Ayağında bir çorapla götürüldü, 23 yıl sonra kemikleri bulundu 2022-05-22 09:00:52   MARDİN - Gözaltında kaybedildikten 23 yıl sonra bir kuyuda bulunan Abdurrahman Coşkun’un ağabeyi Mehmet Coşkun, “Bir kişinin işi değil, devlet politikasıydı” dedi.   Mardin'in Dargeçit ilçesinde 29 Ekim 1995 ile 8 Mart 1996 tarihleri arasında kaybedilen ve yıllar sonra kemiklerine ulaşılan 3’ü çocuk 7 kişiden biri 21 yaşındaki Abdurrahman Coşkun’du. 1991 yılında ağabeyi Derviş, mayın patlaması sonucu hayatını kaybeden Coşkun’un babası Ali de 18 Ekim 1993’te Dîlan köyünde bahçesine gittiği sırada askerler tarafından vurularak katledildi. Babasından 2 yıl sonra lise öğrencisiyken gözaltına alınan Coşkun’un cenazesini arayan annesi, Galatasaray Meydanı’na çıkan ilk annelerden oldu. Coşkun’un cenazesi 21 yıl sonra gözaltına alındığı Dargeçit’e 150 kilometre mesafedeki Kızıltepe ilçesine bağlı Tilzêrîn köyünde kaybedilen 16 yaşındaki Nedim Akyön’ün kemikleriyle birlikte bulundu.   MUSA ÇİTİL, HURŞİT İMREN, MEHMET TİRE   1992 yılında köylerinin boşaltılmasının ardından Dargeçit’e göç ettiklerini belirten Coşkun, babasının bir süre sonra köye geri döndüğünü, Musa Çitil’in Jandarma Komutanı olduğu sırada babasının 62 yaşında iken katledildiğini söyledi. O günden sonra köye gitmediklerini belirten Coşkun, 1995 yılında kardeşi gözaltına alındığında ise Hurşit İmren’in Mardin Tabur Komutanı, Mehmet Tire’nin de Jandarma Komutanı olduğunu söyledi. 29 Ekim 1995 yılında Dargeçit’in askerler tarafından basılmasıyla birlikte yaklaşık 10 akrabasının gözaltına alındığını, gece saatlerinde ise Abdurrahman’ın gözaltına alındığını söyledi.   BİR AYAĞINDA ÇORAP VARDI   “Bırakmadılar hiçbirimiz dışarıya çıkalım. Annesi çoraplarını giydirmek istedi, ona da izin vermediler. Bir ayağında çorap vardı, birinde yoktu” sözleriyle kardeşinin gözaltına alınmasını anlatan Coşkun, “Anneme izin vermediler, silahın dipçiğiyle de annemi darp ettiler. Duvara çarptı. Abdurrahman’ın eli, elinden kaydı. Korucular da çıkmayalım diye tehdit ediyordu. Sabaha kadar uyuyamadık. Sabah erkenden karakolun önüne gittik, bizden önce köylülerde gelmişti. O gece 50’ye yakın kişi gözaltına alınmıştı. Başta bize gözaltına alınmadıklarını söylediler. Savcılığa gittik, bu defa ifadelerini alıp, bırakacaklarını söylediler. Biz orada anladık, ölenler vardı. Korkmuşlardı. Savcıya gittik, Mardin’e götürdüklerini, bırakacaklarını söyledi. O savcıyı bugün devlet bulamıyor” diye belirtti.   KALORİFER KAZANINDA YAKTILAR   O dönem defalarca dilekçe verdiklerini, şikayetçi olduklarını ancak dosyanın kapatılmak istendiğini belirten Coşkun, Süleyman Seyhan’ın (57) cenazesinin ailesi tarafından bulunmasının ardından Uzman Çavuş Bilal Batırır’ın cenazenin yerini söylediği gerekçesiyle kalorifer kazanında yakılarak, kaybedildiğini söyledi.   DEVLET KAPATMA ÇABASI    Mahkeme sürecini anlatan Coşkun, Dargeçit JİTEM Davası olarak Midyat’ta başlatan yargılamanın sonrasında sanıkların “güvenliği” gerekçesiyle Adıyaman’a taşındığını söyledi. Devletin başından beri sanıkların yanında yer aldığını kaydeden Coşkun, “Bu çocukların katilleri bugüne kadar duruşmaya gelmedi. Devlet de onlardan razı. Devlet bugüne kadar onları korudu. Devlet onlar hakkında bir şey söylememizi bile istemiyor. Üstünü kapatmak istiyorlar. Devlet de onların yetkili olduğunu, devletin korumasındaydılar. 12-13 yaşındaki çocuk, devleti yıkacağını bile söylese, cezası infaz mıydı? Devlet ne yazık ki böyle” ifadelerini kullandı.   ADALETE İNANÇ KALMADI    Hukuk ve adalete inançlarının olmadığını dile getiren Coşkun, “Bizim çocuklarımızın kaybedilmesi birkaç kişinin işi değildi. Devletin politikasıydı. Dargeçit’ten Ankara’ya kadar bir sistem vardı. Politikaları buydu. Bir korucunun, karakol komutanının işi değildi. Devletin sistemiydi. Meclisin de bu sistemden haberi vardı” dedi.   SAVCI BULUNAMIYOR    Özel yetkili savcının kendilerini çağırarak, ellerindeki delilleri getirmelerini istediklerini, delilleri getirdikten sonra 6 defa Diyarbakır’a giderek kazı izni aldıklarını belirten Coşkun, ilk etapta gösterilen yerlerde bir şey bulunmadığını söyledi. Daha sonra tekrar başka bir yerin kazılması için izin aldıklarını ve kemikleri bulduklarını kaydeden Coşkun, dönemin Dargeçit Savcısının “Kim sana yeri gösterdi?” diye sorduğunu aktardı. Savcının her şeyden haberi olduğunu ifade eden Coşkun, bugün devletin o savcıyı bulamadığına dikkat çekti.   HEYET DEĞİŞİKLİKLERİ    Aylarca kemik aradıklarını, başka kayıplara dair kemikler ile toplu mezarlara ulaştıklarını dile getiren Coşkun, en son kardeşinin kemiklerini Kızıltepe’de bulduklarını ifade etti. Açılan davanın sonuçsuz kalacağını, ailelerin kandırıldığını kaydeden Coşkun, “Hiçbir heyet üçüncü duruşmaya girmedi” dedi. Dönemin okul müdürü, kaymakamı, panzer şoförünün beyanlarına rağmen mahkemenin delil istediğini söyleyen Coşkun, “Adaletimiz hukukumuz var diyorlar. Devlet, ispat, kanıt olursa ceza vereceğini söylüyor. Ama onlar da istemiyor ceza vermeyi. Biz de kendimizi kandırıyoruz. Başka çaremiz yok” şeklinde konuştu.    ‘BU DEVLET SUÇLU’   Faillerin peşini bırakmayacaklarını ifade eden Coşkun, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ne olursa olsun biz çocuklarımızın peşinde olacağız. Bu devlet suçlu. Çocuklarımızı öldüren bu insanlar devletin eliyle öldürdü. Devlet görevlendirmişti. Boşaltılan köylerde 7-8 yıl sadece askerler vardı. Birini öldürüp, bir kuyuya atıyorlardı. Askeriyenin kontrolündeydi. Devletin sistemini görüyoruz, adalet, hukuk diyorlar, katillere arka çıkıyor. Çünkü istemiyorlar ceza vermeyi. Merkezleri, su içtikleri çeşme bir. Emri verenleri bir.”   ‘SANKİ SAĞ GETİRMİŞTİK’   Annesi Hediye Coşkun’un yıllarca Abdurrahman’ı aradığını ve bulduktan sonra hayatını kaybettiğini belirten Coşkun, şunları ifade etti: “Annem, Berfo Ana (Kırbayır), Sakine Ocak, Fatma Anayla beraber Galatasaray Meydanı’na ilk çıkanlardandı. Cumartesi Anneleri eylemini başlattılar. Annem çok mücadele etti, çok acı da çekti. Ama Abdurrahman’ın kemiklerini buldu. Taziyesini de kurdu. Keyfi yerine geldi. Bulduğumuz kemiklerle sanki sağ şekilde onun gözlerinin önüne getirmiştik. Kemikleri bulacağına inanmamıştı. Bulunca şükür etmişti. Maalesef öyle bir devletin avucunda yaşıyoruz ki ne hakkımız var ne de bizi insan yerine koyuyorlar.”   MA / Ahmet Kanbal