Öndül: DGM’lerde ‘kanunilik’ vardı, bugün belirsizlik

img

ANKARA - Sıkıyönetim ve DGM dönemleri için “Bazı açılardan kanunilik vardı” diyen 40 yıllık hukukçu ve insan hakları savunucusu Hüsnü Öndül, “Şimdi ise belirsizlik var. Bu belirsizlik keyfiliği sınırsızlaştırıyor” dedi. Öndül, siyasal iktidarların hakikatten korktuğunun altını çizdi.

İnsan hak ihlalleri, hızından bir şey kaybetmiyor; azalmıyor, tam aksine daha da artıyor. Hatta bazı uygulamalarıyla geçmişe rahmet okutuyor. Günümüz, tüm zamanların ihlallerini aratmıyor. İhlaller, köpekli işkenceden helikopterden atmalara vardırıldı. İşkenceyi, ihlalleri belgeleyen gazeteciler hedefe konularak, baskı altına alınıyor. Hiçbir sonuç vermeyen, sorunu ağırlaştırmaktan öteye hiçbir etkisi olmayan siyasilere operasyonlardan hala medet umuluyor. Yargı tamamen iktidarın ağzından çıkana bakıyor; hukuk ayaklar altında sürünüyor. Ülkenin ihlal tablosu ise karanlık. Son veri olarak İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun “Ağustos 2020 Hak İhlali Raporu”na göre, 275 kişinin yaşam hakkı ihlal edildi, 5'i çocuk 208 kişi ise işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. 
 
Türkiye’nin bu “ihlal” halini, 40 yıllık hukukçu, insan hakları alanının önde gelen isimlerinden Hüsnü Öndül ile konuştuk. İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) bağlı İnsan Hakları Akademisi Başkanı Öndül’e göre, mesleğe başladığı 80’li yıllar ile günümüz Türkiye’sinin “işkence yönetimi” arasında bir fark yok.
 
 Türkiye’de işkence ve kötü muamele uygulamalarında bir artış var. Van’ın Çatak ilçesinde iki yurttaşın helikopterden atılması, Diyarbakır’da köpekli işkence vakaları gibi. Yeniden 1980-1990’lı yıllara mı döndük?       
 
Öz itibariyle değerlendirecek olursak aslında değişiklik yok. O zaman da karşımızda işkenceci bir yönetim vardı, bugün de böyle bir yönetim var. 12 Eylül 1980 darbe dönemi, 1990’lı yıllar keyfilik ve işkencenin sistematik olarak uygulandığı yıllara tekabül ediyor. Avrupa Birliği (AB) süreciyle birlikte hem gözaltı süresi 24 saate indirildi hem avukat görüşmesine imkan sağlandı. AB uyum reformlarının sağlandığı 2000-2004 ve 2005 yıllarını kapsayan reformlar döneminde yani Kopenhag Siyasi Kriterleri’ne uyum döneminde neredeyse gözaltında kaybetmeler sonlandırıldı. 2000-2004 yılları arasında İnsan Hakları Derneği’nin kayıtlarına baktığımızda bunun tekil hadiseler haline geldiğini ve o dönemle ilgili kayıp hadiseye rastlanmadığını gözlemliyoruz. Yaygın bir biçimde de yeterli olmasa da işkencenin sistematik olmaktan çıkarılması için adımlar atıldığını gözlemliyoruz.   
 
İşkencenin sistematik olması, kasıtlı, yaygın yapılması ve cezalandırılmaması demek. Bunun sadece belirli dönemlerde değil daimi olarak yapıldığı anlamına gelir. Şimdi bu açıdan baktığımızda 1980-1990’lı yıllara döndüğümüzü görüyoruz. Hem gözaltında kayıp vakalarına rastlıyoruz, 1990’lı yıllarda olduğu gibi helikopterden atılma bunun tipik örneğiydi.     
 
 Van’ın Çatak ilçesinde yaşanan helikopterden atılmasına karşın valilik “kayalıklardan düşüldüğü” yönünde açıklama yaptı. Ancak hastane raporları, tanıklar, mağdurların anlatımları gerçeği ortaya çıkardı. Nasıl bir süreç içindeyiz?
 
Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağlu köyleri 26 Mart 1994’te bombalandığında o zamanki güvenlik bürokrasi ya da istihbarat bürokrasisi dönemin başbakanı Tansu Çiller’e “PKK’nin helikopterleri bombaladı” dedirtmişti. Rahmetli Diyarbakır Barosu Başkanı Tarih Elçi’nin uğraşları sonucunda AHİM karar verdi. Elçi, 2013 yılında Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün bir raporunu elde ederek o tarihte Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) bağlı uçakların iki köyde bombalama yaptığını, o tarihte uçuk gerçekleştirdiğini saptadı ve AİHM de bu doğrultuda karar verdi. Dolayısıyla geçmişe döndük. Kısmi geçici dönem için işkence uygulamalarında bir hafifleme görüyorduk o dönem ortadan kalktı. Dolayısıyla bugünkü pratiği 1980-1990’lı yıllarda da zaten gerçekleştirilmiş pratiklerle birleştirmek gerekiyor. Kısa bir dönem AB sürecinde nefes alır gibi olduk şimdi 80-90’lardaki boğucu baskılar devam ediyor. Bunun başka alanlarla da birleştirmek gerekir.
 
Bahsettiğiniz AB uyum reform ara döneminde işkence ve kötü muamele uygulayanlara yönelik herhangi bir cezai işlem uygulanmaması bugün benzer politikaların devam etmesine mi neden oldu?      
 
Tabi ki. Ben İnsan Hakları Derneği’nin o dönem genel başkanıydım. Bu nedenle de Türkiye’nin hükümet temsilcileriyle, bakanlarıyla ve AB temsilcileriyle çok sık görüşmüş birisiyim. O döneme dair birçok rapor hazırladık, Kopenhag Kriterleri doğrultusunda her ne kadar da eleştirsek de Türkiye’de 4 ayrı yasada 40’tan fazla maddede ölüm cezası öngörülüyordu. Ölüm cezası Türkiye yasalarından o dönemde ortadan kalktı. AB adaylık sürecinde olumlu adımlar atıldı. Çünkü o dönemde yarım yamalak da olsa Türkiye’yi yöneten bürokratik kadrolarda AB standartlarını benimseme eğilimi gözlemlenmiştir. Bunun ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu şu yaşadığımız dönemde gözlemliyoruz. Yani tekrar idam tartışmaları, tekrar ifade özgürlüğüyle ilgili tartışmalar… 
 
 Helikopterden atılma bir insanı yargısız infaz demektir, bunu gerçekleştiren kamu görevlilerin cezalandırılması gerekir, fakat bu haber nedeniyle gazeteciler cezalandırılıyor. Tıpkı MİT TIR’ları davasındaki gazetecilerin cezalandırılması gibi. Siyasal iktidarlar hakikatten korkar.
 
 Bugün bakıldığında işkenceyi ya da hak ihlalini ortaya çıkaran gazetecilere yönelik gözaltı ve tutuklama tehdidi var. Ajansımız muhabirlerinin de yer aldığı 4 gazeteci gözaltına alındı…
 
Bir örnek daha verelim… Şebnem Korur Fincancı, Cizre’deki binaların bombalanması ve yüzlerce insanın katledilmesi döneminde bir bebeğe ya da bir çocuğa ilişkin bir kemik bulmuştu. Barış bildirisinde yargılandığı dava dosyasına o kemikle ilgili demeçteki beyanları da aleyhine konulmuştu. Yani kamu görevlileri için onların aleyhine suç delili olacak bir şey daha doğrusu gerçeğin delilini ortaya çıkarmak kişilerin aleyhine kullanılıyor. Bu olay da böyle. Yani helikopterden atılma bir insanı yargısız infaz demektir, bunu gerçekleştiren kamu görevlilerin cezalandırılması gerekir fakat bu haber nedeniyle gazeteciler cezalandırılıyor. Tıpkı MİT TIR’ları davasındaki gazetecilerin cezalandırılması gibi. Bu nedenle hakikat önemlidir. Hakikatin ne olduğu önemlidir. Siyasal iktidarlar hakikatten korkar. 
 
İfade özgürlüğü konusundaki ihlallerin de her geçen gün arttığını insan hakları örgütlerinin hazırladığı raporlardan okuyoruz. Bizzat yaşıyoruz…. Bu konuda kitaplar ve raporlar hazırlayan biri olarak Türkiye’yi hangi noktada görüyorsunuz?
 
Çok kötü bir dönem yaşıyoruz. İnsan hakları savunucuları tarafında da sık sık gündeme getiriliyor. Sosyal medya paylaşımları nedeniyle ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret etme’ gerekçesiyle açılan soruşturma sayısı 36 bin civarında. Sosyal medya paylaşımları nedeniyle Türkiye’nin birçok yerinde insanlar gözaltına alınıyor, haklarında soruşturmalara açılıyor. Yüz civarında da gazeteci içeride. Türkiye hem AİHM kararlarına uymuyor. AİHM’in nadiren verdiği 18’inci madde ihlaline -ki Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş örneğinde gördük- uyulmuyor. Yani ifade özgürlüğüyle ilgili kişiyi alır gibi gözüküyorsunuz, mevzuatta uygulamada böyle zannediliyor ama halbuki başka bir amaç nedeniyle kişiyi susturmak, siyasal mücadelesin engellemek amacıyla hakkında soruşturma açıyorsunuz. AİHM 18’inci madde ihlali ‘suçlu olduğu için değil kişinin kendisi çalışmalarıyla sizin siyasal amaçlarınızı önleyebilecek, etkileyebilecek kişi olduğu için içeride tutuyorsunuz’ anlamına gelir. Dolayısıyla AİHM Büyük Daire böyle karar verdi. Buna rağmen yeni soruşturmalar açarak uygulamalarına hukukilik kazandırmak istiyorlar. Aynı şekilde son dönemde HDP’li siyasetçiler hakkında açılan soruşturma da benzer türden bir soruşturmadır. Ölümlü bir konuda, insanların öldüğü bir durumda 6 yıl sonra faaliyete geçiyorsunuz ve bu kişiler kendileri şiddet uyguladığı için değil düşüncelerini açıkladığı için suçlama getiriyorsunuz. Dolayısıyla burada yine tipik 18’inci madde ihlali var. Siyasal amaçlı olarak kişiler hakkında soruşturma açıyorsunuz. Sözleşmede yer alan hakları ve özgürlüklerle ilgili olarak bu kişiler ve ceza yasalarındaki diğer hükümleri ihlal ettikleri için değil.  
 
Mesela AKP Sözcüsü Ömer Çelik, geçtiğimiz günlerde ‘PKK’ye terör örgütü dememek örgütü desteklemek anlamına gelir’ demişti. Bu tam faşizmlerde olan bir şey. Faşizm, söyleme mecburiyetidir. Bu çok önemlidir. Sadece ifade özgürlüğünü değil doğrudan doğruya beynimizin içindeki düşünce özgürlüğünü hedefler. Yani “demedin o halde öylesin.” Ahmet Hakan’ın CNN Türk’teki programında Tahir Elçi’ye sorduğu soru da budur. Hiçbir şey demiyorsan bile destekliyorsun anlamına gelir. Şimdi bu düşüncenin hortladığını ve yaygın bir uygulama gördüğünü görüyoruz. Mesela Barış Akademisyenlere PKK’yi kınamadıkları için, bu olup bitenlere hiçbir eleştiri getirmedikleri için, ‘PKK’yi desteklemek amacıyla bu açıklamayı yaptıkları’ suçlaması getirilmiştir. Dolayısıyla insan hakları sorunlarına bütüncül bakmak gerekiyor. Bunların olduğu bir ülkede diğer hak ve özgürlük alanlarında da ihlaller kaçınılmaz olarak gündeme geliyor.
 
Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ve içerisindeki “terör” tanımının ifade özgürlüğüne yansıması nasıl oluyor? 
 
İçeri atılıyorsunuz… Yazdığınız yazı nedeniyle terör propagandası yapmakla suçlanıyorsunuz. Şuandaki bizim yaptığımız röportaj dahi suçlama konusu yapılabilir. Çünkü TMK’deki birinci maddede terör tanımı çok geniş dolayısıyla şu konuşmayı da teröre destek terörist eylem olarak nitelendirmek bu mevzuata göre mümkün. O nedenle bu yasaların bana göre terörle mücadele kanunu komple ortadan kaldırılması gerekir. Çünkü şiddet eylemlerini cezalandıran Türk Ceza Kanunu’nda zaten maddeler var. Dolayısıyla bunu bir baskı aracı olarak kullanmak terör faaliyeti diyerek kişileri aşağılamak, infaz hukukunda da ayrımcılık yaparak farklı infazlara tabi tutmak, kamusal haklardan yararlanmalarını engellemek yine terörist diyerek, mümkün oluyor.  
 
Bu durum nasıl aşılabilir?
 
Bunlardan vazgeçilmesi için politik kadroların Türkiye'de siyaset yapan iktidar odaklarının, iktidar olmak isteyen insanların sağ-sol benim için fark etmiyor. İnsan hakları standartlarını savunan bir kişiyim demesi gerekiyor.  Sağ veya sol yüksek bir politik irada taşımaları gerekiyor. Yüksek ve politik bir irade taşımak gerekiyor. Halbuki benim gözlemim öyle olmadığıdır. Örneğin, kendini sosyal demokrat olarak tanımlayan Cumhuriyet Halk Partisi. CHP'lilere sorduğunuzda “bölücülere” karşıyız. Tamam, “bölücülere” karşı olabilirsiniz, sözleri düşünceleri nedeniyle insanlar içeri atılıyor. Bunu kaldırma doğrultusunda iktidar oldukları 90'lı yıllarda herhangi bir önerileri olmadı. Dolayısıyla şu anda da bu tür vaatlerde ısrarlı ifade özgürlüğü vaatlerinde ısrarlı olmadıklarını görüyoruz.  Sağ ya da sol iktidar olması fark etmiyor, ifade özgürlüğüne “burjuva demokrasisi” denilip, geçilmemelidir. Temel bir insan hakları konusudur. Sağcı, solcu, demokrat insanların insan hakları temel konularında birleşmesi gerekiyor. O bakımdan bu alanda yüksek politik irada olmadan kısmi reformlarla kısmi anayasa ve yasa değişiklikleriyle ilerlemek ve insan hakları ve demokrasi problemini çözmek mümkün değil. Avrupa Birliği sürecinde de bunu gözlemledik. 9 uyum paketi çıkarıldı, 70 ayrı yasa çıkarıldı, 70 ayrı yasada da yüzlerce madde de değişiklik yapıldı. Ama bu sadece kısmen nefes almaya yeter düzenlemelerdi. Yani o düzenlemeler kaldırılmasa bile pratikte başka yasalarla o yasaları ikincil duruma getirdiler. 
 
Bugünkü soruşturmaların, iddianamelerin içeriği ve kararlara bakıldığında birçok hukukçu “DGM’ler bile daha iyiydi” diye tepki gösteriyor. Bu tepki neyi ifade ediyor?
 
Kötülerin arasında iyiyi seçmek durumunda değiliz. 12 Eylül mahkemelerinde ve 1990’lı yıllardaki DGM’lerde uygulamalarda bazı açılardan kanunilik vardı. Hukukilikten ziyade daha dar bir kanun devleti anlayışı var. Şimdi ise belirsizlik var. Bu belirsizlik keyfiliği sınırsızlaştırıyor.
 
Ben hem 12 Eylül döneminde Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinde savunma görevi yaptım hem de 1984'te Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde savunma yaptım. Kötülerin arasında iyiyi seçmek durumunda değiliz. 12 Eylül mahkemelerinde ve 1990’lı yıllardaki DGM’lerde uygulamalarda bazı açılardan kanunilik vardı. Hukukilikten ziyade daha dar bir kanun devleti anlayışı var. Şimdi ise belirsizlik var. Bu belirsizlik keyfiliği sınırsızlaştırıyor. 80'li, 90'lı yıllarda, hakim ve savcılarda hem keyfilik vardı hem de özgürlükler dar yorumluyorlardı. Cezalandırma doğrultusunda bir bakış açısı vardı. Ama bugün belirsizlik var. Bugün siyasi iktidarın eğilimleri doğrultusunda karar veriliyor. Çok çok örnekleri var bunların. Artık siyasi iktidarın beğenmediği kararları veren hâkim ve savcılar hemen görevden alınıp başka yere tayin ediliyor. Halkın Hukuk Bürosu davasında bunu gördük. Bu dönemi geçmişle mukayese ettiğimizde 141, 142, 146 ve 168'inci maddeler vardı ancak biz hukukçular aşağı yukarı ne söylenirse ne yazılırsa ne yapılırsa neyle karşılaşacağımızı üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyorduk, öngörebiliyorduk. Halbuki bugün ben 40 yıllık avukatım, ne olacağını öngöremiyorum. Hiçbir hukukçunun ilgili ‘şöyle sonuçlanır’ diyebileceğini de zannetmiyorum.  Her zaman problemli olmakla birlikte bu ölçüde bir keyfilik yaşanmıyordu.
 
Evrensel Gazetesi’ndeki köşenizde, “Eskiden MGK kararlarının etkisini pratikte yaşar ve anlardık. Bilmece gibi bildiriler yayımlanır sonra da olana bitene baktığımızda hükümetlerin MGK’nın adeta sekretaryası gibi çalıştığını anlardık” diyorsunuz. Bugün değişen ne?      
 
Evet, ayda bir Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantıları yapılırdı. Türkiye’deki hemen her konuda MGK kararları doğrultusunda halkın seçtiği hükümetler hareket etmek zorundaydı. MGK kararları bağlayıcıydı. Bunların ne olduğunu biz bilemezdik, sadece uzman kişiler MGK toplantısı sonrasında yapılan açıklamada ne dendiğini, sözcükler altında ne yattığını yorumlarlardı ve o doğrultuda hareket edilirdi. Şimdi MGK yapısı değişti. Yeni sistemde tek kişi Cumhurbaşkanıdır. Aslında Bakanlar Kurulu da yok. Tüm kişiler Cumhurbaşkanlığı tarafından atanıyor ve sekretarya işlevi gören kişilerdir. Adı bakanlık, bakan ama gerçekte bizim anladığımız 2018’deki parlamenter sistemdeki bakanlar değil. Çünkü bu kişiler seçilmiş insanlar değil, atanmış insanlar. Halbuki bir önceki dönemde de bakanların illa seçilmiş insanlar olması gerekmiyordu ancak yüzde 99’u seçilmiş ve siyasi sorumluluğu olan insanlardan oluşurdu. Halbuki bugün Kabine dedikleri tek başına Cumhurbaşkanlığı’nın şahsındadır. O nedenle dünyanın hiçbir yerinde böyle bir sistem yoktur. Bu durum Cumhurbaşkanlığı’nın kendisinden dolayı bir özellik olarak algılanmamalı. Recep Tayyip Erdoğan’ın dışında bir Cumhurbaşkanı olduğunu düşünelim. Bu kişi hukukla bağı olmayan bir kişi oluyor. Öngörülen sistem tek kişi yönetimi çok tehlikelidir. O yüzden devamlı sırat köprüsündeyiz.
 
Başkanlık ya da yarı başkanlık sistemlerinde hukuk kurumları vardır ve o kurumlar başkanların hukuka aykırı eylem ve işlemlerini soruşturabilirler. Bizim sistemde ise Cumhurbaşkanlığı’nın eylem ve işlemlerini soruşturabilecek bir kurum yok. Bu kurumlar mevcut soruşturma kurumları, savcılık kurumları, yargı kurumları bağımsızlık ve tarafsızlık güvencelerine sahip olmayan kurumlar. Haliyle bu sistemde Türkiye’de hukukun üstünlüğünün yaşam bulması ilkesi mümkün gözükmüyor.
 
Hukuk ve insan hakları alanındaki kriz sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok yerinde de yaşanıyor. 
 
Tek başına Türkiye’ye bakarak, Türkiye’deki siyasal gelişmelere bakarak, değerlendirme yapmak yanlış. Dünya ve Avrupa’da bugün sağ, muhafazakârlar iktidarda sol, sosyal demokratlar iktidarda değil. Dolayısıyla Türkiye’yi dünyadaki gelişmelerden ayrı tutamayız. Türkiye değerlendirmelerini dış dinamiklerle birlikte yapmak gerekir. Türkiye Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler, NATO üyesi bunlar çok önemli faktörler ve bunlarla değerlendirmek gerekir. Dünyada milliyetçilik, sağcılık, muhafazakarlık egemen düşünce, iktidarlar bunlardan ibaret. Türkiye’de 18 yıldır İslami muhafazakâr diye nitelendirilen siyasal iktidar var. Yine bu dünyadaki gelişmelerle birlikte Avrupa Birliği sürecinde 2002’den sonra reformları devam ettirdiler ki, ben beklemiyordum. Ancak görüyoruz ki bunlar yüksek politik irade taşıdıkları için değil, sürece uyum sağlama zorunluluğunu duydukları için gerçekleştirdiler. Şu anda Avrupa’da hiçbir eğilim mevcut iktidarı reformlar yapmaya yönlendiremiyor. Etkileri olmuyor. Halbuki 2002’de iktidar olduklarında etkileyebiliyorlardı. Bugünkü iktidarda etkilemeye açıktı. Bugün ise söylem düzeyinde dahi o etkilenmeye açık değil. Avrupa’da özgürlükler lehine bir eğilim gelişse o etkilenmeye mecbur kalacaklar.
 
 Bahsettiğiniz Avrupa oluşumlarıyla bu yönlü görüşmeleriniz oluyor mu?
 
BM üyeleri, Avrupa Komiteleri Türkiye’ye geliyor. Bizler görüşüyoruz, anlatıyoruz. Durum bir türlü düzelmiyor. Ortak itirazlar her ne kadar şu anda cılız olsa da var. İnsan hakları konusu tek başına bir ülkenin iç sorunu değildir. Dünyanın hiçbir yerindeki insan hakları sorunu yaşanan ülkenin iç sorunu değildir. Fakat bu sorunların aşılabilmesi için iç dinamik belirleyicidir. Yani elin Avrupalısı gelip, Türkiye’deki insan hakları durumunu düzeltecek değildir. Ama Türkiye elin Avrupalısıyla birlikte ortak olarak, eşit haklara sahip olarak bir metne imza atıyor. AİHS’ye imza atıyor, Türkiye’nin de imzasıyla AİHM kuruluyor, Avrupa Konseyi kuruluyor. Bu aynı zamanda eşit yükümlülükleri getiriyor. İnsan haklarının birincillik ve ikincilik meselesi var. Hak ve özgürlüklerin yeşerdiği veya ihlal edildiği ülkeler birincil derecede sorumludur. Uluslararası kurumlar ikincil sorumludur. Ama bu iç sorun olduğu anlamına gelmiyor. Bize kimse karışamaz, biz istersek vatandaşı döveriz, söveriz, hapse atarız diyemezsiniz. Siz devlet olarak taahhütte bulunuyorsunuz. Buna ahde vefa ilkesi denir. Devletler hukukunda her ülkenin altına imza attığı belgelerin gerektirdiklerini yapacağı kabul edilir. Ben söz veriyorsam yerine getiririm, anlamı taşır. Sözleşmeleri devletlerin yerine getireceği varsayılır. Yerine getirilmediği takdirde yaptırımları vardır. Bugünlerde her ne kadar uygulanmasa da böyle devam etmeyecek. Çünkü gazeteciler her şeye rağmen haber yapıyor, siyasiler eleştirmeye devam ediyor. Gözaltına alınma, hapsedilme pahasına insanlar düşündüklerini söylüyorlar.
 
MA / Berivan Altan

Diğer başlıklar

08/10/2020
20:18 Kovid-19’dan 8 bin 667 kişi yaşamını yitirdi
19:31 Kavala hakkında hazırlanan yeni iddianamenin detayları belli oldu
18:36 Muhabirimiz Zeynep Durgut gözaltına alındı
18:34 ‘Anlaşılmayan dil’ bu sefer ‘örgütsel tavır’ sayıldı
18:31 İHD Ağrı Şube Başkanı serbest bırakıldı
18:28 Dersim ve Adana’da ESP’ye yönelik operasyonlara tepki
18:17 Turgutlu İlçe Eşbaşkanı Bökü gözaltına alındı
18:09 Mahmut Alınak gözaltına alındı
17:46 Koşuyolu Parkı’nda erkek cesedi bulundu
17:15 İstanbul Sözleşmesi’ni savunan 18 kadına para cezası kesildi
17:13 İTÜ Şahin Öner’in ölümüne ilişkin rapor hazırlayacak
17:05 ‘Ellerinizi cenazelerden çekin’
17:03 Dolar 8 TL’ye koşuyor
16:28 Kars Belediye Eşbaşkanı Alaca tutuklandı
16:10 TMMOB’dan İnciraltı ve Kültürpark tepkisi
16:04 Erdoğan MİNSK’i hedef aldı
15:28 Gazeteci Kaya ve Sayılğan'ın ilk duruşması görüldü
15:24 BES: Bütçe hakkımıza sahip çıkacağız
15:19 Maden işçilerinin yürüyüşüne valilik yasağı
15:09 DİSK Genel-İş: Toplu sözleşme hakkımızı engelleyenleri ezer geçeriz
15:02 Soruşturma dosyalarına getirilen ‘gizlilik’ kararı Meclis’e taşındı
14:57 Kılıçdaroğlu ile Babacan görüştü: Er ya da geç erken seçim olacak
14:49 DFG Eylül ayı raporunu açıkladı
14:49 BİMEKS işçileri oturma eyleminde
14:48 ‘Devrimciler ve Kürtlerin sesi kısılmak isteniyor’
14:46 Muhabirlerimizin avukat kısıtlaması kaldırıldı
14:21 Gültekin’in katili için ağırlaştırılmış müebbet istemi
14:19 Mersin’de ‘gelenekten geleceğe’ etkinliği düzenlendi
14:18 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi belli oldu
13:19 Ömer Öcalan: Komplo direnişle yıkılabilir
13:08 8 gündür gözaltında tutulan Alaca adliyeye getirildi
13:08 Adana’da 10 Ekim Katliamı anması
12:48 Gerekçesiz ceza isteyen savcı: Anlayana gerekçe çok
12:48 Belediye Eşbaşkanı Yıldız Çetin’in duruşması ertelendi
12:07 Koronanın yayıldığı Elbistan Cezaevi’nde ciddi sorunlar yaşanıyor
12:03 İki doktor Kovid-19'dan yaşamını yitirdi
11:55 Gazetecilere gözaltı talimatı aynı yerden
11:47 Malatya'da 6 gözaltı
11:24 Tutuklu siyasetçiler ‘Kobanê’ ifadesi verecek
11:01 Kovid-19’a yakalandığı anlaşılınca gözaltıdan vazgeçildi
11:01 Aktar: Artık kimsenin güvenliği yok
11:00 Boşanma davasından bir gün önce öldürüldü
10:39 Savcı gazeteci Demir hakkında beraat istedi
09:55 Failler de dosya da 'meçhul'e bırakıldı
09:37 Doluya halı ve kartonlu önlem
09:26 TTB'den 'sağlıkta acil yapılanma değişikliği' çağrısı
09:19 Efkan Ala’nın aldığı bilgi üzerine ‘ohh’ çektiği suikast
09:17 Salih Müslim: Komployu 22'nci yılında yenebiliriz
09:17 ‘Gözaltındaki gazeteciler, hakikatin direnen damarı’
09:13 Tabuları yıkan notalar: Kürt halkının aidiyetidir
09:09 İmha edilemeyince ‘İmralı Planı’ devreye girdi
09:08 Yazar Temel: Türkiye tüm Kürt gruplarına karşıdır
09:06 Akdeniz: Medyanın dili göçmen nefretini büyütüyor
09:05 Gazeteciler: Hak ihlallerinin yazılıp çizilmesi istenmiyor
09:04 Zorava Çayı’nda ikinci HES girişimi
09:04 ‘Kayyımın fetih namazı ile doğanın tahrip mantığı aynı’
09:03 İTO üyesi Ömeroğlu: Sağlık Bakanlığı şeffaf olmalı
09:02 Hukuk örgütleri: Karar yok hükmünde, seçimler yapılmalı
09:00 08 EKİM 2020 GÜNDEMİ
08:54 Akşener’in basın danışmanı gözaltına alındı
08:00 Kars'ta tutuklananların sayısı 12'ye yükseldi
07/10/2020
23:02 Van Barosu: Gazetecilik suç değildir
22:02 HDP'li Sarısaç'tan AKP'ye: Gerçeklerden korkuyorsunuz
21:26 Sağlık Bakanlığı’ndan toplantı sonrası açıklama
21:13 George Floyd’u öldüren polis serbest bırakıldı
21:06 TİP’ten HDP’ye dayanışma ziyareti
21:01 Mardin’de 10 gündür gözaltında olan 3 kişi serbest bırakıldı
20:50 İzmir’de gözaltılarına tepki: Faşizmi birleşerek yıkacağız
20:19 Kadınlar kampanya kapsamında bir araya geldi
20:09 3'üncü Havalimanı işçilerinden Beyza Üstün’e destek
20:02 Kars'ta gözaltında olan 9 kişi için tutuklama talebi
19:34 Tuma Çelik’in dokunulmazlığı kaldırıldı
19:30 Koronadan can kaybı 8 bin 609’a yükseldi
19:13 ESP ve SGDF’ye operasyon Kadıköy’de protesto edildi
18:56 Şiban ve Turgut’un helikopterden atılmasının araştırılmasını AKP-MHP reddetti
18:29 Bütçede borçlanma yetkisi iki katına çıkarıldı
18:12 Cezaevi’nde yaşamını yitiren Emir İstanbul’da defnedildi
17:54 Rusya’da mühimmat deposunda patlama
17:49 Suriye ve Irak tezkereleri Meclis’ten geçti
17:45 Fadime Tekin davasında mütalaa açıklandı
17:23 Putin ve Aliyev telefonda görüştü
17:18 Urfa Baro Başkanı Öncel ve 25 avukata soruşturma
17:17 AİHM’den Türkiye’ye: Sivillerin haklarını ihlal etme
17:02 Yabaşkul davası ertelendi
16:54 Özsoy: Çete ihracını ulusal çıkar olarak görmüyoruz
16:53 Saman yüklü kamyon alt geçitte sıkıştı
16:28 Ayna’nın tutuklanmasına yapılan itiraza jet hızıyla ret
16:18 Araç köprüden düştü: Anne ve 3 çocuğu yaralandı
16:09 Dersim’de Munzur Üniversitesi rahatsızlığı: Rektörü görevden alın
15:46 İsveç heyetinden HDP’ye dayanışma ziyareti
15:39 Diyarbakır’da Ordu Evi'nin yıkımına başlandı
15:31 Lice’de askeri mühimmat patladı: Çoban yaralandı
15:24 Şair Telli kendisine ait olmayan hesaptan hâkim karşısına çıktı
15:23 Tüm mal varlığına el konuldu: Asıl büyük evi kaybetmek üzereyiz
15:21 Oluç’tan Ala’ya çağrı: Kontrol edemediğiniz güçler kimlerdir?
15:02 İHD Van Şubesi: Gözaltındaki gazetecileri serbest bırakın
14:44 Günay: AKP, tecridi bir yönetme biçimine dönüştürdü
14:36 Öcalan’a 6 aylık avukat yasağına itiraza ret
14:35 Gençlerden Cizre’de tecrit paneli
14:27 Kamu emekçileri: Sermayeden değil halktan yana bütçe istiyoruz
14:23 Cezaevi gömüldü dediği cenazenin alınmasını istedi
14:22 AYM Başkanı: ‘Özel af’ düzenlemesi Anayasa’ya aykırı
14:20 Karakoldaki tehdit ve ajanlık dayatmasını anlattı
14:20 Gazeteci Ayşegül Doğan’a 15 yıla kadar ceza istemi
13:58 Kayyım Ayhan Bilgen’in sosyal medya hesabını engelledi
13:45 ‘Polipropilen tesisi halk sağlığı cinayetidir’
13:22 Bingöl’de gözaltı tepkisi
13:04 Kars’taki gözaltılardan 10’u adliyeye sevk edildi
12:58 Barış annelerinin gözaltına alınmasına tepki
12:56 Gazetecilerin gözaltı süresi uzatıldı: Operasyonun sebebi helikopterden atılmayı kanıtlamamızdır
12:43 AYM, Yüksekdağ’ın cezaevi görüşmelerinin kayıt altına alınmasında ihlal görmedi
12:25 Diyarbakır’da 915 sağlık çalışanı koronaya yakalandı
12:23 ETHA: Muhabirimiz derhal serbest bırakılmalı
12:20 Diyarbakır’da 27 kişiye ‘dolandırıcılık’ tutuklaması
12:15 Avukatlar gazetecilerle görüşmek üzere emniyete gitti
12:02 İstanbul’da dolmuş şoförleri greve çıktı
11:29 MKGP: Ersöz, nasıl mücadele edileceğini miras bıraktı
11:25 ‘Usulsüz’ iş için 'hak feragatı' şartı
11:14 Urfa’da erkek şiddeti
11:12 Öndül: DGM’lerde ‘kanunilik’ vardı, bugün belirsizlik
10:57 Bütçeyi sıfırlayan Sur kayyımı borçlanmaya karşı borç aldı
10:47 Sınırda yaşanan ölümün görgü tanığı anlattı
10:24 Dolar yükselişe geçti
10:15 Ortadoğu’ya müdahalenin ilk adımı
09:51 Bir yıl sonra Girê Spî ve Serêkaniyê: Ölüm, işkence, tecavüz, talan…
09:25 Daşkan davasında beraat: Yargı örtbas etti
09:20 Bahçelievler Katliamı avukatı Sansal: Bugün aynı atmosferdeyiz
09:15 Sarısaç: Gazeteciler olayı açığa çıkardığı için hedefte
09:14 Ozinian: Erdoğan paralı savaşçılarına ekonomik kaynak buldu
09:14 Koğuş değişikliğinde işkence
09:13 Berfin Özek: Yaşamayan bilemez cümlesini yaşayarak öğrenenlerdenim
09:12 ‘Yol Haritası uygulansaydı, Türkiye düze çıkardı’
09:12 ‘Baskılara karşı ortak mücadele hattı oluşturalım’
09:11 Cudi ve Besta’da otlak alan bırakılmadı
09:10 Karadeniz’de akan dere kalmadı
09:09 Gulmehemedi: Kürtler teslimiyet politikalarına karşı kolberlik yapıyor
09:03 İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkan akademisyene para cezası
09:02 Armut üreticisi rekolteden memnun, fiyattan şikayetçi
09:01 Yasin Börü ile ilgili yargılama diğerlerine neden yapılmadı?
09:00 07 EKİM 2020 GÜNDEMİ
08:03 ESP ve SGDF’ye operasyon: Çok sayıda gözaltı
06/10/2020
23:48 Kuzey Kıbrıs'ta HP koalisyondan çekildi, hükümet düştü
23:38 Kırgızistan Meclis Başkanı ve Başbakan istifa etti
23:10 Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Meclis’te kabul edildi
21:34 Ağrı’da 4 kişi gözaltına alındı
21:20 Baroların 'seçim erteleme' kararının iptaline yönelik başvurusuna ret
20:42 AB İlerleme Raporu: Türkiye’nin üyelik şansı buharlaştı
20:15 Anız yangını Hevsel Bahçeleri’ne sıçramadan söndürüldü
20:09 DSÖ: Korona aşısı yıl sonuna kadar hazır olabilir
20:04 Beştaş: Kobanê eylemlerinde yaşananlar iktidarın organizasyonu