28 Mart direnişleri: Çocuk da olsa kadın da olsa... 2022-03-28 11:59:24 DİYARBAKIR - Diyarbakır'da 2006 yılında başlayıp diğer kentlere yayılan 28 Mart direnişleri, 6'sı çocuk 14 insanın kolluk birimlerince öldürülmesiyle tarihe kazındı. Failleri cezasız bırakılan katliam, aradan geçen 16 yılda devlet eliyle yeni ölümlerin kapısını araladı. "Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa kadın da olsa gerekeni yapılacaktır"… 1 Nisan 2006 tarihinde dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan tarafından sarf edilen bu söz, AKP’nin adım adım inşa ettiği totaliter-despotik rejimin ilk açık beyanı oldu.    Ülkenin ağır bir ekonomik kriz yaşadığı ortamda 14 Ağustos 2001 yılında kurulan AKP, sivil bir Anayasa, demokratik bir sistem, özgürlükçü bir toplum, Avrupa Birliği’ne (AB) girme vaatleriyle yeni bir arayış içerisine giren halktan destek alıp, 3 Kasım 2002'de yapılan genel seçimlerde iktidara geldi. Partisi iktidara gelse de kendisi “siyasi yasaklı” olan Erdoğan, ülkenin en büyük sorunu olan Kürt meselesine dair yaklaşımını 22 Aralık 2002’deki Moskova ziyaretinde kendisine “Kürt sorununu çözün, bu acılar artık yaşanmasın” diyen Kürt işçiye verdiği şu yanıtla gösterecekti: "Sorun var diye inanmayacaksın. Yok diye inanacaksın. Sorun var diye inanırsan sorun olur. Sorun yok dersen, sorun ortadan kalkar. Biz böyle bir sorun yok diyoruz.”   FAİLLERE ANKARA'DAN SAHİP ÇIKTI    2005 yılında geldiği Diyarbakır’da bu kez “Kürt sorunu benim sorunumdur” dese de, aynı kentte hemen ertesi yıl yaşanan ve 6’sı çocuk 14 kişinin kolluk birimleri tarafından katledildiği 28 Mart direnişleri, Erdoğan’ın bu cinayetlere Ankara’dan arka çıktığı yukarıdaki sözle tarihe kazındı.   NELER YAŞANDI?   Protestolar ve ölümleri beraberinde getiren süreç, 24 Mart 2006 tarihinde Muş'un Şenyayla kırsalında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) düzenlediği operasyonla 14 PKK'linin hayatını kaybetmesiyle başladı. Oysaki 1999 yılında uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye getirilmesi sonrasında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile PKK çatışmasızlık ilan etmiş, fakat AKP’nin herhangi bir adım atmaması üzerine 2004 yılında sonlandırılmıştı. Yeniden başlayan çatışma koşulları içerisinde 14 PKK’linin yaşamını yitirdiği operasyonda kimyasal silah kullanıldığı yönünde kimi bilgiler yansıması bölge halkında infiale neden oldu.   Bu hava içerisinde yaşamını yitiren 4 PKK’linin cenazesinin defnedilmek üzere getirildiği Diyarbakır’da, mezarlıktaki defin işlemleri sırasında F-16 uçaklarının üzerlerinde alçak uçuş yaptığı halk, yaşananlara tepki göstermek için yürüyüşe geçti. Bağlar’daki 10 Nisan Polis Karakolu önünden geçtikleri sırada polislerin kitleye müdahale etmesiyle olayların fitili ateşlenmiş oldu ve protestolar tüm kentte yayıldı. Olağanüstü Hal kaldırılmış olsa da askeri birliklerin zırhlı araçlarla kentin merkezi noktalarına konumlandırılması darbe görüntülerini yeniden ortaya çıkardı. Devlet güçlerinin sivil halkın üzerine silahla ateş açması, bunun sonucunda da ölüm ve yaralanmaların yaşanmaya başlaması protestoları daha da büyütüp, halkın “serhildan” olarak adlandırdığı bir direnişe çevirdi.    EN KÜÇÜĞÜ 3, EN BÜYÜĞÜ 78 YAŞINDAYDI   Diyarbakır kent merkezinde başlayıp, 1 Nisan’dan itibaren çevre kentler ve ilçelere yayılan bu protestoların sürdüğü yaklaşık bir hafta içerisinde 6’sı çocuk 14 insan yaşamını yitirdi. Bunların isim ve yaşları ise şöyleydi: “Fatih Tekin (3), Enes Ata (6), İsmail Erkek (8), Abdullah Duran (9), Mehmet Akbulut (17), Mahsun Mızrak (17),  Emrah Fidan (18), Mehmet Işıkçı (20), Mehmet Sıddık Önder (22), Tarık Atakaya (23), İlyaş Aktaş (24) Mustafa Eryılmaz (25), Ahmet Araç (27) ve Halil Söğüt (78).”   ARALARINDA GAZETECİ DE VARDI   Hayatını kaybeden bu isimlerin en küçüğü olan 3 yaşındaki Fatih Tekin, Batman’daki evlerinin balkonunda oyun oynarken isabet eden kurşunla hayatını kaybederken, en yaşlısı olan 78 yaşındaki Halit Söğüt ise, sokak ortasında darp edilmek suretiyle öldürüldü. Hayatını kaybedenler arasında Devrimci Demokrasi gazetesi muhabiri İlyas Aktaş da vardı.   YÜZLERCE KİŞİ YARALANDI, 382 KİŞİ TUTUKLANDI   Diyarbakır Valiliği tarafından paylaşılan bilgi notunda, 28-31 Mart tarihleri arasında yaşanan olaylarda 161 sivil ve 199 güvenlik görevlisinin yaralandığı açıklandı. İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi tarafından hazırlanan 6 Nisan 2006 tarihli rapora  göre ise; olayların sadece ilk gününde net rakam tespit edilememekle birlikte 200’e yakın kişi yaralandı. Söz konusu bu rapora göre, olaylar sırasında gözaltına alınan 543 kişiden 91'i çocuk olmak üzere 382 kişi tutuklanarak cezaevine gönderildi.   SADECE İKİSİ İÇİN SORUŞTURMA AÇILDI   Gözaltına sırasında özellikle çocukların işkenceye maruz kaldığı o döneme dair hazırlanan bu ve benzeri raporlara yansıdı. Yakınları öldürülenler, olaylarda yaralanıp gözaltında işkenceye maruz kalan mağdurlar ve aileleri Diyarbakır Barosu ve İHD'nin hukuki desteği ile Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurularında bulundu. Diyarbakır Valiliği'ne de ayrıca idari soruşturma başlatılması için başvuru yapıldı. Ancak Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı tarafından sadece otopsi raporlarına göre, başlarına isabet eden gaz fişeği sonucu hayatlarını kaybeden Enes Ata (8) ve Mahsum Mızrak'ın (14) ölümlerine ilişkin ayrı ayrı soruşturmalar açıldı.    Savcılık, Mahsum Mızrak ile ilgili soruşturmada şüpheli olarak yer alan polis memurları B.Ö., H.A. ve N.Ö. hakkında Diyarbakır Valiliği'nden soruşturma izni istedi. Ancak Valilik, polislerin “görevlerini yerine getirdiklerini” ileri sürerek izni vermedi. Avukatların yaptığı itirazla Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi, valiliğin aldığı bu kararı kaldırdı. Savcılık, olaylardan üç yıl sonra 2009’da 3 polis hakkında “Olası kast sonucu ölüme neden olmak” suçundan ömür boyu hapis cezası istemiyle açtığı dava, 2010 yılında Diyarbakır 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandı. Sonrasında Enes Ata hakkında hazırlanan iddianame, 2013 yılında Mahsum Mızrak dosyası ile birleştirildi.   DELİLLER BİR BİR KAYBEDİLDİ   Cinayetlerin işlenmesinde kendisini gösteren fütursuzluk, yargılama aşamasında bu kez karşılan skandallarla kendisini gösterdi. Önce Mızrak'ın kafatasından çıkarılan bombaatar fişeğinin adli emanette değiştirilerek yerine av tüfeği fişeği konulduğu tespit edildi. Daha sonra Enes Ata’nın ölümüne neden olan fişek adli emanette kayboldu! Bunlara Ata’nın öldürüldüğü sırada üzerinde bulunan ve kanıt niteliğinde olan elbiseleri ve yine polislerin olay gününe ait bütün telsiz konuşma kayıtlarının mahkeme kararı olmadan imha edilmesi eklendi. Böylece yargılamaya dair deliller birer birer ortadan kaldırıldı.   Katılan avukatlarının delillerin kaybedilmesine ilişkin suç duyuruları da bir süre sonra takipsizlikle sonuçlandı. Yargılama sürerken, Mızrak ailesinin başvurduğu AİHM, 2016 yılında “yaşam hakkını ihlal” ve “etkin soruşturma yürütülmesi”nden suçlu bulduğu Türkiye’yi Mızrak ailesine tazminat ödemeye mahkum etti.   FAİLLERE BERAAT   AİHM’in bu kararına rağmen, sanık üç polis hakkında yargılandıkları davada mevcut deliller ortadan kaybedilmiş olmasına rağmen 2018 yılında “yeterli delil elde edilemediği” gerekçesiyle beraat kararları verildi. İstinaf Mahkemesi’ne yapılan itirazla kararın bozulması üzerine yargılamaya yeniden başlansa da sonuç değişmedi ve sanık polislerin aynı gerekçe ile beraatlerine karar verildi.   ÖLÜMLERE YENİLERİ EKLENDİ   Enes Ata ve Mahsum Mızrak cinayetlerine dair yargılamada kendisini bu şekilde gösteren “cezasızlık politikası”, aslında 28 Mart protestolarının sonrasında Türkiye’de kolluk eliyle gerçekleştirilen ölümlerin kapısını aralayıp, faillere daha fazla cesaret kazandırdı.   2007 yılında İzmir'de “dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle aracında polis kurşunuyla öldürülen Baran Tursun adına kurulan vakıf tarafından derlenen verilere göre, 2007-2021 yılları arasında 410 insan kolluk şiddeti sonucu hayatını kaybetti.   CİNAYETLERE 'HUKUK' KILIFI!    Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nun (PVSK) 16’ncı maddesinin birinci fıkrası; “Polisin, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkili olduğunu” hüküm altına alır. Bu yetkinin nasıl kötüye kullanabildiğinin en somut ve çarpıcı örneği ise üniversite öğrencisi olan 23 yaşındaki Kemal Kurkut’un, 21 Mart 2017 tarihinde Diyarbakır’daki Newroz kutlamasına katılmak isterken miting alanının girişinde polis tarafından öldürülmesi oldu. İşlenen cinayeti tüm çıplaklığı ile gözler önüne fotoğraflara rağmen katil zanlısı polis Yakup Şenocak “olası kastla öldürmek”ten yargılandığı davadan beraat etti. Yapılan itirazlar üzerine dosyayı inceleyen Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi ise, geçtiğimiz Şubat ayında cinayetin “yasal sınırlar” içerisinde işlendiğini savunup, sanığa yüklenen suçun “hukuka aykırı” olduğunu ve yerel mahkemenin kararının gerekçesini böyle kurmasını gerektiği gerekçesiyle kararı bozdu.   MA / Ömer Çelik