Sırrı Sakık: Halklar buluşabilirse çözemeyeceğimiz şey yok 2022-03-16 10:25:51 DİYARBAKIR - Kürt sorununun çözümüyle ancak sağlanabilecek barışın ne Cumhur ne de Millet ittifakına bırakılamayacağını söyleyen Kürt siyasetçi Sırrı Sakık, “Bütün halklar buluşabilirsek, çözemeyeceğimiz şey yok” diyerek, Newroz meydanlarını işaret etti. Çözümsüzlük politikalarının ülkeyi karanlığa sürüklediği Kürt meselesinde diyalog sürecinin başladığı 2013 yılında, Diyarbakır’da Newroz kutlamasına gönderdiği mesajında “silah değil, siyaset öne çıksın” diyen PKK Lideri Abdullah Öcalan, milyonların şahitliğinde silahlı direniş sürecinden demokratik siyaset sürecine kapı açtı. Bu çağrıda bulunurken, Ortadoğu coğrafyasında yüzyıl öncesine benzer şekilde yaşanan krize işaret ederek, Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı'nı hatırlatan Öcalan, yeni bir model inşa etme zorunluğunun önemini vurguladı.    Bunu başarmanın formülü ise, “Tek”in yerine “Biz”i koymaktan geçiyordu. Bu açıklamasıyla Türkiye siyasetindeki havayı değiştiren Öcalan, barışa götürecek yolun taşlarını yerleştirmeye koyuldu.    Yıllardır süren tutsaklık koşullarına rağmen, siyasi-toplumsal tespitleriyle devlet heyetini bile şaşırtan Öcalan’ın süren müzakerelere dair ısrarla talep ettiği yasal çerçeve, 2015 yılında 28 Şubat’ın yıldönümünde imzalanan Dolmabahçe mutabakatı ile sağlandı. Bu mutabakat akabinde gerçekleşen Newroz’da, örgüte silah bırakma çağrısı yapan Öcalan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sarf ettiği “Şimdi bakıyorsun, Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok” sözleri ve imzalanan mutabakattan habersiz olduğunu söylediği açıklamasından sonra 5 Nisan'dan itibaren İmralı Heyeti ile görüştürülmeyerek tecride alındı.   HDP’nin parti olarak girme kararı aldığı 7 Haziran genel seçimlerinin sonuçlarıyla tüm hesapları bozulan AKP’nin 24 Temmuz 2015 itibariyle yeniden sarıldığı savaş, aradan geçen zamanda barış umudu ile birlikte bu ülke insanlarının geleceğinden de çok şeyleri alıp götürdü.    Bugün sanki hiç yaşanmamış gibi 2013-15 yılları üzerinden iktidarı ve muhalefeti ile Türkiye siyasetinin Kürt meselesine yaklaşımı ve bunun sonuçlarının yanıtlarını, deneyimli Kürt siyasetçi Sırrı Sakık’tan almaya çalıştık.    Kürt sorununun çözümüne dair 2013 yılı Newrozu ile başlayan "diyalog süreci", 2015 yılı ortasında sonlandırıldı. Nedenleri ve sonuçlarından önce böylesi bir sürecin başlatılmasının temel dinamikleri nelerdi?      Diyarbakır’da okunan o Newroz manifestosu, sadece bu coğrafyada yaşayan değil, dünyanın dört bir tarafında özellikle Kürt sorununun barışçıl bir şekilde çözülmesini isteyenleri heyecanlandırmıştı.    Newroz haftasına girdik, önümüzdeki günlerde Türkiye’nin dört bir tarafında Newrozu coşkulu bir şekilde kutlayacağız. Bu seneki Newroz ateşini özellikle 6 yıl önce Amed’te öldürülen Kemal Kurkut için orada yeniden yakacağız, İzmir’de katledilen Deniz Poyraz, Urfa’da bir yıldır eşinin ve çocuklarının katilini arayan Şenyaşar Ailesi ve barış için yakacağız. Şimdiden herkesin Newrozu’nu kutluyorum. 2014 yılında Diyarbakır’da okunan o Newroz mesajı ve manifestosu hepimizi çok heyecanlandırmıştı. Sadece bu coğrafyada yaşayan değil, dünyanın dört bir tarafında özellikle Kürt sorununun barışçıl bir şekilde çözülmesini isteyenlerin, yüreği hep orada olanların bedenleri de o yıl orada bulunmuştu. Hepimiz Diyarbakır’da buluşmuştuk ve orada milyonun üzerinde insanlar gelecek mesajı bekliyorlardı. Hepimiz ilk kez ciddi bir görüşme oluyor, ilk kez silahlara veda edilecek, kan deryasından kurtulacağız diyorduk. Kürt sorunuyla cumhuriyet yaşıt, yani yüzyıllık bir süreç yaşanmış ve burada barışa yönelik ilk adımlar atılacaktı. Onun için hepimiz çok heyecanlıydık. Bütün Newroz’larda o heyecanı yaşarız ama bizim için altını çizerek söylüyorum 2014 yılı Newrozu, böylesi bir Newroz’du.    Burada mesajlar çok açık ve netti. Barışı, kardeşliği inşa etmenin projesi ve manifestosu vardı. Meriç ile Fırat ve Dicle’nin kardeş olacağı, Erciyes Dağı ile Ağrı Dağı’nın kardeş olacağı söyleniyordu ve bu durum Türkiye toplumunun büyük bir kesimini heyecanlandırdı, sadece Kürtleri değil. Herkes bu şiddet döneminden artık kurtulacağız umuduyla gelmişti. Ama ne yazık ki 2014 yılından 2015’e hareket ettiğimizde 7 Haziran seçimlerinden sonra, özellikle HDP’nin göstermiş olduğu o büyük başarıdan sonra tamamen ipler koptu.   Demokratik siyasette Kürtlerin ve Türkiye demokratik güçlerinin bu kadar güçlü olmasını bu ülkeyi yönetenler, yani ülkenin gözüken aktörleri ve tabi gözükmeyen aktörleri birlik oluşturdular ve o gün bugündür de çok ağır bir süreç yaşıyoruz. Yani özellikle Kürtler ve demokratik siyasette öncülük eden kadrolar çok ağır bedeller ödediler. Bugün HDP’nin on binin üzerindeki yöneticileri, milletvekilleri, belediye başkanları, il ve ilçe yönetimleri içeride. O günün aktörleri ve bu süreci başlatanlar, bugün Cumhur İttifakını oluşturanlardır. Hiç yan yana gelmeyen iki siyasi parti ve dikkat ederseniz özellikle 7 Haziran seçimi öncesi, daha önce AKP-MHP’nin, Bahçeli ve Erdoğan’ın birbirlerine dair söylemleri kavgada bile söylenmeyecek sözlerdi. Ama sorun tabi ki Kürtler. Kürtlerin demokratik siyasette büyük bir birlik oluşturması onları yan yana getirdi. Demek ki barış sürecinde çok samimi olmadıklarını, “A” projesinin yanında bir “B” projelerinin olduğunu son 6 yıldır görüyoruz ve bunun faturasını da ağır bir şekilde ödüyoruz.   Sürecin bozulmasının tek nedeni, sıklıkla ifade edildiği gibi HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde elde ettiği başarı ile AKP’nin tek başına iktidar olma şansını yitirmesi miydi? Yoksa aradan geçen zamanda yaşananların daha anlaşılır kıldığı farklı nedenler var mı?       7 Haziran seçimlerinden sonra Kürtlerin ve Türkiye demokrasi siyasi güçlerinin ciddi bir şekilde siyasette yol almalarını içlerine sindiremediler. “Öyle bir sistem getirelim ki bir daha Kürtler bu sistemin içerisinde yer almasınlar” denildi.   AKP cephesinde hep şu hesaplar yapılıyordu; HDP 2007-2011 seçimlerinde işte bağımsız adaylarla seçimlere katıldı ve daha önce 20 civarı milletvekili, 2011 yılında 30’un üzerinde milletvekilli çıkartmıştı. AKP’nin bütün hesabı bunun üzerine inşa etmişti. Ama demokratik siyasette HDP’nin kendi kimliğine ve dostlarıyla seçime katılması onları ürkütüyordu. Bu olmayınca ve seçimler sonucu 80 milletvekilinin parlamentoya gelmesi, bundan önceki 2014 seçimlerinde yerel seçimlerde 104 belediye başkanının gelmesi bu kesimleri ciddi şekilde rahatsız etti. Özellikle MHP-Bahçeli’nin, bugün Cumhur İttifakı’nda AKP ile yan yana duruşunun asıl nedeni bence budur. Cumhurbaşkanlığı hükümet Sistemi için daha önce “Bu ucube bir sistemdir, hiçbir Türk bu sistemde yer almayacaktır” diye açıklamalar yapan bizatihi Devlet Bahçeli’ydi. Peki, ne oldu, ne değişti? Erdoğan’a “Senden Cumhurbaşkanı olmaz, seni yargılayacağız, senden hesap soracağız” diyordu. Odasındaki saatini 17-24 Aralık operasyona göre ayarlayan bir siyasi aktöre ne oldu?    Açık ve net bir şekilde söyleyeyim; 7 Haziran seçimlerinden sonra Kürtlerin ve Türkiye demokrasi siyasi güçlerinin ciddi bir şekilde siyasette yol almalarını içlerine sindiremediler. “Öyle bir sistem getirelim ki bir daha Kürtler bu sistemin içerisinde yer almasınlar” denildi. Evet, parlamentoya gelsinler, grupları olsun ama sistem içerisinde Kürtlerin bir Cumhurbaşkanı olma şansı olmasın, Kürtler koalisyonlarda yer almasın. Sistemin değişmesinin temel nedeni buydu ve bunu da yaptılar.   Fakat bu hesabı yaparken gelecekte Kürtlerin süreci belirleyecek aktör olacaklarını tahmin etmiyorlardı. Kürtler, hem 31 Mart seçimlerinde yaptıkları yanlışlıklara karşı hiçbir hesap kitap yapmadan, şu belediyenin şu rantından, şu kadrosundan, şu işinden faydalanalım değil, tam tersine biz bu ülkede demokrasi ve özgürlükler için, AKP’nin yaptığı yanlışlardan onları cezalandırıyoruz diye, gidip Türkiye’nin dört bir tarafından İYİ Parti ile CHP’nin adaylarına oy verdik. Önümüzdeki dönemde siyaseti şekillendirecek olan aktör yine Kürtlerdir. Kürtler olmadan ne Cumhur İttifakı ne de Millet İttifakı’nın tek başına sonuç alamayacaklarını hayat hepimize gösterdi. Onun için biz bugün, dünden daha güçlüyüz. Yüzyıllık bir Cumhuriyet süreci yaşanıyor ve bu süre içerisinde Kürtlere acı dolu yıllar yaşattılar. Çok acılar yaşadık, yani atalarımızdan tutun babalarımıza ve bize gelene kadar ki süreçte böylesi acı dolu yıllar yaşadık. OHAL uygulamaları, sıkıyönetimler gibi...    Bugün de aynı şeyler yaşanıyor demokratik siyasette hayat tanımamak, belediye başkanlarının yerine kayyımlar atamak, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmak bize bunların hepsini yaşattılar. Ama biz önümüzdeki dönem bu yüzyılı, bir daha bu acıların yaşanmaması için ilk adımlarını bilinçli bir şekilde atacağız ve kimlerle yol yürüyeceksek, taleplerimizi açık ve net olarak ortaya koyacağız. Böyle bir tarihi fırsatımız var, bu fırsatı değerlendirmek Kürtlerin ve siyasetin görevidir.    Yeniden savaş politikalarına sarılarak süreci noktalayan AKP iktidarı, istediği sonucu alabildi mi?      Bu ülkenin sanatçıları, aydınları işte Putin’e mektuplar yazıyor, gözyaşı döküyor, hepsi sanki birer Gandi! Peki, bu topraklarda 30-40 yıldır barış isteyen herkes neden şiddet ve acı dolu yıllar yaşadı?   Amaçlarına ulaşmadıklarını onlar da biliyorlar. Bakın eğer tutuklanmalar, kayyımlar çare olmuş olsaydı, bugün işte HDP… Yani bunu siyaseten söylemiyoruz, biz bugün barajın üzerinde yüzde 16-17’lerdeyiz. Halkımızla büyük bir buluşmayı sağladık. Onlar, ellerinden ne geliyorsa, tutuklamalardan baskılara kadar her şeyi denediler, parti kapatılmalar vs. 30 yıldır siyasettin içerisindeyim, bugüne dek 9 partimiz kapatıldı, 10’ncu partimize de kapatma davası açıldı, Anayasa Mahkemesinde görülüyor. İlk gün kapanan partilerimizle yüzde 2-3 oy ile başladık, bugün yüzde 16-17’lerdeyiz. Politikalarının aslında çıkmaz, yanlış bir yol olduğunu hep söyledik, söylüyoruz da. Onlar bizlere ne kadar baskı uyguluyorsa, halkımız da o kadar birlik oluşturuyor. İnadına bu topraklarda barışı halklara armağan edeceğiz, diyorlar.   Biz sizler gibi çifte kimlikli değiliz. Bugün Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan savaşta işte bu ülkenin siyasetçilerinin nasıl her birinin bir Gandi’ye dönüştüğünü görünüz. Bu ülkenin sanatçıları, aydınları işte Putin’e mektuplar yazıyor, gözyaşı döküyor, hepsi sanki birer Gandi! Peki, bu topraklarda 30-40 yıldır barış isteyen herkes neden şiddet ve acı dolu yıllar yaşadı? Gözünüzü kendi topraklarınızda olup bitenlere kapatacaksınız, barış yanlılarını ‘hain, terörist’ ilan edeceksiniz ama diğerlerinin barışına öncülük edeceksiniz… AKP iktidarı, diplomasi yapıyor. Bir taraftan Moskova’ya, bir taraftan Ukrayna’ya gidiyorlar, bir tarafta Antalya’da masalar kuruluyor. İyi, bunlara seviniyoruz ama peki bu topraklardan sorumlu olan bir devletten bahsediyoruz. Bütün halklar gidip “ortak vatan” şiarıyla bir Cumhuriyet, bir vatan kurdular ve ağır bedeller ödediler. O ortak vatan için 1921 Anayasası’nda Mustafa Kemal “hepimizin ana yurdudur” diyordu ve bunu Kürtlerin, Türklerin, Çerkeslerin isimlerini anarak söylüyordu. Sonrasında işler değişti. Muş halkının bir sözü var; “Ayağıma yer edeyim, dur sana neler edeyim”. İşte önce ayaklarına yer ettiler ve sonra da Kürtler başta olmak üzere bu ülkenin diğer bütün ötekilerine acı dolu yıllar yaşattılar.    Bu süreçleri hepimiz birebir yaşadık. Şimdi bunların yeniden yaşanmaması için neler yapabiliriz. Bakın biz yüzyıl sonra 1921 Anayasası’nda ortak vatan şiarı denilen o süreci arıyoruz. Ne kadar acı… Ve bu ülkenin siyasi aktörleri başka ülkeler için bu kadar çırpınırken, hala kendi topraklarında, kendi insanlarıyla barışma, buluşma noktasında değiller. Evet, Millet İttifakındaki CHP’nin zaman zaman söylemleri var ama bu söylemlerde ne söylendiğini biz bilmiyoruz!    AKP’nin yürüttüğü politikaların ülkeyi çıkmaza soktuğunu söylediniz. Diğer tarafta CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerde gittiği Diyarbakır’da Kürt meselesinin çözümüne dair 5 ilke açıklayıp, çözüm yeri olarak Meclis’i işaret etti. CHP, çözüm konusunda umut veriyor mu?       Aslında Diyarbakır’a geldiğinde açık ve net olarak biz bunları yapacağız, önümüzdeki dönem Anayasa ve yasalarda Kürtlerin hakkını güvence altına alacağız demeliydi. Ama ne yazık ki bunları göremedik.   Kemal Bey’in Diyarbakır’a gelişi ürkek ve korkak. Misal Diyarbakır Cezaevi ile ilgili sözlenenler. Yahu Kürtler 30 yıl önce cezaevinde yaşananları sadece o dönem yaşamadı. Bugün de cezaevinde aynı sıkıntılar yaşanıyor. 80 öncesi dönemde de Kürtler çok büyük acılar yaşadı. Sizin gerçekten Kürtlerin sorunları ile ilgili nasıl bir projeniz var? 1989 yılında SHP’nin hazırlamış olduğu bir Kürt raporu vardı. Ben de SHP’de politika yaptım. Kemal Bey, eğer Kürtler ile ilgili yeni bir süreç başlatacaksa, hiç olmazsa SHP’nin böyle bir raporu var, eksiktir yetersizdir ama 30 küsur yıl önce bunlar yapılmış. Bugün böylesi bir projelerini görmüyoruz. (Kemal Kılıçdaroğlu) Aslında Diyarbakır’a geldiğinde açık ve net olarak biz bunları yapacağız, önümüzdeki dönem Anayasa ve yasalarda Kürtlerin hakkını güvence altına alacağız demeliydi. Ama ne yazık ki bunları göremedik.    Tabi ki gelişi önemsiyoruz, attıkları adımları önemsiyoruz, olması gereken de budur. Eksiktir, bunun desteklenmesi gerekir. Ama salt oy uğruna, yani 31 Mart’ta yapılmış o diyaloglar sonucu belediyeler alınmış ve önümüzdeki seçimle ilgili böylesi bir adım atılıyorsa, bu çok samimi olmadıklarının bir göstergesi. Daha önce de, yani bu 30 yıllık süreçte Özal’dan tutun Demirel’e, Mesut Yılmaz’a, Tansu Çiller’e, Erbakan’a kadar, kim ki o topraklara geldiyse benzer sözler söyledi. Ülkenin bugünkü Cumhurbaşkanı, 2005 yılında Diyarbakır’a geldiğinde ‘Kürt sorunu benim sorunum, bunu biz çözeceğiz’ dedi. Geldiğimiz nokta ortada.    1992 yılında bizim de içinde bulunduğumuz SHP-HEP koalisyonu olarak Diyarbakır’a geldik. Bendim, Zübeyir Aydar, Leyla Zana ve birkaç arkadaşımız vardı. Erdal İnönü ve Demirel arayıp, “Birlikte gideceğiz, biz Diyarbakır’da çok önemli bir açıklama yapacağız” dediler, gittik. O dönem OHAL uygulaması yaşanıyordu. O binaya gittik, orada bir brifing salonu vardı, askerler birçok noktada bize bilgiler sundular. Sonra helikopterle Siirt’e gitmiştik. Sağlı sollu Demirel’in yanındaydık ve şunu söyledi: “Ben Kürt realitesini tanıyorum, Kürt realitesi benim realitemdir.” Sonra dönüp geldik. 1992 Newrozu’nda yüzlerce arkadaşımız, yüzlerce Kürt Cizre’den Nusaybin’e, Kulp’tan Diyarbakır’a kadar birçok yerde panzerlerin altına alındı, insanlar katledildi. Çiller, “Bask modelini uygulayacağız” dedi, sonrasında ne kadar acıların yaşandığını, ne kadar faili meçhul cinayetlerin yaşandığını hepimiz hatırlıyoruz. Şimdi bütün siyası aktörler o coğrafyaya gittiklerinde bunları söylüyorlar ama Ankara’ya geldiklerinde Ankara’nın dehlizlerine teslim oluyorlar.    Onun için Kemal Bey’in gidişi çok doğru, önemlidir ama bunların altını doldurmalıdır. Kürtler ile ilgili, Kürtlerin anadili ile ilgili ne düşünüyor? Kürtler ne talep ediyorlar? Yerel yönetimden talep hakları vardır. Buna nasıl bakar? Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk adımları atılıyor, On binlerce siyasi mahkum var. Bunlar için ilk adımı atacaklar mı? Kayıtsız şartsız af çıkaracaklar mı? Bunları söyleyebilmeliydiler. İçeride bin 500’ün üzerinde ağır hasta mahpus var, başta Aysel Tuğluk olmak üzere. Mesela 2023’e hiç gerek kalmadan bir diyalog kurmak için, hem Cumhur İttifakı hem Millet İttifakı bir adım atılması için çaba sarf edebilirler. Eğer bu tür adımlar atılırsa eminim ki halkımız bu tür adımları çok önemser ve büyütmek için destek de sunar.    Diyalog sürecinde de görüldüğü üzere Öcalan olmadan Kürt meselesini çözmek mümkün değil. AKP iktidarı, sürdürdüğü çözümsüzlük politikası ile eşgüdümlü olarak bir yandan İmralı’da tecrit uyguladığı Öcalan adına neden söylem üretme ihtiyacı hissediyor?     Eğer Türkiye 2014 yılında Diyarbakır’daki o açıklamayı, manifestoyu, sunumu hayata geçirmiş olsaydı, bugün bu ülke bu sorunları yaşıyor olmazdı.   Tecrit, her şeyden önce bir insanlık suçudur. Burada hukuk falan yok. Eğer Türkiye 2014 yılında Diyarbakır’daki o açıklamayı, manifestoyu, sunumu hayata geçirmiş olsaydı, bugün bu ülke bu sorunları yaşıyor olmazdı. Belki Rusya-Ukrayna savaşı da olmayacaktı, Ortadoğu farklı olacaktı. Şimdi Türkiye’nin asıl ihtiyacı budur, baskı uygulayarak değil. Reddi, inkârı bunların hepsini yüzyıldır yaşıyoruz. Zaten bunlar hayat bulmuş olsaydı, insanlar geri adım atmış olsaydı, hiçbirimiz bugün buralarda olmayacaktık.    Birkaç gün sonra Newroz’da göreceğiz. Yine milyonlar akacak, barışı isteyecek, tecridi kırın, barış masalarını bir an önce inşa edin diyecekler. Bütün Newrozlarda hep oluyor. Ulusal bayram diyoruz ama Kürtler açısından ulusal bayramın ötesinde barış ve kardeşliğin, hukukun oluşması için bütün Newrozlarda kadını ve çocuğuyla herkes koşullar ne olursa olsun gidip, büyük bir birlik oluşturuyor. Uzun süre baskı uyguladılar. Bunun da çare olmadığını gördüler. İnsanlar isterseniz canımızsa alın ama biz bu topraklarda kendi kimliğimizle özgürce yaşamak istiyoruz diyor. Hükümetin alelacele yapması gereken ilk şey, 2013 yılında başlayıp 2014 yılında Diyarbakır’da milyonları bir araya getiren o açıklamaların yeniden hayat bulmasıdır. Bunun için de İmralı’daki tecridin bir an önce kaldırılması gerekir. Ailesiyle, avukatlarıyla bir an önce görüşmesi gerekir. Biz bu topraklarda silahların ve kanın ülkenin gündeminden çıkmasını talep ediyoruz ve bu konuda İmralı’nın büyük katkısı olacağına hepimiz inanıyoruz. Hükümetin ülkeyi çıkmaza sürükleyen politikalarından bir an önce vazgeçip, 2013-2014’ün ruhunu tekrar hayata geçirmesi gerekiyor.    Bu konuda bir beklenti mi hakim yoksa, aksine HDP’nin diğer sol-sosyalist güçlerle kurmaya çalıştığı “Demokrasi İttifakı”, ülke için yeni bir dönemi başlatabilir mi? Newroz meydanlarında yansımasını bulacak bu ittifak, özellikle Kürtleri yeni yüzyılda kazanımlara ulaştırabilir mi?   Buna mecbur ve mahkûmuz! Yüzyılı kaybettik, yeni bir yüzyıl daha kaybetmek istemiyoruz. Bunun için de demokrasiden yana olan herkesin, bu ülkede sorunları olan herkesin büyük bir birlik oluşturması gerekir. Ne Cumhur ne de Millet ittifakı, bu topraklara barışı, demokrasi getirmeyi sadece onlara bırakırsak olmayacağını çok iyi biliyoruz. Ama biz milyonlarız. Bu ülkenin milyonları olarak bütün halklar buluşabilirsek çözemeyeceğimiz şey yok. Dünyadaki gelişmeler de bizden yana ve biz çok uzun yıllardır siyasette ağır bedeller ödeyerek artık bölgeyi dizayn ediyoruz. En politize seçmen kitlesi de zaten HDP’nin ve Kürtlerdir. Ben önümüzdeki dönem bu süreçte aktör olacak olan Kürtler, HDP ve Türkiye demokrasi güçleridir. Kazanacağız, biz haklıyız ve bu haklı mücadelemizi milyonlarla paylaşarak önümüzdeki süreci değiştireceğiz.   Tabi bugün yeni bir seçim yasası getirdiler. Daha önce yüzde 10’luk seçim barajını aşamazlar denilen Kürtler, 2002, 2007, 2011 seçimlerinde bağımsız adaylarla geldiler, daha sonra 2015’te 7 Haziran’da bütün barajları yıkıp geldiler. Artık Kürtler açısında baraj sorunu olmadığını anladılar. Baraj şimdi kimler için sorun? MHP ve diğer marjinal partiler için sorun. Bunlar belki Türkiye’yi yönetiyorlar ama bunların güçleri hiçbir zaman yüzde 10’ları geçmedi. Yeni bir seçim yasası Meclis’e sunulursa, bu 2023’e kadar bir erken seçimin olmayacağının göstergesidir. Biz 2023’e göre kendimizi hazırlayıp önümüzdeki dönem ne istediğimizi açık ve net olarak söylüyoruz. Kürtlerin bu konuda hoş bir sözü var ve ben de sık sık hatırlatıyorum; “Dew xwestin, kodik pey pist na be”. Yani ayran isterken kabınızı saklayamazsınız. Biz Kürtler bu topraklarda ne istiyorsak, bunları açık net olarak konuşmalıyız. Gelin kapalı kapılar arkasında konuşalım, garaj diplomasisinde bulunalım vs, yok öyle bir şey. Biz neyi istiyorsak, bunu açıkça söyleriz. Adınız Millet İttifakı olur, Cumhur İttifakı mı olur. Otururuz bunları konuşuruz. Bizin siyasetimizde düşmanlık da yoktur, kimseyi böyle görmüyoruz. Evet, rakibiz, bize acı dolu yıllar yaşattınız ama biz herkesle barışmak istiyoruz. Bu topraklarda barışı sağlamak istiyoruz. Kim ki içerisinde varsa MHP’si, İYİ Parti’si de biz herkesle oturup, bu sorunu konuşup çözmek istiyoruz. Ama biz “Üçüncü Yol” dediğimiz kendi saflarımızla, demokrasi güçleri ile buluşmak istiyoruz. Bu buluşmayı da sağladık, şimdi bunu çok daha fazla büyütebiliriz.   MA / Ömer Çelik