmış gibi bir atmosferde buldum kendimi. Bu atmosfer bilinçli yaratılmış bir durumdu” ifadelerini kullandı.   AVRUPA’NIN KÜRT SORUNU KOZU    Öcalan, komployla Avrupa’nın son iki yüz yıllık Kürt politikasına bağlı kalındığına da sık sık vurgu yaptı.  Öcalan, “Bu politikanın temelinde, başta Türkler olmak üzere İran ve Arapları kendine bağlı kılmakta Kürtleri bir tehdit aracı olarak kullanma yatmaktadır. Ben Kürt sorununda nihai bir çözümü zorlamaktaydım. Onlar ise bu sorunu hep ellerinde kullanacakları bir koz olarak bulundurmayı esas almaktaydılar. Bu silahın ellerinden alınması hiç de çıkarlarına gelmiyordu. Geleneksel sömürgecilik politikasının en kirli bir kalıntısı olarak değerlendirmekten vazgeçmek istemiyorlardı. Stratejik olarak çözümlenmiş bir Kürt sorunu, onlar için henüz zamanı gelmemiş bir konuydu. İran, Irak ve Türkiye ile hesaplarını tam olarak görünceye kadar Kürt kozunu saklı tutma pozisyonu açıkça görülüyordu” dedi.    ‘NE ÖL NE KAL’ POLİTİKASI   Bu durumu Türkiye’de bazı kesimlerin çıkarlarını Kürt sorununun çözümsüzlüğüne bağlamasına benzeten Öcalan, şunları söyledi: “Bu, Kürtler açısından ‘ne öl ne kal’ politikasıdır. Ölmeyecek kadar sahip çıkma, yaşamayacak kadar uçurumda tutma gibi vahşi bir yaklaşımdır. Biraz destek verselerdi, doğru temelde son derece olumlu koşullar doğabilirdi. Örneğin bugünkü Kosova ve Makedonya’da gösterdikleri yaklaşımı Kürtler için de ısrarla sergileselerdi, sorunlar çoktan hal yoluna girerdi. Benzer bir durum İsrail ile Araplar ve Rusya ile Çeçenler için de geçerlidir. Çıkarları sorunların uzun vadeli sürmesinde yatmaktadır. Ama Avrupa’nın içini, yakınını ilgilendirdiğinde, hızlı ve yoğun davranabilmekte ve çözüm geliştirebilmektedirler. Benim durumum konjonktürel olarak bu tür çözümü çıkarlarına uygun kılmadığından dışlanmayı olağan kılmaktadır.”   KÜRTLERİN TASFİYESİ   Öcalan, komployla Kürtlere yönelik tasfiyenin amaçlandığını da birçok görüşmesinde vurguladı. Öcalan, “Kürt özgürlük hareketinin tasfiye edilmemesi, bir kez daha tasfiye ve parçalama çabalarına ağırlık vermeye yol açacak ya da dağılıp gideceklerdir. Ayrıca sınırlı da olsa gelişen barış koşullarını istismar etmeye çalışacaklar; özgürlük hareketinin özgür sivil toplumu yaratamaması, istismar çabalarını arttıracaktır. Dolayısıyla gerek eski tarikat tarzı gerici örgütlenmelere, gerekse işbirlikçi sahte sivil toplum kuruluşlarına dikkat etmek, halkı aldatmalarına fırsat vermemek büyük önem taşır” uyarısında bulundu.    ÜÇÜNCÜ DOĞUŞ DÖNEMİ   Öcalan, İmralı sürecini Kürtler ve kendisi açısından “Üçüncü doğuş dönemi” olarak tanımlayarak, “İmralı koşulları yalnız kişi olarak değil, cumhuriyet ve halk olarak üçüncü bir doğuş anlamına gelmektedir. Süreç tüm güçler açısından yeniden bir doğuşu ve şekillenmeyi zorlamaktadır. Devletten ekonomiye, siyasetten hukuka, ahlâktan sanata kadar her alan sarsılmakta, bunalmakta ve krizle birlikte çözümü aramaktadır. Benim İmralı sürecim bu gerçeği tetikleme anlamına gelmektedir. Bu krizlere çözüm arıyorum. Kurumsal olarak varlığımın temel bir parçası, Kürt özgürlük bilinci ve iradesidir. Özgür Kürt iradesinin inkârına dayalı cumhuriyet oligarşiktir ve bunun şiddeti ve ayrılığı doğurması kaçınılmazdır. Özgür birliğe, yani demokratik uzlaşıya açık olması, barış ve birlik içinde yaşamak demektir. Bunun uygulanmaması, oligarşik cumhuriyetle demokratik cumhuriyet arasındaki mücadelenin henüz sonuçlanmamasından ötürüdür. Bu açıdan sembolik olarak İmralı süreci tarihsel bir evreyi işaret etmektedir” ifadelerini kullandı.    TARİHİN EN DERİN KRİZİ    Türkiye’nin tarih boyunca ilk defa en derinliğine kadar yaşadığı krizin altında bu temel gerçekliğin olduğunu vurgulayan Öcalan, şunları söyledi: “Çözümleyici saha olan siyaset olgusunun Meclis ve hükümet olarak konuyu gerçekçi değerlendirerek zamanında ele alıp üstüne düşeni yapmaması, sorunların üstünü örtüp çürümeye ve çözümsüzlüğe terk etmesi, basında da yoğun işlendiği gibi krizin kaynağının siyaset olduğunu göstermektedir. Bu yaklaşım Türkiye’yi dıştan ve içten dayatılan ve özünde rantçılık ve yolsuzluk çetesine dayanan bir sisteme, dolayısıyla krize mahkûm etmekte; her yıl, hatta her ay milyarlarca dolar maddi kayıp verdirmekte, manevi olarak da bu ülkeyi derin acılara ve sıkıntılara boğmaktadır. Madem on beş yıllık savaşta, toplam bilanço olarak 40 bin kişinin ölümü ve yüzlerce milyara varan maddi kayıp söz konusudur. O halde yapılması gereken bu olguyu bütün tarihsel, toplumsal ve uluslararası koşullar içinde ele alarak doğru bir tanımlamaya ve çözüme gitmektir. Bu yapılmadıkça, krizin çok boyutlu olarak daha da tırmanması kaçınılmazdır.”   MA / Özgür Paksoy