Komisyonun 10'uncu toplantısı sona erdi: Etkili adımlar atılsın 2025-09-17 21:18:35   ANKARA - Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nda konuşan akademisyenler, sürecin başarıya ulaşması için taleplerin karşılanması gerektiğine işaret ederek etkili adımların atılması çağrısı yaptı.    Kürt meselesinin demokratik çözümü için Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun 10’uncu toplantısı 2’nci oturumu ile son buldu. Oturumda çatışmalı süreçleri takip etmiş, dünya deneyimleri üzerine araştırmalar yapmış akademisyenler dinlendi. İkinci oturumun ilk sözünü alan Fatih Ulusoy, Filipinler örneğini anlatarak orada gerçekleştirilen silahsızlanma sürecinde yaşananları anlattı. Ulusoy, Filipinler’de yürütülen sürece Türkiye’nin başkanlım ettiğini de hatırlatarak süreçten örneklerin iyi okunması gerektiğini belirtti.   ‘ÇATIŞMA SÜRECİ KAYNAKLARI KURUTUYOR’   Sonrasında söz alan Doç. Dr. Vahap Coşkun, çatışmalı sürecin Kürtler ve Türkler arasındaki sosyal hayattaki bağları zayıflattığını Türkiye’nin ekonomisine, eğitimine, sağlığına ve altyapısına harcanması gereken kaynakları kuruttuğunu belirterek, “Siyasette kutuplaşmayı keskinleştiriyor ve makul çözümlerin bulunmasını güçleştiriyor. Hukukta temel hak ve hürriyetlerin çıtasını hep aşağıya çekiyor ve hukuksuzluğu üretiyor. Dış politikada ise Türkiye'yi yumuşak karına dönüştürüyor. Türkiye'yi istikrarlılaştırmaya veya güçlü bir aktör olmasını engellemeye niyet edenler bu mesele üzerinden Türkiye'nin hareket sahasını daraltmaya, hamle sayısını azaltmaya çalışıyorlar. Artık tamamı bir hal alan tahribatlar bir bütün olarak düşünüldüğünde denilebilir ki Kürt meselesinin Türkiye'de rejimin kalitesini belirlemeye başladığıdır” diye konuştu.   ‘SİYASİ ÇEKİŞMELERE KURBAN EDİLMEMELİ’   Sürecin gündelik siyasi çekişmelere kurban edilmemesinin önemine dikkat çeken Coşkun, “Toplumun bugünün geleceğini biçimlendirme potansiyelini taşıdığından daha geniş bir perspektifle daha tarihsel bir bakışla ele alındığına şu iki hususu akılda tutmak gerekir; Birincisi Kürt meselesi benzeri etnopolitik bir sorunla dünyada sadece Türkiye'nin meşgul olmadığı bir sorundur. Hem bir önceki oturumda hem de şimdiki oturumda hocalar birçok örnek verdiler. Dünyanın pek çok yerinde siyasi toplulukların bu türden sorunlarla boğuştuklarını gösterdiler. Etnopolitik meselelerle yüzleşmek ve bu türden meseleleri siyasi müzakerelerin meşru ya da gayri meşru bir parçası saymak bu çağda bir istisna değil, bir norm, bir kaza değil, bir kuraldır. Ez cümle, etnopolitik meselelerin mevcudiyeti ergensel bir nitelik taşıyor. Zira nerede olursa olsun eğer bir toplumsal kesim dışlandığını ve mağdur olduğunu hissederse bir direnç gösterir. Bu direnç bazen şiddeti içermez ve şiddetsiz bir çatışma olarak demokratik alanda cereyan eder. Ama bazen de şiddette bulanır ve kanlı bir çatışmaya zemin hazırlar. Bir çatışma başladıktan sonra bir takım talepler gündeme gelir ve çatışmanın bitmesi bunların karşılanmasına bağlıdır” diye belirtti.   ‘TEMEL TALEPLER ANADİL, ANAYASA VE YEREL YÖNETİMLER’   Türkiye’de yürütülen süreçte de temel 3 talebin olduğu vurgusunu yapan Coşkun, “Bir tanesi anadil hakkının öncelikle eğitimde olmak üzere kullanımı. İkincisi, demokratik ve eşitlikçi bir Anayasa vatandaşlık anlayışının geliştirilmesi, üçüncüsü ise daha güçlü bir yerel yönetim sisteminin kurulmasıdır. Çözüm uzun vadede bu talepleri karşılayacak yasal ve anayasal değişiklikler hakkında asgari bir mutabakatın oluşmasıyla bulunacaktır. İkinci husus dünya tecrübelerinden ilgili dersleri çıkartmakla birlikte kendi tecrübelerimizin ve kıymetini bilmemizdir. Türkiye PKK ile ilk defa süreci denemiyor. 1993'te rahmetli Turgut Özal'ın ilk girişiminden bu yana devlet birçok kez görüşmeler yoluyla silah tutan bir örgüt ile görüştü. Süleyman Demirel'den Tansu Çiller'e, Necmettin Erbakan'dan Mesut Yılmaz'a, Bülent Ecevit'ten Recep Tayyip Erdoğan'a kadar bütün iktidarlar döneminde örgüt silah tutan bir durumdaydı. Her ne kadar bu girişimlerden beklenen netice elde edilmemişse de ciddi bir birikim oluşmuş durumda” dedi.   ‘İKTİDAR KOMİSYONUN ZEMİNİNİ GÜÇLENDİRMELİ’   Coşkun, komisyonun “bir hukuki mutfak gibi” çalışması gerektiğini ve sürece dair içerikler geliştirmesi gerektiğini, iktidarın ise yerine getirmesi gereken önemli sorumlulukları olduğuna vurgu yaparak devamla şunları söyledi: “İktidar komisyonun zeminini güçlendirmeli. Sürecin toplumsal desteğini büyütecek şekilde hareket etmelidir. İktidarın hızla atabileceği bazı adımlar söz konusu. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarının gereğinin yerine getirilmesi, kayyum uygulamasına son verilmesi ve kayyum atanan belediyelerin seçilmiş başkanlarının görevlerine iade edilmesi, hasta hükümlülerin ve tutukluların tahliye edilmesi, belediye başkanları ile ilgili olarak sürdürülmekte olan kovuşturma ve soruşturmaların en kısa sürede bitirilmesi. Yine cezaevi idarelerinin keyfi ve hukusuz tutumlarıyla kişilerin denetimli serbestlikten yararlanma ve cezaevlerinden ayrılma taleplerinin reddedilmesinin önlenmesi. KHK'lar eli ile bir sivil önünü terk edilenlerin mağduriyetlerinin giderilmesi, umut hakkına dair bir hukuki düzenleme yapılması bu kapsamda değerlendirilebilir. İktidarın bunları yapması halinde hem bazı kesim sürece karşı itirazları ortadan kalkmış olur. Hem de toplumun tamamında sürecin herkes için faydalı sonuçlar ürettiğine dair olan inanç güçlenir. Bu da komisyonun zeminini de, elini de, çalışmalarını da kuvvetlendirir.    TÜRKİYE KORKULARINI BİR KENARA BIRAKMALI   Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün Suriye'de kalıcı barışın Türkiye'nin en büyük arzusu olduğunu ifade etti. Bana göre Türkiye'de de, Suriye'de de kalıcı barışın yolu bu süreçle doğrudan irtibatlı buluyor. Eğer bu süreçte menzile varılırsa, kalıcı barış için dev bir adım atılmış olur. Bugün Türkiye'nin önünde tarihi bir fırsat var. Daha önce hiçbir noktaya varılmamıştır.  Türkiye yıkıcı korkularını bir kenara koymalı, Kürt meselesinin içte ve dışta kendisini rehin almasına son vermeli ve kurucu bir cesaretle kalıcı bir barışı inşa etme gayesi göstermelidir. Bunu gerçekleştirilebilecek iradeye de, bilgiye de, bilime de sahip olduğumuzu belirtmek isterim.”   Sonrasında konuşan Prof Dr. Deniz Ülke Kaynak, Türkiye dışında bulunan bölgeler için de barışın istenmesi gerektiğine işaret ederek Türkiye yurttaşlarının adalet ve demokrasi taleplerine dikkat çekti. Kaynak, buna bağlı olarak yeni Anayasa tartışmaların yapılmasını ve bu taleplerin dikkate alınması gerektiğini belirtti.    ‘İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ DURUM NEGATİF BARIŞTIR’   Arından Prof. Dr. Talha Köse ise bir sunum gerçekleştirerek şunları kaydetti: “Negatif barış, en yalın haliyle doğrudan şiddetin yokluğunu ifade eder. Yani taraflar arasında silahların susması, çatışmaların sona ermesi, savaşın bitmesi bu kavrama girer. Pozitif barış, yalnızca çatışmasızlık hali değil; aynı zamanda adaletin tesisi, toplumsal güvenin inşası, eşitliğin kurumsallaşması ve farklı kimliklerin bir arada barış içinde yaşayabilmesi demektir. Şu an içinde bulunduğumuz durum negatif barıştır. PKK’nın kendini feshetmesi ve silahları bırakma kararı alması negatif barışın gerçekleştiğini göstermektedir. Ancak pozitif barışın inşası için daha etkili adımların atılması gerekmektedir.”   Sonrasında Hüseyin Oruç da hazırladığı sunumu paylaşarak aktarımlarda bulundu.    Komisyon 11’inci toplantısını yarın saat 11.00’de gerçekleştirecek.