Celalettin Can: Öcalan tarihi bir iradedir 2022-04-04 09:23:31 İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan ile birlikte Kürtlerin halk olma bilincine kavuştuğunu belirten 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, “Bir halkı halklaştırma konusunda Öcalan tarihi bir iradedir” dedi.  PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası komployla Türkiye’ye getirilmesinin üzerinden 23 yıl geçti. Ağır tecrit koşullarında tutulan Öcalan’dan, son bir yıldır haber alınamıyor. Tecridin derinleşmesiyle paralel olarak siyasal, toplumsal ve ekonomik krizin de derinleştiği süreçte, Türkiye’de halklar Öcalan’ın çağrısıyla ve doğrudan rol almasıyla “çözüm” adı altında başlayan süreçte nefes alabildi. Yüz yıllık imha, inkar ve asimilasyon politikalarıyla yaklaşılan Kürt sorununa, demokratik ve barışçıl çözüm önerisiyle çağrı yapan Öcalan’ın mesajları, Türkiye’de savaş politikalarının, ölümlerin, krizlerin devreden çıktığı bir döneme sahne oldu. Toplumsal desteğin büyük olduğu bu süreçte, AKP’nin süreci bitirmesi ve öncesinde planladığı “Çöktürme Planı”nı devreye koymasıyla sonlandı. O günden bugüne Türkiye toplumsal, siyasal ve ekonomik krizlerle boğuşurken; darbe girişimi, Olağanüstü Hal (OHAL) ve baskı rejiminin derinleşmesiyle demokrasinin kırıntısına muhtaç hale getirildi.    Kürt halkının özgürlüğe yeniden “adım atması” olarak anlamlandırılan Öcalan’ın doğum günü olan 4 Nisan 2013’te, “Çözüm" adı altında yürütülen sürece katkı sunmak için kurulan Akil İnsanlar Heyeti’nde yer alan 78'liler Girişimi Sözcüsü ve Hakların Demokratik Partisi (HDP) Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Üyesi Celalettin Can, Öcalan’ın Türkiye demokrasisine etkilerine dair soruları yanıtladı.   Öcalan liderliğinde 27 Kasım 1978’de PKK’nin kurulduğu döneme tanıklık ettiniz. 78 kuşağı bu çıkışı nasıl değerlendiriyordu?   O dönem, yani 1975-76’lı yıllar bir ölçü de tartışmalı bir dönemdi. PKK, 78’de kuruldu. Ama temellerini 73-74’den itibaren atan ve ‘Ulusal Kurtuluş’çular olarak bilinen bir oluşumdu. Pek etkili değildi, zayıftı. Ben o dönemde Elazığ’daydım. Sınırlı bir gruptu. Mesela, Dev-Genç’in gücü daha fazlaydı. Dersim’de sınırlıydı. Diyarbakır’da hakeza öyle. Özgürlük Yolu daha egemendi. Ayrıca ‘78’li kuşağı’ kavramı 2000’den itibaren tarih sahnesine çıkarken, bizim verdiğimiz bir isimdi. Bu bağlamda Kürt siyasal hareketi bugünden bakıldığında, 78 kuşağı hareketlerinden biri idi denebilir. Ancak o güncellikte ‘kuşak’ kavramını kullanmak için zaman erkendi.    ‘Ulusal Kurtuluşçular’ o dönem nasıl tanınıyordu?       Bu başarıyı sağlayanlar hepsi genç insanlardı. Ağa paşa çocukları değildi. Direk halkın bağrından çıkmış insanlardı. Türkiye gibi bir devletle ki keza ABD de ’40 yıldır tasfiye etmeye çalışıyoruz’ demesine rağmen ayakta kaldı.   Ulusal Kurtuluşçular bir grup Apocu şeklinde tanınıyordu. Ama iddialı bir gruptu. İkili üçlü görüşmelerde çok iddialı konuşuyorlardı. 1975 ilkbahar sonlarında Ankara’ya gitmiştim. O dönemde Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği’nden (ADYÖD) bir arkadaşa, ‘Bu Apocular kim, ne yaparlar, nasıl düşünürler?’ diye sormuştum. Elazığ’da durumlarını biliyordum ama Ankara’dan nasıl görünüyorlar, bunu görmek istemiştim. Çünkü aynı akşam Cumhuriyet Yurdu’nda bu grup ile randevum vardı. Bana, “Apo diye bir meczup var. Üç, beş kişiyi de etrafına toplamış dolanıp duruyor. Sadece ‘Kürdistan sömürgedir. Kürdistan silahlı mücadele ile kurtulur’ şeklinde iki kelime biliyorlar” dedi. Bende zayıf ve sınırlı olduklarının farkındaydım ama ‘meczup’ kavramı tuhaf gelmişti. O dönemde solun genel bir yükselişi vardı. Solun genel yükselişi içinde Kürt hareketinin durumu cılız kalıyordu. Ancak cılızlığa rağmen boğulmadı. Özellikle Kürdistan’da Ulusal Kurtuluşçular ile çatışmayan hareket yok gibiydi.    O dönemde sadece Dev-Genç ile karşı karşıya gelmedi, diye anımsıyorum. Bütün bunlara rağmen kendini korumayı bildi. Gücünü yurt dışına taşıyabildi. Oradan Türkiye'ye bakabildi. Türkiye solu darbe ile birlikte önemli ölçüde tırpanlanmıştı. Buna rağmen silahlı hareketi başlatacak bir noktaya geldi. Bu büyük bir başarı. Bu başarıyı sağlayanlar hepsi genç insanlardı. Hepsi fukara çocuklarıydı. Ağa paşa çocukları da değildi. Direk halkın bağrından çıkmış insanlardı. Ama buna rağmen Türkiye gibi bir devletle ki keza ABD de ‘40 yıldır tasfiye etmeye çalışıyoruz’ demesine rağmen ayakta kaldı. Üstelik aşiret bir toplumdan modern bir gerilla hareketi çıkardılar. Bunlar çok önemli gelişmeler.    PKK’nin bu kadar büyümesinin ve yaşamasının nedeni nedir?   İşlerini ciddiye aldılar. Karşı karşıya oldukları gücü hep anlamaya çalıştılar. Kendi rollerini de bildiler. Nerede saldıracaklarını, nerede geri çekileceklerini iyi hesapladılar. Örneğin, 1979’da bütün Türkiye soluna, ‘Geri çekilelim darbe geliyor. Baş edemezsiniz. Ortadoğu’ya gidip orada örgütlenelim’ dediler. Ancak Türkiye solundan kimse onları ciddiye almadı. Onlar daha güçlü dönmek için gitti. Türkiye solunun en büyük eksikliği kendi devletini tanıyamamaydı, kendi gücünü abarttı. Bu konuda Öcalan Türkiye solu liderlerinden farklı.    Yani hareketinin sürekliliğini, kendisini esas alan, meselenin esasında sabitlenen, taktik meseleler üzerinden esip gürlemeyen, Türk devlet sistemini anlama üzerinde yoğunlaşan bir hareketi konuşuyoruz. Çok temkinli ve tedbirli bir hareket. O dönem kimin aklına çekilmek geldi ki? Sol yükselişteydi ‘devrim yapacağız’ diyordu. O ise solun en güçlü olduğu kanısında olduğu bir zamanda, ‘çekilmesek daha kötü olacak’ diyebiliyor ve Ortadoğu’da güçlenmeye gidiyor. Bu, Kürt hareketini yaşatan önemli faktörlerden biri oldu. Kürt hareketi bir gerilla hareketi olmaktan çıktı ve ‘feda’ hareketine dönüştü. Feda hareketi de yenilmezliğin koşullarını yarattı.   Öcalan öngörüleri ile yaptığı çözümlemeler ve attığı adımlarla hareketi bu noktaya kadar getirdi. Öcalan’ın attığı adımlardan biri de silahların sustuğu bir süreç oldu. Bu süreçte Öcalan’ın rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?      Osmanlı'dan kalma bir zihniyet de var Kürtlerle ilgili, Kürt halkının kendisine entegre olmayacağını düşünüyor. Çünkü isteği gibi idare edemeyeceğini biliyor. Ortak yaşama bakmaz. Öcalan bu anlayışı kırmak ve daha barışçıl bir ortam istiyor.   O süreç Öcalan sürecidir. Türkiye'de 90'larda barıştan söz edilmeye başlandı. Dünyada Sovyet sistemi çökünce, solun da hareket sahası daraldı ve değişti. Genel bir yenilgi süreci başladı. Öcalan, eski tarzla, yeni döneminde gidilemeyeceğini fark edince, barış politikaları ile zaman kazanmaya çalıştı. O şekliyle tıkanma kaçınılmazdı. Uzlaşma politikaları zorunlu idi. Uzlaşma işbirlikçilik anlamına gelmiyordu. Bu aynı zamanda Kürt hareketine yeni konsepti anlama fırsatı tanıdı. Türkiye sürekli başka türlü yaklaştı. Türkiye, savaşmak istiyor. Sen ona göre teröristsin, yok olman lazım. Bu Türk devlet sisteminde bir gelenektir. Osmanlı Devleti’ne de baktığımızda hiç uzlaşmaya gitmediğini görürüz. Hiçbir ayrılıkçı güç ile uzlaşmadı. Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan ile uzlaşabilirdi. Kendi halkını, yani Ermenileri bile katletti. Çünkü bu bir devlet geleneği. Uzlaşması için kuvvetler dengesinin çok köklü değişmesi gerekir. İçerde ve dışarıda değiştiği taktirde ancak uzlaşmaya gelir. Eğer yeniden güç kazanır, sende de bu yönlü zafiyet görürse ilk fırsata bu uzlaşıyı bozar. Bu bir kültür, gelenektir. Meseleye ahlaki yaklaşmamıza gerek yok. Bu şekilde davranılırsa kaybedilir.    Selçuklular, Osmanlı’ya, İttihat ve Terakkiye, Kemalizm’e bakalım. Dersim’de niye katliam yaptılar? Koçgiri’yi yok etmek için ortada bir şey mi vardı? Neden çünkü kafasında bir Türk devleti projesi, Türk modernleşmesi projesi vardı. Osmanlıdan kalma bir zihniyet de var Kürtlerle ilgili, Kürt halkının kendisine entegre olmayacağını düşünüyor. Çünkü isteği gibi idare edemeyeceğini biliyor. Ortak yaşama bakmaz. Ona tabi olursan onun için ortak yaşam olur. Zaten Öcalan bu anlayışı kırmak istiyor. Daha barışçıl bir ortam istiyor. Savaşla, insan ölümleriyle bir şey çözülmeyeceğini söylüyor. Hata Misak-i Milli içinde bile bir konsept yaratabiliriz diyor. Alttan da alıyor. Öcalan savaşın silah sanayisini güçlendireceğini, savaşın yoksulluk getireceğini, savaşın, kan dökmenin kangrene yol açacağını ve bunun geleceğinin olmayacağını söylüyor. Son derece insani bakıyor. Çünkü Kürt sorununun Türkiye demokrasisinin önündeki engel olduğunu biliyor. Kürt sorunu çözülürse demokrasinin önü açılır. O da demokrasi istiyor. Ortak yaşam alanlarının oluşmasını istiyor.   Bu noktayı biraz daha açmanızı isteyeceğim. Çünkü bahsettiğimiz süreçte sizler gibi birçok kişi Akil İnsan sıfatıyla daha sağlıklı sonuçlar için toplumla bir araya geldi.  Öcalan’ın Türkiye demokrasisine etkisini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?   Öcalan darbe yapılacağını ön görerek hükümeti uyardığını söylüyor. Zaten o vesilesiyle süreç başladı. Hakan Fidan ifadeye çağrıldığında bunun darbe mekaniği olduğunu ifade ediyor. Bu ne anlama geliyor; hükümeti darbeden korumak istiyor. Niye korumak istiyor? Darbe sürecinin yaşanmasının önüne geçmek istiyor. Öyle bir uyarı ile başlayan diyalog, Öcalan’ın önerisiyle sürece doğru evriliyor. Kürt hareketi pek de güvenmiyordu sürece. Ama Öcalan öyle bir süreci başlattığı için giderek onu esas aldı. Öcalan’ın da kaygılarını sonradan öğrendik. Kaygılara rağmen çatışma ortamının biraz da olsa azalması, karşılıklı toplumun rahatlamasını istedi. Toplum barışı kavrarsa devlet istese de istemese de uzlaşmak zorunda kalır belki... Böyle bir alt yapı öngörüyordu.   Öcalan ağır tecrit koşulları altında tutuluyor ve kendisinden son bir yıldır haber alınamıyor. Bu haber alınamama haliyle ne amaçlanıyor?      Öcalan’a özel bir politika uygulanıyor. Türkiye'de şu anda iki tane yasa var. Bir Öcalan yasaları var. Bir de geriye kalan tutuklular için yasalar var.    Öcalan ile irtibatımız koparıldı ve tecrit uygulanmaya başlandı. Niye koparıldı? Biz onunla konuşsak ne olur? Niye konuşturmuyorlar? Ailesi, avukatları ile görüşmesi niye engelleniyor? Niye tecrit var? Öcalan ufku geniş, geleceği gören bir liderdir. Öcalan ile görüşmelerin yapılmamasının nedeni, fikirlerinin devlet çıkarlarına uygun düşmediğinden kaynaklanıyor. Kanunlar herkese eşit uygulanır. Öcalan’da diğer herkes gibi hükümlüdür. Her hükümlünün belli hakları vardır. Bütün tutuklu ve hükümlüler görüşüyor. Öcalan görüşemiyor. Öcalan’a özel bir politika uygulanıyor. Türkiye'de şu anda iki tane yasa var. Bir Öcalan yasaları var. Bir de geriye kalan tutuklular için yasalar var. Sürekli bir tecrit durumu var. Bu ceza içinde cezadır.    Öcalan’ın doğum günü olan 4 Nisan artık Kürtlerin doğuşu olarak kabul görüyor. Kürtlerin bu değerlendirmesini nasıl görüyorsunuz?    İyi ki doğmuştur. Liderler önemlidir. Devrimin beyni liderlerdir. Kürt halkını ayağa kaldırma, bilincine kavuşturma ve kendi hakkını ve hukukunu savunmaya teşvik etti. Kadınlar eskiden sokağa çıkamıyordu. Şimdi kadınlar da erkekler de sokakta haklarını savunuyor. Yani bir halkı halklaştırma konusunda Öcalan iradesi tarihi bir iradedir. Bunu hükümet de herkes de kabul ediyor. Öcalan çok önemli, büyük şeyler başardı. Tabii, sadece Öcalan da değil. Öcalan derken lider kadrosu ile birlikte düşünüyorum. Kürt halkına, dünya halklarına katkıları oldu. Kürt halkının dili unutulmadıysa, kendini var ettiyse Öcalan'ın katkısı büyük oldu. Kürt halkı da bunu biliyor ve bu nedenle Amara’ya akın akın gidiyor. Yakalandığında birçok insan kendini yaktı. Her yerde ‘Biji Serok Apo’ diyorlar. Düşünülsün, Menderes asıldığında veya Demireller, Ecevitler 12 Eylül de içeri alındığında kaç kişi sokağa çıktı?    MA / Mehmet Aslan