‘Çocukları katı şartlarla disipline etme yönteminden vazgeçilmeli’ 2022-12-26 10:38:24   HABER MERKEZİ - Psikolog Sevgi Türkmen, çocuğa karşı cinsel suçları önlemede kurumların, görevlerini yerine getirmesinin yanı sıra aile ve eğitim sisteminde aşırı katı şartlarla disipline etme yönteminden vazgeçilmesi gerektiğini söyledi.     Çocuklara yönelik cinsel suçlara dair her gün yeni olaylar basına yansıyor. Uzmanlar, bu suçlarda yaşanan artışın yanı sıra, istismara uğrayan çocuğun, yetişkinliğinde yaşadıklarını anlatmasının da verileri etkilediğini belirtiyor. Cinsel suçlardaki artışın en büyük nedeni de, istismarı önleyecek güce sahip kurum ve kuruluşların pasifliği ve görevini yerine getirmekten kaçınması.    Psikolog Sevgi Türkmen, aile ve toplum yapısının çocuğun cinsel istismarındaki etkilerine değinerek, sorumlulara düşen görevleri hatırlattı. Öncelikle, istismarı önleme noktasında ortak bir mücadele yürütülmesi gerektiğine dikkat çeken Türkmen, çocukların birey olarak da güçlendirilmesinde aile ve okul eğitiminin önemine değindi.     'BASKI GÖREN ÇOCUK SESSİZ KALIYOR'    Cinsel istismara uğrayan her çocuğun maruz kaldığı olayın “yaşanmaması gereken bir olay” olduğunu bildiğini, ancak bu saldırıya gücü oranında karşı koyabildiğini belirten Türkmen, “Çocuk istismar edildiğinde, o dakika bu durumun olmaması gerektiğini bilir. Bir kaygı gösterir, oradan uzaklaşma isteği duyar ama gücü oranında yapabilir. Bunu daha çok aile içinde rahat olan, kendini ifade etmesine izin verilmiş çocuklar yapabiliyor. Ailede baskı gören, ciddi bir ‘ahlak’ baskısı ile yetiştirilen çocuk, bu rahatlığı hissedemiyor. İstismara maruz kalan çocukta iki şey gelişiyor;  birincisi ailede rahat ise hemen kendini kurtararak, bu durumu aileye ifade edebiliyor. Baskı gören çocuk da kendini kurtarma ve uzaklaşma eğiliminde bulunuyor, ancak yaşadıkları karşısında sessiz kalıyor. İki farklı sonuç var, ama ikisinde de çocuk bunun olmaması gerektiğini, kendisine yapılanın yanlış olduğunu biliyor” dedi.   AİLE İÇİNDE İSTİSMARIN NORMALLEŞTİRİLMESİ   Çocuk yaşta cinsel istismara maruz kalmış kişilerin yaş aldıkça, istismarı detaylarıyla hatırladığını ve anlamlandırdığını ifade eden Türkmen, yaşadıklarını ailesine anlatan çocuklarda bir rahatlama olduğunu, anlatamayan çocukların ise yaşadıklarını biriktirmesiyle ileriki yıllarda sorun yaşadığını kaydetti.   Aile yapılarının çocuk üzerindeki etkilerine dikkat çeken Türkmen, konuşmasını Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızının 6 yaşındayken “evlilik” adı altında tecavüze uğramasının çocuğa etkilerini anlatarak sürdürdü: “6 yaşındaki çocuk, öyle bir aile sistemi içinde gözlerini açıyor ki, zaten istismara hazırlandırılmış. Çocuk ruhsal olarak da, düşünsel olarak da buna hazırlanır. Çocuğa erken yaşta evlilikten bahsedilir, eşe nasıl davranılması anlatılır. Çocuk aynı zamanda etrafında duyduğu diyaloglarla örneklediği ilişkiler içerisinde doğuyor. Deneyim açısından farklı ve karşılaştırılacak deneyimler yok, aile ve çevre sistemi hep aynı, hep aynı referanslardan beslenen çocuk, yaşadıklarının böyle olması gerektiğine inandırılmaya doğru gider. ‘Zaten böyledir’ der. Çocuk ilk anne babaya güvenmek ister, onlara inanır. Çocuk mevcut aile sisteminde bu durum normalmiş gibi algısından kaynaklı o dönemler yaşadıklarına bir anlam veremez. Buna karşı başka bir seçenek olmadığını düşünür. Küçüklükten, ‘sen bir kız çocuğusun şunları yapmak zorundasın, sen kız çocuğusun okula gitmesen de olur ama ev işini yapacaksın’ gibi bir sömürü altında hayata başlaması, sonraki süreçte derin duygusal etkiler yaratır. Bedene dokunmak çocukta tahribat yaratır ama beden ve zihni bütünüyle etkisi altına alan bir aile sistemi içerinde gözünü açmıştır çocuk.”   'VARLIĞINI GÖSTERMEK İSTİYOR'    “Ahlak” baskısı altında yetişen çocukların cinsel istismar karşısında uzun yıllar sessiz kalmasının ileriki süreçlerde ciddi travmalara neden olduğunu anlatan Türkmen, “Çocukken ailesinde bir özgürlük hissedemeyen ve konuşamayan çocuğun içindeki o huzursuzluk hali büyür. Çocukken cinsel istismara uğrayan çocuk yetişkin olduğunda, farklı cinsiyetleri görür, farklı yaşam biçimlerini tanır ve kendi yaşadıklarının aslında bir cinsel saldırı, bir taciz olduğunu, tecavüz olduğunu anlamaya başlar. Bu bilgiyle çatışmaya başlar. Önce öfke duyar. Aileye öfke, çevreye öfke, faile zaten öfke besliyor. Bu örnekte de olduğu gibi, yetişkinliğe doğru artık aileden uzak düşünmeye başladığında, konuşma cesaretini kendinde görme hali vardır. Tabi ki içini yaralayan, eriten durumu ortaya çıkarmak bizim psikoloji alanında da üzerinde sık konuştuğumuz ‘travmatik olayların yaşamsallığının aktarımı’ dediğimiz şeyi yaşıyor. Yaşadıklarını anlatmaya karar veren kişi, ‘ ben yaşadım başkası yaşamasın’ diyor, kendi travmatik yaşamının rahatlamasını istiyor. Varlığının görülmesini sağlamak açısından yapıyor, ‘ben varım ama siz bana bunu yaptınız, ben varım beni görün’ vurgusu ile yapılıyor. Çocukken cinsel istismara uğrayan, yetişkinlikte bunu ifade etmekten başka, aktarmaktan başka yararının olmadığını anlıyor ve bu bilinçle yaşadıklarını anlatıyor” değerlendirmesinde bulundu.    'ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER KONUŞULMALI'    Çocuğa yönelik cinsel suçların sistematikleştiğini ancak, sadece kamuoyuna yansıyan bazı olaylar üzerinden gündemleşmesini eleştiren Türkmen, “Çocuk istismarının kamusal alanda tartışılıp, genel bir toplumsal duyarlılık oluşturup, kadın ve çocuk örgütleri, dernekler, siyasi partiler, hukukçular gibi tüm bileşenlerin ortaklaştığı bir eksende çözülmesi lazım. Bu olaylar sürekli yaşanıyor, yaşandığı an konuşuyoruz, herkes ah ediyor, vah ediyor, sızlanıyor, ‘böyle bir şey olamaz’ diyorlar. Sonra olay unutuluyor, sonra başka bir olay daha yaşanıyor, yine aynı şekilde tepkiler ortaya çıkıyor. Tepki tabi ki vereceğiz, bizim meselemiz artık tepki vermekten ziyade, bunun yaşanmaması için önlem olarak neler yapılabilir? ciddi bir şekilde bunu konuşmak lazım” ifadesinde bulundu.    'YASALARI EĞİP, BÜKEREK BİR YOL ARANIYOR'    Yasalarla çocuk yaşta “evliliklerin” önünün açılmaya çalışıldığına işaret eden Türkmen, “Evrensel çocuk haklarına göre 18 yaş altında tüm bireyler çocuk kabul edilir. Bunun 16 yaşının, 17 yaşının tartışılmaması lazım. Mevcut yasaları tartışıp, sağından, solundan eğip, bükerek oradan bir şey çıkarmaya çalışıyorlar. Bireylerin belli haklarla dünyaya geldiğini, 18 yaş altının çocuk olduğunu gözeterek, çocuk koruma çalışmaları yapılmalı. Yaşanan vahim olaylarda kemik testi yapıldığı ortaya çıkıyor. Diyelim ki çocuğun takvim yaşı 17 ise yapılan çalışmalarda fiziksel gelişimi için 18 yaş deniliyor. Burada bir açık aranıyor. Yine kişinin kemik yaşı 19 olabilir ama 17 yıldır bu yaşam içinde deneyim kazanıyor, dolayısıyla biz sadece fizik yapısına, kemik yaşına bakamayız. Çocuğun duygusal yaşına da bakmak gerek, bunların hepsi tartışılması gereken, hukuki açıdan da, psikolojik açıdan da, sosyolojik açıdan da incelenmesi gereken konular. Kurumların da bu tartışmaya davet edildiği geniş bir platformda istismarı önleme çalışmaları yapılmalı. Buralardan yol alamazsak, sadece olan olayları konuşup, ah ederiz, vah ederiz, faili konuşuruz, 3 ay sonra başka bir istismar olayı ile karşı karşıya kalırız” uyarısında bulundu.    'İSTATİSTİK DEĞİL, ÖNLEM KONUŞULMALI'    Çocuğa yönelik cinsel suçların istatistik verilerinin çocuğa bir faydasının olmadığını vurgulayan Türkmen, “Tek bir cinsel istismar örneğinin olması bile acil önlem almak için yeterli. Bunların istatistik çalışması bize bir şey vermiyor. Çocuk istismarı meselesinde istatistik çalışmayalım. Önlem almak için derhal kurumlar olarak çalışma yapılmalı. Yapılacak çok şey var, yapılacakları konuşmayıp istatistikler konuşulunca önleyemeyiz. Yapacaklarımız, yarın istismara uğrayacak bir çocuğun hayatını etkilemedikçe, ben sayı konuşsam ne olacak, konuşmasam ne olacak. Daha geniş katılımlı platformlarda çocuk hakları meselesinin tartışılması ve burada her türlü istismarın gündeme gelmesi, istismarın hangi kaynaklardan, nerelerden ortaya çıktığının tespit edilmesi, buna dönük önlem alıcı çalışmaların alınması gerek. Burada amaç bir çocuğun istismara uğrama olasılığını düşürmek, geri çekmek” şeklinde konuştu.     AİLENİN ROLÜ    Kurumlara düşen görevleri anımsatan Türkmen, aile rolüne de dikkat çekti. Türkmen, “Çocukları, ‘terbiye etmekten, katı ahlaki sistemler’ içerisinde yetiştirmekten vazgeçelim. Vazgeçelim ki kendilerini korusunlar, vazgeçelim ki herhangi bir şiddete maruz kaldıklarında kendilerini ifade etsinler. Koruma ve önlem çalışmalarını buralardan başlatmak lazım. Aileye karşı güçlü olan çocuk herhangi bir istismar ve şiddete karşı karşıya kaldığında daha güçlü kalabiliyor. Kendini savunuyor ve ifade edebiliyor. Cinsiyet rolleri referansıyla yetiştirilmemeli, kız çocuğuna ayrı, erkek çocuğuna ayrı davranmadan, ikisinin de eğitim hakları gözetilerek, ikisinin de varlıklarında kendi özelliklerini göstererek, onların gelişimini engellemeyecek bir yaklaşımla devam etmek gerek” önerilerinde bulundu.    EĞİTİM SİSTEMİ    Eğitim sisteminin çocuk psikolojisi üzerindeki etkilerine de değinen Türkmen, aşırı katı şartlarla disipline edilmeye çalışılan çocukların korku içinde büyüdüklerini ifade ederek, “Örneğin öğretmen onun açısından ses çıkarılamayacak, izin vermeden konuşulmayacak bir yapı olursa, dolayısıyla bu yetişkinlere karşı da böyle olur. Dışardaki yetişkinler de onun için böyle bir sembolde olur, böyle bir simgesel özellik taşır. O nedenle çocukların her alanda kendilerini rahat ifade edecek koşulları yaratmamız gerekiyor. Çocuklar güçlendikçe, yetişkinlerin çocuk üzerinde bir hak sahibi olmadığı iletisi her tarafa yayılabilir. Böylelikle çocuk kendi varlığıyla özgün bir birey olabilir” diye belirtti.    MA / Arjin Dilek Öncel