30 yıllık tutukluluğu anlattı: Öcalan'ın felsefesiyle ayakta kaldım 2023-01-31 09:07:18   İSTANBUL - Ömrünün büyük bölümünü cezaevinde geçirdikten sonra doğduğu Rojava'ya geri dönen Ahmet Hüseyin, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın felsefesiyle ayakta kaldığını belirterek, "Özgürlük için bedel verilmesi gerekiyorsa verilmeli. Hiçbir şey toplumun özgürlüğünden önemli değil” dedi.    Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde (DGM) 1990'lı yıllarda yargılanan ve müebbet hapis cezalarına çarptırılan tutukluların tahliyeleri sürüyor. 52 yaşındaki Efrînli Ahmet Hüseyin de tahliye edilen tutuklulardan birisi. Hüseyin, 1992 yılında henüz 21 yaşındayken Maraş’ta tutuklandı. Malatya'daki DGM'de yargılandı ve “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak” iddiasıyla müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Hüseyin, tutuklandıktan sonra Bartın’a, daha sonra Kandıra 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ne sevk edildi. 6 Ekim’de ise, tahliye edildi. Tahliye sonrası Kocaeli Geri Gönderme Merkezi’ne (GGM) gönderilen ve 12 gün boyunca burada tutulan Hüseyin, Grê Spî’de paramiliter güçlerin eline teslim edildi. Hüseyin, bir gün sonra serbest bırakıldıktan sonra Kuzey ve Doğu Suriye'ye geçti.   Yaşamının büyük bir bölümünü cezaevinde geçiren Ahmet Hüseyin, 30 yıllık tutukluluk sürecine dair Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.      Cezaevine girdiğiniz 1992'de nasıl bir süreç vardı?    1990’lı yıllar çok zor bir süreçti. Birçok yerde başkaldırı vardı. O dönemlerde devlet bazı bölgelere giremiyordu. Zaten bunun üzerine YNK ve KDP’nin ihanetiyle Güney Kurdistan’da özgürlük hareketine karşı bir operasyon gerçekleştirdi. YNK ve KDP ihanetiyle bizi yok etmek istediler. O zamanlar bildiğiniz gibi faili meçhullerin çokça yaşandığı bir süreçti. Rahmetli Apê Musa ve Vedat Aydın’la başlayan faili meçhul cinayetlerde yaklaşık 20 bin yurttaşımız yaşamını yitirdi. Tabi failleri belli, devletin kendisi yaptı. Köy yakmalar yaşandı, insanlar öldürüldü… Yani 1992 ila 1993 yıllarında Kürt iradesini yok etmeye dönük hamleler vardı. Çünkü devrimimiz devam ediyordu. Geriye kalan başarmaktı. Önderlik (PKK Lideri Abdullah Öcalan) diyordu ya; “Diriliş tamamlandı, sıra kurtuluşta." Öyle bir süreçti. O sürecin durdurulması, engellenmesi için devlet, ihanetçi Kürtlerle iş birliği yaptı. Ama KDP, YNK ve korucuların ihanetine rağmen özgürlük hareketi geriye düşmedi, aksine büyüdü.     Tutuklandığınız dönem işkencelerin ağır yaşandığı dönemdi. Siz tutuklandığınız süreçte neler yaşadınız?       Ne avukat vardı ne de haklarınız... İşkenceden başka bir şey yoktu.16 gün boyunca her türlü işkenceyi yaptılar. Biri gidiyordu, diğeri geliyordu. Hem psikolojik hem de fiziksel işkence yapıyorlardı.   Aklınıza gelebilecek her türlü işkenceyi yaptılar. Avukat yoktu. Askerler, sözlerimizi kafalarına göre tercüme ediyorlardı. Biz de o zamanlar Türkçe bilmiyorduk. Ne avukat, ne haklarımız… İşkenceden başka bir şey yoktu. 92 yılında tutuklanan bazı arkadaşlar işkenceyle katledildi. 1993 yılından sonra çok az insanı tutukluyorlardı, genelde öldürüyorlardı. Tutukladıktan sonra bir şeyler sorup, öldürüyorlardı. Doğrusu o süreç çok zorlu ve zahmetli bir süreçti. Tutuklandıktan sonra 16 gün boyunca her türlü işkenceyi yaptılar. Elektrik, tazyikli su… İlk tutuklandığımız gün çıplak bir şekilde işkence yaptılar. Yeme, içme zaten yok. Sadece bir parça sert ekmek veriyorlardı. Bazen su veriyorlardı. Elektrik verdiklerinde kendimizden geçtiğimizde bir süre hücreye koyuyorlardı. Sonra tekrardan işkenceye devam ediyorlardı. İşkenceyi vardiyalı şekilde yapıyorlardı. Biri gidiyordu, diğeri geliyordu. Aralıksız 24 saat yaptılar. O zamanlar böyle yapılıyordu. Şimdi psikolojik şiddet daha fazla olmuş ama o dönem hem psikolojik hem de fiziksel işkence yapıyorlardı.    Cezaevlerinde de o dönem çok sayıda tutuklu yaşamını yitirdi. Siz bu ölümlere tanık oldunuz mu? Cezaevlerinde neler yaşanıyordu?    Benim kaldığım cezaevlerinde birçok şey yaşandı. 1996 yılının 24 Eylül’ünde Amed’de 10 arkadaşımızı şehit ettiler. Yine 4 Ekim 1993’te Amed’de büyük bir vahşet yaşandı. Arkadaşlarımızı Antep’e sürgün ettikleri sırada şehit etmişlerdi. 2 arkadaşımız, Erzurum’da yaşanan vahşetlerden kaynaklı intihar edip, şehit düştüler. Dövüyorlardı, ihanete zorluyorlardı. Yine Elazığ’da aynı şeyler yaşandı. Birçok zindanda böyle şeyler çok oldu. İrade kırmak istiyorlardı. Bazen Malatya Cezaevi’nde bize saldırıyorlardı. Hatta mahkeme bana ceza verdiği zaman hakimin gözü önünde askerler bana saldırdı. Yüzüm gözüm hep morarmıştı, kan toplamıştı. O yüzden koğuştaki arkadaşlar beni tanıyamadı.    O dönem Özgür Gündem gazetesi bana yapılan saldırıyı haberleştirmişti. Zindandaki doktordan rapor istedim ama hiçbir dönüş yapmadığı gibi soru bile sormadı. Bu şekilde işkence yapıyorlardı. Benim olduğum cezaevlerinde katliam olmadı. Ama 1997 yılında Malatya’da Osman Daş arkadaşımız kanser oldu ve hastalık nedeniyle şehit düştü. Ali Aydın ve Yavuz Güzel arkadaşlarımız uluslararası komployu protesto etmek amacıyla kendilerini yakıp, şehit düştüler. Abdulsamet Çelik arkadaş vardı. O da ilik kanseri oldu ve şehit düşmeden 1 ay önce tahliye edildi. O zaman hastalık ağırlaşmadan tahliye etmiyorlardı. Şimdi de öyle. Gidiyorsun doktor yok ya da kelepçeli muayene ediyorlar. Biz de kabul etmiyorduk. O yüzden tedavi olmuyorduk ve hastalıklarımız ağırlaşıyordu. Ölüme kadar götürüyordu. Bilerek öyle yapıyorlardı.    Halen cezaevlerinde benzer uygulamalar söz konusu...    Önceleri cezaevinde yaşananlar çok fazla ortaya çıkmıyordu. Ortaya çıksa bile bir şekilde üstünü kapatıyorlardı. Şimdi İmralı’da bulunan Önder Apo üzerindeki tecrit ve baskı, topluma yayıldığı gibi zindanlara da yayıldı. Yaşananlar İmralı’dan bağımsız değil. İmralı’daki baskı ve tecrit zindanlarda da var. AKP’li Mehdi Eker, “Eskiden öldürülüyordunuz. Dua edin şimdi hapse düşüyorsunuz” diyordu. Demek istediği eskiden işkenceyle öldürüyordunuz, şimdi hapislerde hastalıktan öldürüyorsunuz. Eskiden askerler gelip coplarla işkence edip, katliam yapıyorlardı. Şimdi ömrünün dolmasını bekliyorlar. Bunun adı katliamdır. Ama bu katliamlar eski katliamlar kadar görünür olmuyor. İşte “hastalanmış, ölmüş” deniyor. Ama nasıl hasta olmuş, hangi koşullarda hasta olmuş? Bu hastalıklarda devlet politikalarının payı büyük. Arkadaşlar kendiliğinden hastalanmıyor. Cezaevine girdiğimizde hiçbirimiz hasta değildik. Zindanın koşulları hastalandırıyor tutukluları. Kandıra 2 No’lu Cezaevi’nde ağır ceza almış arkadaşlarımızı güneş görmeyen odalara koymuşlardı. Güneş görmedikleri için kemikleri eriyordu. Bu durum hastalıklara neden oluyordu. Sonra tedavi etmiyorlar, “kendiliğinden öldü” diyorlar. Eskiden işkenceyle katlediyorlardı. Şimdi coplarla falan yapmıyorlar ama her yıl 10-15 arkadaş hastalıklardan şehit düşüyor. Bu politikalar devletin bilinçli politikalarıdır.    Bu "düşmanlığın" altında ne gibi nedenler yatıyor?       Tutukluya, 'Ya teslim olacaksın, ya öleceksin' diyorlar. İhaneti kabul etmiyorsun. Kabul edersen geri dönüşü olmaz. Koca bir ömür halkımız için yattık. Önder Apo nasıl direniyorsa tutuklular da öyle direniyor.     Tutuklu, direnip teslim olmadığı için böyle yapıyorlar. “Ya teslim olacaksın, ya öleceksin” diyorlar. Siyasi bir amacı var. İhaneti kabul etmiyorsunuz. Cezaevleri tarihinde direnişiyle tanınan PKK’nin öncü kadrolarından Kemal Pir örneği var. Ölüm döşeğinde gözleri görmediği zaman doktor, Kemal Pir’e, “Kemal gözünü kurtaracak zaman var. Gel gözlerini kurtaralım” diyor. Kemal arkadaş ne diyor? “Sen namussuzluğu kabul edeyim istiyorsun. Gözsüz bir Kemal, gözlü ve namussuz bir Kemal’den daha iyidir” diyor. Yani, “Ben bu ölümü kabul ediyorum ama namussuzluğu kabul etmiyorum” diyor. Kabul edersen geri dönüşü olmaz. Cezaevindeki arkadaşların birçoğu bu bilinçte yaşam sürüyorlar. Koca bir ömrü halkımız için yattık. Önder Apo bugün halkı için cezaevinde nasıl direniyorsa arkadaşları da onun gibi direniyor. Bugün Önder Öcalan teslimiyeti kabul etmediği için tecrit uygulanıyor. Düşmanca politikalar yürütüldüğü için arkadaşlarımız şehit düşüyor. Önder Apo’nun felsefesini bilenler ölseler bile teslimiyeti, ihaneti asla kabul etmez. Bu politikalar AKP iktidarından sonra çok genişledi. Eskiden cezaevinde yaşanlarla şimdi yaşananların arasına çok fark yok diyebilirim.    Ömrünüzün yarısını birçok kişi gibi cezaevinde geçirdiniz, sizi ayakta tutan ne oldu?    Şüphesiz 30 yıl beni ayakta tutan şey Önder Apo’nun felsefesi, şehitlerimiz ve halkımızın direnişiydi. Tabi büyük bir irade ve tutku istiyor cezaevi koşullarına dayanmak için. Bunlar olmazsa 30 yıl geçmez. Cezaevinde direnmezsen ruhun yok edilir. 30 yıl Önder Apo’nun felsefesini ve parti çizgisini esas aldım. Ne kadar eksikliğimiz olsa da o hattan çıkmadım. Elime fırsat geçtikçe kendimi geliştirmeye çalıştım. Yazılar, şiirler yazdım, resim çizdim. Her açıdan çalışmalar yapmaya çalıştım. Özgür kadın, Kurdistan, Dersim üzerine roman, hikaye tarzında yazılar yazdım. Axina Dilistan, Buhara Destanê, Gula Dilistana Min, yazdığım kitaplardan bazılarıdır. Cezaevinde insanı ayakta tutan şeylerden biri de arkadaşlıktır. Esas olan şey arkadaşlıktır.    Arkadaşlık ilişkilerinizin bu duruma ne gibi etkileri oldu?   Arkadaşlık olmazsa insan çok bir şey yapamaz. Mesela ben kitap yazdığımda arkadaşlarım hep yardım etti. Yaptığım tüm çalışmalarda arkadaşların da payı var. O yüzden sizin aracılığınızla onlara teşekkür etmeyi kendime bir borç biliyorum. Zindanda bencillik öne çıkarılmak isteniyor. Biz de güçlü bir arkadaş sevgiyle düşmanı boşa çıkartıyoruz. Eğer cezaevinde arkadaş sevgisini öne çıkarmasaydık, çoktan F Tipi Cezaevleri ile amaçlanan olurdu. Orada başarı elde edemediği için bugün S ve Y Tiplerini yaptı. Hayri, Kemal, Mazlum, Ferhat, Eşref, Fikret arkadaşlar… Eğer cezaevlerinde bir direniş, duruş varsa bu arkadaşların direnişiyle var. Biz bu arkadaşların ruhuna borçluyuz. O arkadaşlık ruhu, iradesizleştirme politikalarını boşa çıkartıyor.       Beni ayakta tutan şey Önder Apo'nun felsefesidir. Bu olmasaydı 30 yıl geçmezdi. Arkadaşlık duruşları da hepimize büyük bir güç veriyordu. Heval her şeydir. Eğer hala yürüyebiliyorsam bunu arkadaşlara borçluyum.    Bir örnek vereyim; Bazı arkadaşlar vardı, okuma yazmaları yoktu. Ama arkadaşlıkları bize örnek oluyordu. Arkadaşlık duruşları hepimize büyük bir güç veriyordu. Arkadaşlığımızı hem içeride hem dışarıda ne kadar güçlendirirsek Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne o kadar çok yaklaşırız. Önder Apo ile Haki Karer’in arkadaşlığıyla özgürlük mücadelesi ortaya çıktı, varlık oldu. Zindanda öyle. Varlığımız arkadaşlıkla oluyor. Heval (arkadaş) yoksa hiçbir şey yok. Heval her şeydir, heval yoksa insan cezaevinde hiçbir şeydir. Eğer 30 yıldır ayaktaysam ve hala yürüyebiliyorsam bunu arkadaşlara borçluyum.     Sizi yazamaya iten neden ne oldu?    Birinci olarak, yaşadığımız hayatı ve acıları yansıtmamız gerekiyor. Yine Önder Apo’nun felsefesini şiirle, romanla, hikayeyle, resimle, kısacası sanat ve edebiyatla topluma aktarmamız gerekiyor. Her açıdan bu felsefeyi topluma ulaştırmamız gerekiyor. “Gula Dilistana Min” kitabını annem için yazmıştım. Kadınlara dönük tacize, tecavüze, işkenceye, çocuk yaşta evlendirilmelerine… Taybet annenin cenazesi bir hafta yerlerde kaldı. Cemile 12 yaşında öldürülmüştü. Bunlar benim daha çok yazmamda ve okumamda etkili oldu. Onun dışında yanımıza şehit düşen arkadaşlarımız… Onların yanık bedenlerinin kokusu burnumdan çıkmıyor. Tüm bunlar benim daha çok yazıp, okumamda ve ayakta kalmamda etkili oldu. Onların acılarını, aşklarını, mücadelelerini dile getirmeden ne yapacaksınız cezaevinde? Gardiyanlar gelip yazdıklarımıza el koyuyorlardı. Ama yine de özellikle cezaevinde yazmaktan vazgeçmemek gerekiyor. İnsan acısını ancak yazarak dışarıya aktarabilir. Arkadaşların annesi, babası cezaevlerinde öldü. Cenazelerine gidemediler, mezarlarına gidemediler. Bu acı dile gelmez. Özellikle 30 yıl içeride kalan arkadaşların hepsinin annesi, babası vefat etmiş. Gidip göremediler. Gidip mezarlarına bir Fatiha okuyamadılar. AKP, “Müslüman’ım” diyor ama bunu insanlara çok görüyor. Bunların hepsinin yazılması ve düşündürülmesi lazım.    30 yıllık cezaevi süreci sizden neleri kopardı?    30 yıl bizden sağlığımızı ve ömrümüzü aldı. Ama daha çok mücadeleyi, Önderliğin ideolojisini, Kürt ve insanlık tarihini, kadın mücadelesini, özgürlüğünü öğretti. Her zaman diyorum; özgür bir kadının elinden terbiye almamış bir erkek terbiyesizdir. Ben bu inançtayım. Buna zindanda inanmaya başladım.    30 yılda çok şey değişti. Ancak Kürt sorununa yaklaşım ve çözümsüzlük değişmedi. Çözülmeyen sorunun çözümüne dair neler söylersiniz?    Önder Apo 30 yıl önce, “Diriliş tamamlandı, sıra kurtuluşta” dedi. Kürt sorununun çoktandır çözülmüş olması gerekiyordu. Türk devleti öyle bir şey ki yumuşamıyor, ancak ve ancak kırılabilir. Türk devleti ancak halkın başkaldırısıyla çaresiz kalırsa geri adım atar. Bu devlet Kürt’ü, Ermeni’yi hatta birçok halkı yok sayıp inkar ediyor. O yüzden silahlı mücadele gelişti. Gelinen bu mücadele sonucunda10 bin gerilla yaşamını yitirdi, sorun, halkın direnişi ve başkaldırısıyla bugün ulusal bir sorun haline geldi. Özellikle Önder Apo paradigmayı değiştirdikten sonra bazı şeyler değişti. Bu paradigma halklara güç ve umut oldu. Bundan kaynaklı emperyalist devletlerin hepsi bugün bu paradigmadan korkuyor.       Özgürlük dediğimiz zaman tüm halkların özgürlüğünden bahsediyoruz. Tek bir başarı yolu var; O da Önder Apo hattıdır. Çözümün tek anahtarı Önder Apo'dur. Onun felsefesi dışında çözüm olabilecek kimse yok.    Bir örnek vereyim; Mesela İran ve Rojhılat’ta “jin, jiyan, azadî” sloganları atılıyor. Avrupa devletleri gündeme getirdi. Ama baktılar ki Önderliğin felsefesidir, artık kimse çok bahsetmiyor. Yani mesele ideolojiktir. Ama kimse Önderliğin paradigması “yok oluyor” diye umutlanmasın. Paradigmamız yok olmaz. Tankla, topla, kimyasalla yok edilemez. Çünkü Önder Apo bir ruh oldu. Bugün o ruh her yerde gençlerle büyütülüyor. Bu ruh özgür kadın, özgür Kürdün, Türkün, Arabın ruhu. 30 yıldır Kürt sorunu yok. Türk, Arap, Fars, Acem sorunu var. Biz bu felsefeyi diğer halklara da tanıtabilirsek, yaşatabilirsek sorunlarımız kökünden çözülür. Biz özgürlük dediğimiz zaman tüm halkların özgürlüğünden bahsediyoruz. Biz irademizle, gücümüzle var olan sorunları çözeceğiz. Önder Apo’nun felsefesine ne kadar bağlanırsak o kadar başarıya ulaşırız. Tek bir başarı yolu var; O da Önder Apo hattıdır. Çözümün tek anahtarı Önder Apo’dur. Önder Apo dışında çözüm olabilecek kimse yok.    Tahliyeye yakın süreç nasıl geçti?     2 arkadaşla aynı odada kalıyorduk. Dışarının hayalini kuruyorduk, neler göreceğiz, nasıl olacak... Bir tek onlar değil, diğer arkadaşlar da kutluyordu. Bazı arkadaşlar semaverde yemek yapıyordu, gönderiyordu. Kimisi tatlı yapıp gönderiyordu. Kimisi dışarıdaki arkadaşlara selam gönderiyordu. Duygu açısından çok dolu bir haftaydı. 30 yıldaki anılarımızdan bahsettik, birbirimize anlattık. 30 yıl, son bir haftada gözümüzün önüne geldi. Arkadaşların notu, mektubu, sohbeti … bu şekilde geçirdim son haftayı. Duygu açısından çok ağır bir haftaydı. 30 yıl çıkacağın anı bekliyorsun ama bir taraftan da ruhun orada kalıyor.    Tahliye sonrası GGM'ye, daha sonra paramiliter güçlere teslim edildiniz. Orada nasıl karşılandınız?    Aslında tutukluluğum 30 yıl 13 gün. Çünkü 12 gün GGM'de kaldım. Orası zindandan daha kötüydü. Bir gün de çetelerin elinde kaldım. O yüzden 30 yıl 13 gün. O 13 gün, 30 yıldan daha kötüydü. Orada her milletten insan var. GGM'de hiçbir insan hakkı yok. İstediğin bir şeyi onlar istemiyorsa, özel güvenlik işkence ediyor. Herkesi hakaretle, küfürle korkutmaya çalışıyorlar. Beni çetelerin eline teslim ettikleri zaman çete, “Nereden geliyorsun, niye geliyorsun?” diye sordu. Ben de, “Buralıyım, beni geri gönderdiler” dedim. Fazla bir şey demediler. Sadece 14 kişiyi küçük bir odaya koydular. İçlerinde tek siyasi olan bendim. 24 saatin sonunda bıraktılar.    Sonrasında doğduğunuz toprağınıza döndünüz. Nasıl bir histi?         30 yıl önce beni Türkiye’ye geçiren arkadaş, 30 yıl sonra beni karşılamaya gelmişti. O dönemin arkadaşlığını, hayatını, anılarını hatırladım. Bir aya kadar da her şey hayal gibi geldi. Çıktıktan sonra Rojava’daki inşayı nasıl ileriye taşıyabiliriz diye çok düşündüm.    Cezaevinden çıktıktan sonra Rojava’ya gittim. Arkadaşlarımı bir arada gördüm. Rüya mı, hayal mi? diye soruyor insan kendine. Bu duruma kolay kolay inanılamıyor. 30 yıl içeride 30 arkadaşla kalıyorsun, dışarıya çıkınca on binlerce insanı görüyorsun. Her biri ayrı bir coşkuyla seni karşılıyor. O yüzden insan 'gerçek mi, rüyamı?' diye kolay kolay inanamıyor. Dışarıda olanlardan haberimiz oluyordu. O yüzden şok geçirdiğim bir şey oldu diyemem. Kardeşim ve oğlu beni karşılamaya gelmişti. Yeğenimi tanıyamadım. Başka bir genç de “Apo (amca) nasılsın?” diye sordu. Anladım ki yeğenimdir. 30 yıl önce gördüğüm yurtsever arkadaşlarımı gördüm. Bir tesadüfü anlatmak istiyorum; 30 yıl önce beni Türkiye’ye geçiren arkadaş, yine 30 yıl sonra beni karşılamaya gelmişti. 30 yıl gördüğüm arkadaşlarımla geçmiş anıları hatırladık, konuştuk. O dönemin arkadaşlığını, hayatını, anılarını hatırladım. Bir aya kadar da her şey hayal gibi geldi. 1 ayın sonunda gerçek olduğunu anladım. Çıktıktan sonra Rojava’daki inşayı nasıl ileriye taşıyabiliriz diye çok düşündüm. İnsan bunları daha çok düşünüyor.    Dışarıda alışamadığınız şeyler neler oldu?    Cezaevine girdiğim zaman doğru düzgün telefon yoktu. Hala alışamadım, kullanamıyorum. Acayip geliyor. Sadece yazabilecek kadar biraz bilgisayarı öğrendim. İnsanın kullanabilmesi iyi ama çok kötü yönleri de var. Kullanmayı da düşünmüyorum. Devrime zarar verebilir. Devrim olana kadar kullanmamak gerek. Dışarıya çıktıktan sonra acayip gelen bir şey olmadı. Ama Önderliğin Kürtlerin önderi olmaktan çıktığını, farklı halklar tarafından da benimsendiğini görmek beni çok etkiledi.    Şu an neler yapıyorsunuz?    Şuan geziyorum. Bir şiirimde de söylemiştim; horozların, tavukların sesini unutmuşuz. Rojava’da konuştuğumuz dili unutmuştum. Bunun için utandım. Zindanda konuşmaya konuşmaya Arapça’yı unuttum. Şimdi yeniden alışmaya çalışıyorum. Zamanımı gezmekle, sohbetle, yeni tanışmalarla geçiriyorum. Halkın, arkadaşların içinde geziyorum. Dışarıya çıktıktan sonraki süreç böyle geçiyor.    Önümüzdeki sürece dair neler söylemek istersiniz?       Özgürlük için bedel verilmesi gerekiyorsa verilmeli. Hiçbir şey toplumun özgürlüğünden önemli değil. Bu devrim halkın devrimi. Devrimi sahiplenmemiz gerekiyor. Önder Apo ve felsefesi Kürt halkı için son şans.    Kadınlar, çocuklar, gençler olarak her yerde daha çok devrime katılmamız gerekiyor. Özgürlük için bir bedel verilmesi gerekiyorsa, verilmeli. Zindan olsun, şahadet olsun, ne olursa olsun. Hiçbir şey toplumun özgürlüğünden önemli değil. O yüzden başta Önderliğin üzerindeki ve toplumun üzerindeki tecrit için pasifliği kırmamız gerekiyor. Onu, kendini yakarak yapmamak lazım. Kendini yakacağına düşmana zarar ver. Önderlik insanların kendisini yakmasını kabul etmiyor. Kendini yakabilecek irade olan bir insan çok şeyi başarabilir. Önderlik insanların kendini yakmasını değil, başarı istiyor. Bugün her yerde bizi öldürüyorlar. Bizim de her yerde başarıya ulaşmamız gerekiyor.    Bu devrim halkın devrimi. Eğer biz de kendimizi halktan görüyorsak genç, yaşlı, çocuk demeden bu devrimi sahiplenmemiz gerekiyor. Ölümden, tutuklanmaktan korkmamamız gerekiyor. Ben 30 yıl cezaevinde kaldım. Ama şu an dışarıdayım. Yine halkımın, arkadaşlarımın, sevdiklerim arasındayım. İnsan ölüyor ama tarihte yaşıyor. Kaç yıldır Önderliğin sesini alamıyoruz. Bu da bizim eksikliğimiz. Hepimiz Önderliğin karşısında suçluyuz. Bu eskiden eksiklikti ama şimdi suç. Kendimizi Önder Apo’ya affettirmek için başarıya ulaşmamız gerekiyor. Başka yolu yok. Önder Apo ve felsefesi Kürt halkı için son şans. Bu şansı iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Önder Apo kendini tarihe ispatladı. Bizim de başarıyla kendimizi ispatlamamız, Önder Apo'ya affettirmemiz gerekiyor.    MA / Rukiye Adıgüzel