Şeker: Heyetlerle birlikte tecride karşı mücadele edeceğiz 2023-02-05 09:15:19   AMED - Tecride Karşı Uluslararası Delegasyon ile yürütecekleri çalışmalara dair konuşan ÖHD Eş Genel Başkanı Bünyamin Şeker, "Gelen heyetlerle birlikte, ülkelerindeki kurumlar ve baroları sürece dahil ederek mücadele edeceğiz" dedi.    Uluslararası komplo ile 15 Şubat 1999'da Türkiye'ye getirilen ve 24 yıldır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 22 aydır haber alınamıyor. Öcalan’ın yanı sıra aynı cezaevinde tutulan Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım da ne avukatları ne de aileleriyle görüştürülmüyor. Aile ve avukatların görüş başvurusu her seferinde çeşitli gerekçelerle reddedilirken, Adalet Bakanlığı ise sessizliğini koruyor.    Avrupa’nın 7 ayrı ülkesinde aralarında gazeteci, hukukçu ve insan hakları savunucularının da olduğu 36 kişilik “Tecride Karşı Uluslararası Delegasyon” 25-28 Ocak’ta Amed, Ankara ve İstanbul'da birçok kurumla bir araya geldi.    Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Eş Genel Başkanı Bünyamin Şeker, delegasyonun yaptığı ziyaretler ve sonrasında izlenecek yola dair Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.    Uluslararası komplo 24’üncü yılını geride bırakırken, Öcalan ve diğer 3 tutukludan uzun bir süredir haber alınamıyor. İmralı’daki tecrit sistemi nasıl bir aşamaya ulaştı?   Şimdiki durumu, 1998'de başlatılan uluslararası komplonun derinleşmiş hali olarak değerlendirmek gerek. Uluslararası komplo, 24'üncü yılında bütün etkileriyle halen bir şekilde sürdürülmeye çalışılıyor. 22 aylık haber alınamama halini de komplonun devamı olarak değerlendirmek gerekiyor. Başından itibaren Sayın Öcalan'a İmralı Ada Hapishanesi'nde özel bir rejim uygulanıyor ve özel bir 'hukuk'a tabi tutuluyor. Ağırlaşan tecrit, haber alamama, görüşmelerin kesilmesi gibi devam eden mevcut durum uluslararası bütün paydaşların katkısıyla sürdürülüyor.    Uluslararası hukuk bu “özel rejimin” neresinde yer alıyor?       İmralı Cezaevi’nde hukuki bir norm içinde değerlendirebileceğimiz bir sistem, bir yapı, bir statü söz konusu değil. Bu nedenle ne vicdan, ne ahlak, ne de hukuk bunu açıklayamaz   Biz ve Asrın Hukuk Bürosu, raporlarla ve yapılan başvurularla mevcut durumun hukuk normları içerisinde açıklanamayacağını vurguluyoruz. Artık bu söylemi aşan bir noktadayız. Süreç hukuk çerçevesinde değerlendirilmeyeceği gibi, devletin herhangi bir hukuki norm veya mantıkla hareket etmediği deklere edilmiş durumda. Anayasa’da ceza muhakemesi kanununda, infaz rejiminde herhangi bir yerde bu denli uzun süreli bir yasaklama ya da disiplin cezası söz konusu değil. Böylesi bir düzenleme söz konusu olmadığına göre mevcut durumun da hukuka uygunluğunu tartışmak devlet nezdinde ayrı bir meşruiyet kazandırıyor. Çünkü bu tamamıyla devletin tecrit sistemini, ‘yönetim’ olarak devreye soktuğunun göstergesidir. Sayın Öcalan’ın 22 aydır hiçbir şekilde aile, avukat, siyasi, uluslararası bir heyetle herhangi bir görüşmesi, teması söz konusu değil. Yine yanındaki 3 tutsak da 2015'ten bu yana herhangi bir avukatla görüşememiş. İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde hukuki bir norm içinde değerlendirebileceğimiz bir sistem, bir yapı, bir statü söz konusu değil. Bu nedenle ne vicdan, ne ahlak, ne de hukuk bunu açıklayamaz.    Yargı kurumlarına ve ilgili siyasi muhataplara çeşitli başvuruları oluyor. İktidar ve yönetimindeki Adalet Bakanlığı’nın sessizliğini nasıl yorumluyorsunuz?   2 yılık süre zarfında binlerce avukat, hem Türkiye, hem de uluslararası yargı mekanizmalarına başvuru yaptı, onlarca siyasetçinin başvurusu var. Yine Asrın Hukuk Bürosu'nun yüzlerce başvurusu var. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir sistem yok. Zaman zaman İmralı Ada Hapishanesi'ni statüsüz bir yer olan Guantanamo'ya benzetiyorduk ama Guantanamo’da mahkeme adına görüşmeler yapılabiliyordu. Statüsüz, hukukun işlemediği bir yer ama o koşullarda bile ‘savunma hakkı’ çerçevesinde avukat görüşleri yaptırılıyordu. İmralı Ada Hapishanesi’nde dünyada eşi benzeri görülmemiş bir sistem uygulanıyor. Sayın Öcalan, tamamen dış dünyadan izole edilmiş, bağlantısı kesilmiş bir sistemin içinde. 2019 yılında AKP hükümetine bağlı atanmış bir Adalet Bakanı, "Öcalan'la avukat görüşmesinin yapılmasının önünde herhangi hukuki engel söz konusu değildir" söyleminde bulunmuştu. Bu devlet nezdinde, hukuk alanında en yüksek noktadan yapılmış bir açıklamaydı. Ona rağmen 2019'dan 2023'e geldiğimizde herhangi bir avukat görüşmesi yapılmadı. Sadece pandemi döneminde Sayın Öcalan ile istisnai bir telefon görüşmesi yapıldı. Bu Adalet Bakanlığı'nın inisiyatifi ile açıklanamaz. Nelson Mandela cezaevindeyken, avukatlarıyla görüştürülmüş. Aslında dünyada bu sistemin bir örneği yok. Devletin keyfiyetçi, politik yaklaştığı ortada. Tecrit, özel hukuk rejimi ve kişiye özel yasa söylemlerini bizzat bu devlet literatüre soktu.     “Tecride Karşı Uluslararası Delegasyon” Amed, İstanbul ve Ankara’da ziyaretlerde bulundu. Delegasyonun önümüzdeki sürece dair bir planı var mı?       Heyet, TBB'yi ziyaret etti, Adalet Bakanlığı'ndan randevu talep etti maalesef Adalet Bakanlığı dönüş yapmadı. CHP ile görüşmek istediler CHP randevu vermedi.     Bu delegasyonun nasıl oluştuğunu vurgulamak gerekiyor. 355 avukat Avrupa'da, “Tecridin son bulması ve Sayın Öcalan ile görüşmek” istediklerine dair Adalet Bakanlığı'na bir mektup gönderdi. İstanbul'da temaslarda bulunan heyetin bazı üyeleri Adalet Bakanlığı'na başvuruda bulunarak, çağrıda bulundu. Aynı zamanda Türkiye'de 775 avukatın yaptığı başvuruya dair, kendilerinin de bu başvuruyu desteklediğini ve avukatların yanında olduklarına dair açıklama yaptılar. Zaman zaman basına da yansıyan bazı tartışmalarda uluslararası bu bileşenin çalışmaları devam edeceği, farklı etkinlikler düzenleyerek tecrit sisteminin son bulması için bizlerle birlikte her türlü yol ve yöntemi zorlayacaklarını ifade ettiler. Bu anlamda içerisinde 30'u avukat, 2'si gazeteci ve 4 siyasetçinin olduğu 36 kişilik heyet, 25-28 Ocak tarihlerinde İstanbul, Diyarbakır ve Ankara'da birçok kurum, siyasi parti ile bir araya gelerek görüş alışverişinde bulundu. Türkiye Barolar Birliği’ni (TBB) ziyaret ettiler, Adalet Bakanlığı'ndan randevu talep ettiler maalesef Adalet Bakanlığı dönüş yapmadı. CHP ile görüşmek istediler, CHP randevu vermedi. Bu da heyetin sadece gelip burada belli kurumlarla görüşmek istemediğinin bir ispatı aslında. Temel perspektif şuydu; Türkiye halkları için tecrit ne anlama geliyor, neden son bulması gerekiyor, hukuken neler yapılıyor? Çünkü barolarla görüştüler, bölgede görüşmeler yaptılar, Kurdi siyasi partilerle görüşmeler yapıldı. Heyetin amacı meseleyi yerinde görmek, bunu gördükten sonra da ileriki süreçlerde ‘daha farklı hangi başvurular yapılabilir, hangi mekanizmalar işletilebilir?’ üzerine ortaklaşma sağlamaktı.    Delegasyon bu ziyaretlerin ardından 28 Ocak’ta İstanbul'da ortak bir forum gerçekleştirdi. 3 heyetin gözlemcileri, tespitlerini forumla kamuoyuyla paylaştılar ve sonrasında ileriye dönük yol haritası çıkarmak için tartışmalar yürütüldü. Bir sonuç bildirgesi de yayınlandı. Heyetin tartışmalarında en çarpıcı noktalardan biri, tecrit ile ilgili Avrupa’nın tutumuna dair eleştiriydi. Avrupa devletlerinin, insan haklarını savunan devletlerin kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda Türkiye'nin bu hukuksuzluklarına göz yummaması gerektiğini, insan hakları olgusunun evrensel bir ilke ve bunun herhangi bir çıkara kurban edilmemesi noktasında çağrıda bulundular. Gittikleri ülkelerde de açıklamalar yaptılar. İtalya'da, Roma Barosu'nda bir basın toplantısı düzenledi ve gözlemlerini paylaştılar. Cenevre'de başka yerlerde buna benzer açıklamalar yapılacak. Biz de onlarla ortaklaşarak, daha farklı neler yapabiliriz tartışmasını yürütmeye devam edeceğiz. Bir yol haritamız şekilleniyor. Bu uzun vadeli bir ortaklaşma olacak, hukuk mekanizması içerisinde birlikte nasıl bir yol yöntem izleriz ve bu süreci sonlandırırız çabası içerisinde olacağız.     Komplo uluslararası bir organizasyon olması itibariyle tecride karşı uluslararası bir dayanışmanın önemi de ortaya çıkmış oluyor. Nasıl bir dayanışma ortaya çıktı?       Türkiye'de yaşanan uygulamaların iyi anlatılması gerekiyor. Heyet bu ziyaretlerinin sonucunda şunu net bir şekilde ifade etti: 'Bize oradan bu durum farklı anlatılıyordu. Bugün meselenin ne olduğunu daha iyi gördük.'   Tecrit meselesi çok boyutlu bir mesele. Uluslararası komplo bugün halen devam ediyor. Şunu görmek gerekiyor; bu komploda payı olan uluslararası güçlerin de kendi ülkelerinde teşhir edilebilmesi için bu sistemin iyi anlatılması gerekiyor. Türkiye'de yaşanan uygulamaların iyi anlatılması gerekiyor. Heyet bu ziyaretlerinin sonucunda şunu net bir şekilde ifade etti: 'Bize bu durum farklı anlatılıyordu. Bugün meselenin ne olduğunu daha iyi gördük. Sayın Öcalan'ın halklar için ne ifade ettiğini, Sayın Öcalan'ın söylemlerinin, sisteminin ne anlama geldiğini, tecrit sisteminde Türkiye'nin politikalarının hukuken neye tekabül ettiğini, siyasi olarak neye tekabül ettiğini daha iyi anladık. Daha iyi gözlemleme imkanımız oldu.'    Uluslararası heyetlerin, tecridi yerinde görerek, raporlaştırarak uluslararası kurumların dikkatine sunması, Adalet Bakanlığı'nın zaman zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Birleşmiş Milletler (BM) ya da Avrupa Konseyi’ne verdiği cevaplarda yalan beyanlarda bulunduğunu da tespit etmeleri gerektiğine inanıyoruz. Bu temelde buradaydılar. Biliyoruz ki, kendi ülkelerinde yapacakları çalışmaları, yayınlayacakları raporları, yazacakları yazıları daha doğru bilgilerle yayınlayacaklar. Bu noktada uluslararası heyetlerin ziyaretlerinin önemini vurgulamak gerekiyor.    Öte yandan komploda payı olan uluslararası güçler, aynı zamanda Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nde (CPT) söz sahibi olanlardır. CPT ve AK'nin bir parçasıdırlar. O ülkelerden gelen insanlar da buradaydı. Şimdi bu süreci kendi ülkelerinde daha iyi anlatabilecekler. Ülkelerinin refleks geliştirebilmesi için daha iyi sonuçlar doğurabilecek, başvuru mekanizmalarını kullanacaklar. Biz de onlarla birlikte bu başvuru mekanizmalarında nasıl yer alabiliriz üzerine tartışıyoruz. Bütün bunlar sonuca gitmemiz için. Çünkü bu süreç sadece Türkiye'deki hukukçuların başvurularıyla maalesef sonuca gitmiyor. 2014 yılında verilen ihlal kararının hala sonuca varmaması, AİHM'in 2014 başvurularını hala karara bağlamamış olması bunların somut göstergesi. Buradan bizim yaptığımız başvurular ve işlettiğimiz süreç yeterli olmuyor. O nedenle uluslararası kamuoyunun bu konuda kendi sorumluluğunu, misyonunu oynaması gerekiyor. Gelen heyetlerle birlikte, ülkelerindeki kurumları, baroları sürece dahil ederek ve sonuç alacak yol ve yöntemler için mücadele edeceğiz. Dostlarımızın yanımızda olacağından hiçbir şüphemiz yok.    MA / Müjdat Can - Bazid Evren