Kürt gazetecilerin avukatı: Muhalif medya sessizliğiyle taraf 2022-02-25 09:32:14 DİYARBAKIR - Kürt basınına yönelik baskılara karşı sessizliği eleştiren avukat Resul Tamur, bu tutumun muhalif medyayı bir parça “taraf” kimliğine büründürdüğünü söyledi. Sahip olunan çeşitlilik oranında bir ülkenin demokratik niteliğe sahip olup olmadığının başlıca göstergesi olan medya, Türkiye’de tıpkı geçmişte olduğu gibi 20 yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarı döneminde de kontrol altında tutulup, dizayn edilmek istenen alanların başında geldi. Ülkeyi gün geçtikçe katılaşan bir otoriterizm anlayışıyla yönetmeyi sürdüren AKP’nin, “ya bizdensin ya öteki” ayrımı ile sınırlarını çizdiği kutuplaştırma iklimi içerisinde siyasi ve toplumsal alan gibi doğallığında taraf konumuna itilen muhalif medya da uzun süredir hedefte.   Bu hedef alınanların başında ise dün olduğu gibi yine Kürt medyası ve gazeteciler geliyor. Özellikle bölge kentlerinde yaşanıp, kamuoyunun gündemine taşıdıkları haberlerle iktidarın politikalarını teşhir eden Kürt gazetecilerin sesleri, fiili engellemeler ve yargı kıskacıyla kısılmak isteniyor. Bunun en somut yansıması ise neredeyse her gün bir başka Kürt gazetecinin gözaltına alınması, tutuklanması, yargılanması ile birlikte bağlı çalıştıkları ajans, gazete ve dergilere getirilen erişim engellemeleri, yasak kararları oluyor.    Kürt gazetecilerin yüz yüze kaldıkları bu olumsuzlukların diğer bir tarafı ise, maruz kaldıkları baskılar karşısında meslektaşlarından yeterli destek ve dayanışmayı görememeleri ya da aslında hiç görülmemeleri!   Gazetecilere yönelik baskılar karşısında dayanışmayı esas alıp, Avrupa ülkeleri tarafından fonlanan kurum ve oluşumların desteğini adliye koridorlarında pek fazla göremeyen Kürt gazeteciler, çoğunlukla sanal medyada kendileriyle ilgili yapılan bir paylaşım veya hazırlanan raporlarda veri olarak yer bulabiliyor.    İktidarın ve yargının Kürt gazetecilere bakışı ile birlikte muhalif medyanın Kürt gazetecilere yönelik yaklaşımını ve bunun yarattığı sonuçları, yargılandıkları davaların birçoğunda Kürt gazetecilerin avukatlığını yapan Resul Tamur ile konuştuk.    Türkiye’de geçmişten bugüne iktidarlar değişse de muhalif medyaya dönük bakış açısı çok fazla değişmedi. Muhalif medya günümüzde hangi baskılarla yüz yüze. Bu baskılar içerisinde Kürt medyasına ve gazetecilere dönük yönelimler nasıl bir yer tutuyor?   Aslında ayrım tam olarak muhalif medya içerisinden sıyrılan Kürt gazeteciliğine yönelik bir baskı olarak gelişilmedi. Tarihsel gelişimine baktığımızda, Kürt basını kendini oluşturduğu günden bugüne sürekli bir baskıyla karşı karşıya kaldı. Daha sonraki zaman dilimleri içinde aslında Türkiye’de muhalif gazetecilere ya da muhalif basına yönelik bir baskı gelişti. Kürt basınına yönelik baskılar ise daha çok arka plana itilir gibi oldu. Son 4-5 sene zarfını değerlendirecek olursak, Türkiye’de Kürt medyasının yanında bir de muhalif basına yönelik ciddi bir baskının olduğunu ve bu baskı ile aslında muhalif kesimin bir bütünen susturulmaya çalışıldığını açık bir biçimde görüyoruz. Muhalif medyaya yönelik baskılar dozajını arttırdığı süre zarfında Kürt basınına yönelik baskıların dozajı da aynı oranda arttı. Fakat görünür olmaktan bir nebze uzaklaştı Bu da muhalif basın ve medya kuruluşlarının Kürtlere devlet gözüyle bakmasından kaynaklandı.   Bu baskılar bugün kendisini daha çok hangi biçimlerde gösteriyor ve geçmiştekilerden farklı yanları neler?   Bu konuda özellikle soruşturma ve dava süreçlerinde karşılaştığımız temel bazı sorunları belki izah etmek gerekiyor. Karşılaştığımız sorunlar arasında bizi en çok zorlayan noktalardan biri de tam da bahsettiğimiz noktadaki baskı türleri. Çoğu zaman bir davanın şekline ya da sonucuna odaklı bir baskı söz konusu. Biz yıllardır şunu izah etmeye çalışıyoruz. Diyoruz ki bunlar artık sistematik bir hal almıştır.      Devletin en üst perdesinden de dinlendirildiği üzere bunun bir gazetecilik faaliyeti değil, farklı amaçları perdeleme amacıyla kullanılan bir mekanizma olduğu şeklinde bir anlayış söz konusu.    Kürt gazetecilere her yıl onlarca soruşturma açılıyor, bu soruşturmalar içerisinde çoğu zaman gözaltı durumları söz konusu oluyor ve bunların tamamı da aslında bir tanımlamadan kaynaklanıyor. Bunlar da çoğu zaman devlet diliyle, polis fezlekesiyle veya savcılık iddianamesiyle ortaya konulan tanımlamalar ve ortak nokta olarak devletin en üst perdesinden de dinlendirildiği üzere bunun bir gazetecilik faaliyeti değil, farklı amaçları perdeleme amacıyla kullanılan bir mekanizma olduğu şeklinde bir anlayış söz konusu. Fakat aslında çok iyi biliyoruz ki Kürdistan’daki gazetecilik faaliyetini bu tanımlamalarla engellediğiniz zaman doğrudan mesleğin mutfağını da kapatmış oluyorsunuz. Türkiye muhalif medyasının ağırlıklı olarak beslediği medya, Kürt medyasının ta kendisidir. Kürt medyasının yapmış olduğu irili ufaklı haberlerdir. Dolayısıyla bu durum göz önünde bulundurulduğunda, mevcut baskıların habere erişim noktasında da ciddi bir sorun yaratacağı sonucu ortaya çıkıyor.    Baskı çeşitlerine gelince; soruşturmalar bunun en başında geliyor. Özellikle Diyarbakır gibi, Kürdistan’ın farklı yerlerinde dönemsel olarak yapılan toplu gözaltıların hepsinde bir veya birden fazla gazetecinin gözaltı işlemlerine maruz kaldığını ve bu gözaltı sebebi her ne kadar bir ihbarla ya da bir gizli tanık beyanıyla başlasa da ifade alınması aşamasından itibaren doğrudan kişinin yaptığı haberler veya bağlı çalıştığı kurumun haber kaynakları doğrudan kendisine sorulmakta. Dolayısıyla bu durum mesleki faaliyetin soruşturulmasına ve kriminalize edilmesine yol açıyor.    Doğrudan gazetecileri hedef alan soruşturma ve davaların yanı sıra kendisini erişim engelleri ile gösteren baskılar da söz konusu. Öyle ki doğrudan rahatsız olunan haberlere değil de basın kurumlarının bir bütünen internet sitelerine erişim engeli getiriliyor. Bu durum yasal mevzuatlara ne kadar uygun, uygulamada ne tür sorunlarla karşılaşılıyor?     Sansür bugün çok daha farklı bir noktada. İçerik çıkartma yerine erişimi bir bütünen engellenmesi yerleşik bir uygulama hâline geldi.   Bu uygulamayı aslında mahkemelerde de sıklıkla dile getiriyoruz. En zor ve kötü diye tanımladığımız 90’lı yıllarda bile gazetecilik faaliyeti kapmasında herhangi bir sansür getirildiğinde, gazetelerin ilgili haberi karartılıyordu ve üzerinde ‘sansürlüdür’ ibaresi geçiyordu. Dolayısıyla gazetenin diğer kısımları okuyuculara ulaşabiliyordu. Sansürlenen kısımların neden sansürlendiği en azından okuyucular tarafından takip edebiliyordu. Fakat bu sansür bugün çok daha farklı bir noktada. İçerik çıkartma yerine erişimi bir bütünen engellenmesi yerleşik bir uygulama hâkline geldi.   Bunun yakın zamandaki en bariz örneklerinden biri Kürtçe yayın yapan Xwebûn gazetesinin internet sitesine Bilgi Teknolojileri İletişim Başkanlığı tarafından erişim engeli getirilmesi oldu. Bu karar bir gün sonrasında Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından resmi bir mahkeme kararı haline getirildi. Tabi mahkeme kararı bize tebliğ edilmediği için erişime engellenen içeriği öğrenme şansımız da olmadı. Fakat içerikten bağımsız olarak hangi sebeplerden kaynaklı erişim engeli kararı alındığı artık herkes tarafından bilindiği için matbu gerekçeler üzerinden yaptığımız itiraza Ankara 3’ncü Sulh Ceza Hâkimliği tarafından olumlu yanıt verildi. Verilen bu yanıtta en çok dikkat çeken husus ise şuydu: Xwebûn gazetesi, Kürtçe yayın yapan Türkiye’deki sınırlı sayıdaki yayınlardan biri ve gerek İletişim Başkanlığı tarafından gerekse de sonrasında mahkeme tarafından alınan onama kararından anlaşıldığı kadarıyla erişim engeli getirilen Kürtçe içerik bir çözümlemeye tabii tutulmamış!   Dolayısıyla bu dosya içerisinde herhangi bir Kürtçe çevirinin olmaması, bilirkişi raporunun olmaması ve yakın zamanda Anayasa Mahkemesinin erişim engellemelerine ilişkin vermiş olduğu pilot kararları ve uygulamaları göz önünde bulundurarak Ceza Hakimliği, gazeteye getirilen erişim engelinin kaldırılması yönünde bir karara imza attı. Bu geleceğe dair umut vermese de sevindiren bir karardı. Nitekim Nöbetçi Ankara 3’ncü Sulh Ceza Hâkimliği bir hafta sonra verdiği bu kararı unutup, başka yayınlar açısından yine erişim engeli kararı verince biz aslında uygulamadan vazgeçilmediğini ve bu sistematiğin bozulmadığını çok rahat bir şekilde anlayabiliyoruz.     Kürt medyasına yönelik fiili baskı ve engellemeleri diğer muhalif medyadan ayıran başlıca noktaları özetlediniz. Yargı alanına bakacak olursak, kanunlar değişmese de yargının Kürt bir gazeteci ile Türk ya da farklı etnisiteden bir gazeteciye dair bakışı aynı mı?   Bir önceki sorunuzda işaret ettiğim gibi kriminalize edilenin sadece kişisel olarak Kürt gazeteciler değil, aynı zamana bir bütünen çalıştıkları kurumların da olduğunu bilmek gerekiyor. Bu çerçevede yakın zamanda bölge kentlerinde siyasi nedenlerle gözaltına alınanların birçoğuna takip ettikleri haber ajansları da soruluyor. Burada Mezopotamya Ajansı, JinNews vb. ajansların açık bir şekilde örgütsel faaliyet yürüten ajanslar şeklinde lanse edilmesi ve bunların doğrudan kriminalize edilmesi çabası, aslında daha baştan buralarda çalışan gazetecilere yönelik yapılacak operasyon veya soruşturma sonrasında açılacak olan davaların alt yapısını hazırlamaya dönük bir çabadır. Çünkü burada bir meşrulaştırma yoluna gidiliyor. Meşrulaştırılmak istenen nokta da aslında yürütülen faaliyetlerin gazetecilikle ilgili bir durum olmadığı. Oluşturulmaya çalışılan bu dayanakla sonrasında hedef alınan gazetecinin aslında mesleki değil, örgütsel bağlamda hareket ettiği yönünde bir tez oluşturulmakta.   Burada ortaya çıkan temel sıkıntı ise polis fezlekesi ya da savcının iddianamesinde bu dili taşıması değil. Yani Kürt gazeteciler ve Kürt basını buna alıştı, bu anlamda kendisini polisin fezlekesine ya da savcının iddianamesine göre şekillendirip, konumlandırmıyor. Burada acı verip, kaygı uyandıran durum, gazetecilik faaliyeti yürüten basın kurumlarına ve bir kısmı muhalif medya içerisinde yer alan gazetecilerin de olan biteni polis fezlekesi ve savcı iddianamesi çerçevesinde değerlendirmesi.    Meslek örgütleri aslında kendilerini yargının Kürt medyasını kriminalize etme çabasının dışında tutamıyor mu?   Rahat bir tartışma yürütebilirsek, aslında bunun neden gazetecilik faaliyeti olduğunu en iyi ortaya koyabilecek kurumlar, bu kurumlardır. Fakat kendilerini böylesi bir tartışma zemininde görmek ne yazık ki çok mümkün olmuyor. Ellerine aldıkları polis fezlekesi veya savcılık iddianamesiyle yetiniyorlar.     Kürt gazeteciler devletle tek bir sefer karşı karşıya gelen gazeteci kimliğinde değil. Muhalif medya temsilcileri, Kürt medyasını polis ya da savcı diliyle tanımlamaya çalışıyor.    Mesela birkaç gün önce infaz için cezaevine alınıp, sonrasında bırakılan gazetecilerden biri buna ilişkin bir ayrım yaptı. Kendisini gazeteci olarak ilan etti, ki gazetecidir bu konuda tereddüt bulunmamakta. Fakat bunun haricinde yaptığı bir vurgu, bahsettiğimiz muhalif kesimin resmini de ortaya koyuyordu. Gerçek gazetecin kaçmayacağını, gelip teslim olacağını ve cezasını çekeceğini, bu anlamda böylesi bir kaygısının bulunmadığı yönünde vurguları vardı. Bu aslında mevcut ayrışmayı, Kürt basınına ve Kürt gazetecisine baktıkları noktayı ortaya koyan bir durumdu. Ama gerçek şu ki; Kürt gazeteciler devletle tek bir sefer karşı karşıya gelen gazeteci kimliğinde değil. Dolayısıyla devletin sürekli hedef aldığı, baskı uyguladığı alan Kürt medyasının kendisidir. Bu anlamda ayrışma çoğu zaman ciddi bir noktaya varmakta ve ayrışan muhalif medya içerisinde özellikle temsilciler, bu bağlamda Kürt medyasını polis ya da savcı diliyle çok rahat tanımlamaya çalışmaktadır. Temelde yapılması gereken şey, bir tanım ihtiyaçları söz konusuysa, bunu doğrudan Kürt gazetecilerine sorabilirler. Kendisini en iyi tanımlayacak olanlar Kürt gazeteciler ve Kürt basınıdır.   Bu yaklaşım Kürt gazetecileri savunmasız kılıp, yargının elini mi güçlendiriyor?   Muhakkak. Bunu şöyle dile getireyim. Kürt gazeteciler gözaltına alındıklarında ya da tutuklanıp yargılandıklarında, ağırlıklı olarak sadece Kürt basınından destek görmeleri bile suçlanma gerekçesi haline getirtiliyor. Gözaltına alınan gazetecilere sorulan temel sorularından biri artık şu; “Gözaltına alındığınızda Mezopotamya Ajansı ya da JinNews vb. Kürt basın kurumları neden haberinizi yapıp, sizi gündem haline getiriyor?”    Çeşitliliğin olmaması itibariyle diğer muhalif medyanın ve basın kuruluşlarının Kürt gazeteciyi savunmaması ya da sahiplenmemesi daha soruşturma aşamasında böyle bir sonucu ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla durum bu haliyle geliştiği zaman mahkemenin de sorduğu ilk soru; “Sarı basın kartın var mı?” oluyor. Aslında devlet tarafından tanınmış bir basın kartının olup olmadığını soruyor. Dolayısıyla muhalif basın ile mahkemenin bir yerden sonra durduğu nokta aynı oluyor. Yargılama konusunda da maalesef bir bütünleşme hali içerisine girdikleri söylenemez. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse, Geli Kurdistan Tv muhabiri Rojhat Doğru’nun almış olduğu müebbet hapis cezası. Genel anlamda muhalif medyaya baktığımız zaman aslında doğrudan mahkemenin diliyle -ki görmedikleri bir gerekçeye dayanarak- biraz da polisin fezlekesi ve savcının iddianamesi üzerinden oluyor bu açıkçası. Gerçekten silahlı bir eyleme ya da silahlı bir faaliyete katılmış gibi bir görüntü haliyle Rojhat’tan uzak durdular. Rojhat’ın gazeteci olduğunu vurgulayan temel ses, yine Kürt basınından ve Kürt gazetecilerden geldi açıkçası. Yine yakın zamanda gözaltına alınan Nurcan Yalçın’ın çatışmalar yaşandığı dönemde Sur ilçesinde çekmiş olduğu görüntülerden kaynaklı muhalif medyanın bir parça bu durumdan uzak kalmayı ve sessiz kalmayı tercih ettiğini açık bir şekilde görebiliyoruz.   Sessiz kalarak Kürt gazetecileri hedefe açık hale getirmeleri ve de yapılan bu yönlü işlemleri meşrulaştırma rolü, artık bir parça taraf kimliğine bürünmelerine sebep olmakta.    Buradaki temel mesele, onların da doğrudan savcı ya da polis gibi iddialarda bulunması, yargılaması değil. Temel mesele sessiz kalmalarıdır. Sessiz kalarak aslında fezlekelerdeki, iddianamelerdeki veya mahkeme kararlarındaki yanlış ve hatalı tutumları meşrulaştırmaları ve bir anlamda sahiplenmeleridir. Dayanışma, elbette ki şart ama zorunluluğu olmayan bir durum açıkçası. Muhalif medyanın illa Kürt medyası ile bir dayanışma içerisinde olması, illa Kürt medyasını savunur durumda olması gibi bir arayış, çaba veya çağrının çok doğru olmadığını düşünüyorum açıkçası. Fakat sessiz kalarak Kürt gazetecileri hedefe açık hale getirmeleri ve de yapılan bu yönlü işlemleri meşrulaştırma rolü, artık bir parça taraf kimliğine bürünmelerine sebep olmakta.    Böylesi bir durumdan sıyrılmak ve doğrudan gazetecilik mesleğinin kendisini hedef alan baskılar karşısında ortaklaşma sağlanmasına ne kadar ihtiyaç var?    Bu aslında özellikle 2016’daki ‘Haber Nöbeti’ pratiğini hatırlatıyor. O dönem buraya gelip, Kürt medyası ve Kürt gazetecilerle tanışan, dayanışan gazeteciler aslında yürütülen faaliyetin adını çok net koyabildiler. Yürütülen faaliyetin hangi koşullarda yapılabildiğini ve karşılaşılan baskıyı gördüler. Bunları gördükleri için de o dönem tanıdıkları her bir gazeteci için ayrı ayrı dayanışma sergilediler. O günden bugüne o gazetecilerden biri herhangi bir yönelime, baskıya maruz kaldığında, o günlerde buraya gelen ve buradaki durumu gören tüm gazeteciler hala bu dayanışmalarını sürdürüyor. Dolayısıyla böylesi bir bakış açısına ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Yani en başta söylediğim gibi doğrudan bir tanıma ihtiyaçları varsa, gelip burada doğrudan Kürt gazetecilerin, medyasının faaliyetlerine, bunları hangi koşullarda yaptıklarına bakabilirler. Bu konuda bir hassasiyet geliştirilebilir. Zaten bu geliştirildiği zaman açık bir biçimde baskıya maruz kalınanın basın faaliyeti olduğunu, engellenmemesi durumunda meselenin ucunun muhalif medyaya kadar gideceği ve bu şekilde sistematik bir hal alacağı geçmiş dönemde gördüğümüz pratikler içerisinde anlaşılabilir.     Mevcut tablo da bunu doğruluyor herhalde…   Yani Kürtlere karşı süreklileşen sessiz kalma hali; devlet pratiğini, baskısını ve oluşturmuş olduğu bir geleneği doğurmakta ve bunu meşrulaştırmakta. Bu uygulama haline geldiği zaman ve devlet buna karşı sessizliği de gördüğü zaman, kendi cephesinde uygulamanın doğru olduğunu ve devam etmesi gerektiğini düşünüyor. Dolayısıyla Kürt medyasından sonra muhalif medyaya ve Türkiye medyasına yönelik benzer sistematik baskılar ve dava süreçlerini de açık bir biçimde yürütebiliyor.   MA / Ömer Çelik