Ayla Akat Ata: Failler dışarda, mutlaka yargılanacaklar 2022-10-08 09:00:42   ANKARA - Kobanê eylemlerinin yıldönümünde yaşanan süreci değerlendiren Kürt siyasetçilerden Ayla Akat Ata, “Failler dışarıda ama bir gün mutlaka yargılanacaklar ve bizler yargılamalara katılacağız” dedi.   Kobanê’ye yönelik DAİŞ saldırısını durdurmak için yapılan eylem ve etkinliklerin üzerinden 6 yıl geçtikten sonra 25 Eylül 2020 tarihinde aralarında Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş genel başkanları, parti yöneticileri ve seçilmişlerin de bulunduğu 21’i tutuklu toplam 108 siyasetçi hakkında başlatılan soruşturmanın yargılaması sürüyor. Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden Kobanê Davası’ndan tutuklu Özgür Kadın Haraketi (Tevgera Jinên Azad -TJA) üyesi Ayla Akat Ata, o dönemde yaşananları, devrede olan güçleri ve yapılan yargılamayı Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.   ‘KOBANÊ NASIL GÜNDEMİNİZE GELDİ?’    Kobanê soruşturması kapsamında gözaltına alınmalarında kendilerine “Kobanê nasıl gündeminize geldi?” diye sorulduğunu hatırlatan Ayla Akat Ata, “Cevap basitti. ‘IŞİD’in saldırılarıyla’ şeklinde cevaplamıştım. Tıpkı Halepçe’nin Saddam’ın insanlık dışı zulmü ve politikasıyla gündeme gelmesi gibi. IŞİD’in 3 Ağustos 2014’de Şengal’e saldırısıyla başlayan bir süreçti” dedi. 6-8 Ekim 2014’te yaşananların anlaşılması için iki ay öncesinden süreci ele almak gerektiğinin altını çizen Akat Ata, “Şengal saldırısı ardından Êzidî halkı sınırı geçerek, Türkiye’ye geldi. Nusaybin’de Batman’da, Diyarbakır’da, Silopi’de kurulan kamplara yerleştirilmeleri sürecinde, ihtiyaçlarının karşılanması aşamasında yaşanan dayanışmanın hafızalarımıza kazındığını ifade etmek gerekiyor” diye belirtti.   ‘HALK IŞİD ZULMÜNE KARŞI SINIRA GELDİ’   DAİŞ Emiri’nin “Kürtlerin toprağı, malı ve kadınları” üzerine verdiği fetva ardından Eylül ayında Kobanê’ye yönelik saldırıların başladığını anımsatan Akat Ata, “Bu saldırılar halkımızın ve dostlarının öfkesini arttırmış ve bu öfke doğal olarak sokağa taşmıştı. Saldırıların başlamasıyla yaşanan göç dalgası başta Suruç’a gelenler olmak üzere yeni kampların kurulmasını beraberinde getirmiş, Türkiye’nin her yerinden Kobanê halkıyla dayanışmak için Suruç’a gelenler olduğu gibi kamyonlarla yardım gönderenler olmuştu. Birçok ilden farklı mesleklerden ve yaştan insanların sınırı geçerek, Kobanê’de IŞİD zulmüne karşı direnişe destek verdiği bir gerçek” diye konuştu.   ‘BİRİLERİ PLANLARINI DEVREYE KOYDU’   O dönemde Suruç’ta yaşananlar ve kamu görevlileri ile ilgili gerçekleştirdikleri koordinasyonu da anlatan Akat Ata, “Gerek yerel düzeyde, kaymakamlık ve belediye arasında gerekse de merkezi düzeyde partimiz ve ilgili bakanlık yetkilileri arasında sağlanan koordinasyonu da hatırlatmakta fayda var. Yaralıların tedavi sürecine dair bizzat kaymakamlık tarafından kamuoyuna bilgilendirme yapılması, cenazelerin sınırdan alınması, ailelere teslim edilmesi ve cenaze törenlerinin yapılması noktasında çoğunlukla herhangi bir engelle karşılaşılmamış olması sağlanan bu koordinasyonun bir sonucudur. Ancak tabi ki yaşanan birçok sorunda olmuştur. Sınır hattında Kobanê’ye destek amacıyla nöbet tutan vatandaşlara yönelik ortaya konulan sert tutum halkın ısrarıyla kırılmıştır. Ve tabi ki çözüm sürecini de hatırlamak ve değerlendirmek gerekiyor. Masanın taraflarının ‘kırmızıçizgi’ yorumları ve yaşanan gerginlik doğal olarak sınıra yansıyordu. Ama çözüm sürecini de hesaba katarak, daha derin hesaplar yapıldığına 6-8 Ekim’de yaşanan ve hala aydınlatılmamış olan olaylara tanıklık ettik. IŞİD zulmünün dünyanın gözü önünde vardığı ya da vardırıldığı nokta, gelen her cenaze ve yaralı -partimizin çağrısına dahi gerek olmadan- halkın tepkisini sokağa taşırmışken, birileri de kendi planlarını devreye koymuştu” diye belirtti.    ‘KİRLİ PLANLAR’    DAİŞ zulmünü protesto ve Kobanê halkıyla dayanışma amacıyla sokakta olan halkın insani duruşunun, hedefinde çözüm süreci olduğunu ve bir takım “kirli ve sinsi planlar” için zemin haline getirilmek istendiğini sözlerine ekleyen Akat Ata, şöyle devam etti: “2014 yazında Meclis tatile girmeden önce çıkartılan çerçeve ve çözüm yasasını ve 4 Ekim 2014'de çözüm sürecine dair çıkartılan Başbakanlık Genelgesi'ni göz önünde bulundurmadan yani sürecin geldiği aşama değerlendirilmeden yapılan bu planları anlamak da mümkün olmayacaktır. Bunun için gerek yasa maddelerine gerekse de genelge içeriğine bakmak yeterlidir. Demokratik çözümün kapsamlı bir şekilde tartışıldığı ve sonuç olarak toplumsal barışın sağlanmasında önemli mesafe kaydedilen günlerde sınırın ötesinde yaşananlar bir takım güç odaklarının da gündeminde olmuş ve beraberinde 6-8 Ekim’de yaşanan ve aydınlatılmaya muhtaç ölümlü olayları da getirmiştir.”    ‘FAİLLER DIŞARIDA AMA YARGILANACAKLAR’   “Bugün bizi yargılayanlar ve yargılanmamız için karar verenler de bu olayların faillerinin bizler olmadığını biliyor” diyen Akat Ata, “Failler dışarıda ama bir gün mutlaka yargılanacaklar ve bizler yargılamalara katılacağız. O dönem hükümetin sorumlu ve ilgili isimleriyle görüşen, yaşanan olayları değerlendiren, başta eşbaşkanlarımız ve partimiz yetkililerinin duruşma salonunda yaptıkları ve kayıt altına alınan açıklamaları, bu olayların aydınlatılması için bakılması gereken yeri de izlenecek yolu da açık bir şekilde ortaya koymaktadır” dedi.    ADİL BİR YARGILAMA YOK   2018 yılında soruşturma dosyası hakkında gizlilik kararının verilmesiyle hukuksuzlukların başladığını dile getiren Akat Ata, 3 bin 500 küsur sayfalık iddianameyi hukuken ele almanın mümkün olmadığına değindi. Akat Ata, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu iddianamenin 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından önemli bir başka dosyanın yargılanmasının yapıldığı günlerde bir hafta içinde değerlendirilerek kabul edilmiş olması da ayrı bir husus. Azmettirme başta olmak üzere TCK’da var olan bütün iştirak hükümlerinin sayıldığı, yanına üyelik ve yöneticilik konularak mahkeme heyetine sunulan bu iddianame ile 15 gün ara 15 gün yargılama şeklinde sürdürülen bir yargılamanın parçasıyız. Adil bir yargılanmanın söz konusu olamayacağı yönünde ısrarlı itirazlarımızın olduğu biliniyor ancak bir mesafe kat etmek bir yana mahkemenin özellikle savunma hakkını bir günle sınırlama kararı ve gizli tanıklardan üçünün biz yargılananlar ve müdafilerin yokluğunda dinlenmiş olması ile makasın daha da açıldığı söylenebilir. Mahkeme tutanaklarının bir sonraki duruşma periyodunun başlamasına iki gün kala yahut başladıktan sonra elimize ulaştığı bu yargılamanın, gizli tanık bayanları üzerine kurulu olması dahi hukuksuzluğu ortaya koymak için yeterli. Kaldı ki, birbirini tamamlayan bir beyan da söz konusu değil. Olamaz da. Çünkü ortada gerçek değil bir kurgu var. Bazen kurgu için lakin akla ihtiyaç olduğunu hatırlatıyoruz. Ama nafile tabii.”   ÇÖZÜMSÜZLÜK SİYASETİ   Hukuki değil siyasi bir yargılamanın söz konusu olduğu bir kumpasla karşı karşıya olduklarını vurgulayan Akat Ata, Kürt sorununun demokratik çözümünü merkeze alan siyasetin her zaman bir yargı tacizine maruz bırakıldığını ifade etti. Akat Ata, devamla şunları ifade etti: “Gözaltına alınan ve tutuklanan parti yöneticilerimiz ile kapatılan partilerimiz bunu bir gerçek olarak ortaya koyar. Siyasi iktidarlar değişse de çözümsüzlük siyasetinin bir parçası olarak mevcut hukuk mevzuatı ve yargı kurumunun katı yorumu, Kürt sorununun demokratik çözümü için düşünme ve ifade etmeyi, örgütlenme ve siyaset yapmayı ‘suç işlemeden’ imkansız kılmaktadır. Bunu bir hukukçu olarak bu ülkeye yapılan en büyük kötülüklerden biri olarak görüyorum.”    Akat Ata, şunları dile getirdi: “Kaldı ki, dünyada bir eşi daha olmayan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle bir bütün ortadan kalkan güçler ayrılığı ile yürütme bir karar vermediği sürece yargının hukuki ve adil bir karar vermesi de mümkün olmuyor siyası davalar açısından. Sonuç olarak hem ideolojik hem de bir baskı aygıtı olarak yargı kurumunun devreye konulduğu, dosyamız açısından amaçlanan muhalif siyaseti sindirmek ve susturmaktır. Çözüm sürecine ve çözüm düşüncesine duyulan öfke ise dosyanın açılması kararını verenler için asıl motivasyon kaynağıdır.”   ‘MOLLA REJİMİ İÇİN ZAMANIN DOLDU'   Ortadoğu’da yükselen kadın mücadelesini “heyecan ve umut verici” olarak ifade eden Akat Ata, İran’daki kadın direnişinin ilk olmadığına dikkati çekti. Akat Ata, konuya dair şöyle konuştu: “43’üncü yılında olan İran Devrimi sonrası kadınların ilk direnişi, kaküllerini dışarıda bırakarak gelişmiş ama bugün saç yoksa günah da yok diyerek saçlarını kesen, sokaklarda dans ederek baş örtüsünü yakan İranlı kadınların çığlığı bölgesel ve küresel kadın hareketi tarafından da duyuluyor ve sahiplenilerek yükseliyor. Jîna Amini'nin katledilmesi İran da katı yönetime karşı halkın itirazının gelişmesinde bir sembol oldu. Eylemlerin katı ve onlarca ölümü beraberinde getiren sert müdahalelere rağmen yayılarak davam ediyor olması ise, iktidarı elinde tutan Molla rejimi için bugün olmasa bile yarın zamanın dolduğunu gösteriyor. Demokrasinin kurumsallaştığı ve içselleştirildiği bir alanda sokağa taşan ve ölümlerin yaşandığı, protestoların olmadığı bir gerçek. Çözüm için tam da buradan bakmak ve yola çıkmak gerekiyorken İran’daki rejimin olayları yatıştırmak bir yana, aldığı sert kararlarla körüklemesi bu süreci kısaltıyor.”    2011 yılında Kuzey Afrika’da başlayıp Suriye'ye yayılan, hak ve özgürlük talepli protestoların, rejim değişikliklerini beraberinde getirdiğini anımsatan Akat Ata, “Önce bölgesel sonra küresel güçlerin devrede olduğu bir çıkar ve egemenlik arayışı sürecinin yaşanması sonucunu doğurmuştur. Bu süreç Rusya-Ukrayna savaşı ile farklı bir boyut kazandı. Doğu ve Batı bloğu saflarının sıklaşmasını beraberinde getirdi. Bu noktada dünyada yükselen aşırı sağ ve sağ popülist otoriter dalga merkezinde 'demokrasi ve demokratikleşmenin' olduğu yeni bir karşı dalgayı kaçınılmaz kılmaktadır. Kadınlar bu dalganın açığa çıkması için öncü olacaklarını Tunus' ta, Suriye'de Afganistan'da ve bugün İran'da bedel ödeyerek ortaya koymaktadır” diye konuştu.   ‘ER YA DA GEÇ SONUÇ ALACAKTIR’   Dünyanın yarısı olan kadınların, değişim ve dönüşümün temel dinamiği olduklarını tarihe dönüp bakıldığında açık ve net bir şekilde görüleceğini dile getiren Akat Ata, sözlerini şöyle tamamladı: “Fransız Devrimi, 1. ve 2. Dünya savaşlarına bakmak yeterli. Erkek egemen dünyanın aldığı savaş ve çatışma kararlarından en çok etkilenenin de kadın ve çocuklar olduğunu biliyoruz. Bugün kadınların Mezopotamya ve Ortadoğu’dan yükselen ‘kadın, yaşam, özgürlük’ diyerek, ortaya koydukları eşit, özgür yaşam iddiası bu gerçekten ve yaşanmışlıklardan bağımsız değildir. En çok etkilenen, en güçlü karşı koyuşu ve direnişi ortaya koymaktadır. Ve er ya da geç sonuç alacaktır. Türkiye açısından acı bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Doğu’nun en uç sınırlarından Anadolu Yarımadası ve batının en uç sınırlarından Trakya, bir tarafı Avrupa, bir tarafı Asya, bir yanı Kafkasya, bir yanı Ortadoğu, tarihin başladığı Mezopotamya coğrafyası, yerin altı ve üstü ile zenginlikleri iştah kabartmış bir ülke…Üç kıtaya yayılan yüzlerce yıllık iktidarın sahibi bir imparatorluk geçmişi üzerine kurulan ‘demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma’ iddiasındaki Cumhuriyet Türkiye’si, son 40 yılına damgasını vuran şiddet gerçekliğiyle, darbe girişimleri ve darbeleriyle, demokrasisi tartışmalı bir ülke. Kadınlar ise her zaman ve her koşulda buluşmanın ve ortak kaygılar çerçevesinde söz söyleme zeminini yakalamış olmanın gerçekliğiyle var oldular Türkiye’de. Ancak ne yazık ki; milliyetçilik ve militarizmin Türkiye Kadın Hareketi’nin bileşenleri arasına ördüğü duvarlar aşılması kolay duvarlar değil. Ortak kaygılar arasına nasıl tanımlanırsa tanımlansın kamusal alanda yaşanan şiddeti koymak hiç de kolay değil. Ama biliyoruz ki; kadınları işi hiçbir zaman kolay olmadı. Hele ki 21. yüzyılın dünyasında çok daha zor.   DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM ZAMANI GELDİ   Bugünün Türkiye’si hukukun üstünlüğünün rafa kaldırıldığı, demokrasisi can çekişen, yüzünü döndüğünü iddia ettiği Avrupa Birliği normlarını yok sayan -ki bu normlar acı yaşanmışlıklar sonrası kabul edilen insanlığa ait normlardır- Arap dünyası ile bağları zayıflamış, ekonomisi darda, yönünü Türk dünyasına çevirmiş ve orada nefes almaya çalışan bir Türkiye. Tabi ki itirazımız var. Ve kadınların itirazlarını örgütleyerek, hazırladıkları 2023 genel seçimleri var. Yaşanan her kriz, çözüm olanaklarını da içinde barındırır. Bu tespiti yapabiliyorsak yani farkındaysak değişim ve dönüşüm zamanı gelmiştir.”   MA / Berivan Altan - Fırat Can Arslan