Fatih Polat *
Orta yaşlara yakın bir erkek hâkim, karşısındaki kadın yazı işleri müdürüne soruyor: “Gazetecilik nedir, gazetecinin görevleri nelerdir? Ben biliyorum, sana soruyorum.”
Bu sahne Çağlayan Adliyesi’nde izlediğim bir duruşmada yaşanmıştı. Yargılanan gazetecinin ismi bu yazı bakımından önemli değil. Aslında hakimin de öyle.
Mahkeme salonlarında ya da iddianamelerde sıkça geçen bir ifadeyle, bu hâkimin, gazeteciliğe, o soruyu sorduğu gazeteciden daha vakıf olması ‘hayatın doğal akışına aykırı.’ En iyimser tahminle, gazetecilikle ilgili belki birkaç makale ya da kitap okumuştur. Ama o gazetecinin işi bu. Kaldı ki, bu mesleği böylesi bir ülkede bedel ödemeyi göze alarak yapan bir gazeteci için gazetecilik, standart metinlerde birkaç cümle ile özetlenenden daha fazlasıdır.
Bir yargılama usulünde mahkeme heyeti, uzmanlık gerektiren bir alanda bilirkişi raporu ister. Mahkeme heyetlerinin hukuk kurallarına ve içtihatlarına hâkim olması beklenir ama örneğin bir maden ocağı patlamasındaki teknik detaylara hakim olması beklenemez. Peki, gazetecilik herkesin üzerine bu kadar kolay ahkam kesebileceği bir iş midir?
Bu ülkede bu mesleği yapan her birimiz için isyan edilecek bir durum bu.
Diyarbakır’da gözaltına alındıktan sonra 16 Haziran’da tutuklanan 16 Kürt basın emekçisine, ayrı kurumlardan dokuz meslektaşımızın da eklenmesiyle son beş ayda tutuklanan gazeteci sayısı 25’e çıktı.
Ters kelepçe ile zorla boyun eğdirmeye çalışma, arka fona gerilim müziği konularak hazırlanmış videoların Emniyet hesabından servis edilmesi, daha mahkemeye bile çıkarılmadan hüküm veren yandaş manşetleri… Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporları ile oluşturulmaya çalışan suçlar…
Çok uzağa gitmeyelim, yakın dönem sayılabilecek KCK Basın Davaları’ndan itibaren Kürt basın emekçilerinin yargılandıkları duruşmaları izleyenler, bu davalar için hazırlanan iddianameleri okumuş olanlar bilir. Bazen bir telefon konuşması, bazen haber notları, son olarak da MASAK raporları… Döneme göre suçlama enstrümanları değişebilir ama asıl mesele hem gazeteciliktir, hem de sadece o değildir. Asıl mesele siyasetin ülkenin basın rejimine yansımasının sonuçlarıdır.
‘Müzakere’ ya da ‘açılım’ adı altında iktidarın Kürt hareketinin çeşitli aktörleri ile sürdürdüğü görüşmelere dayalı süreçte yargılanmayan gazeteciler, ‘terörle mücadele’ söylem ve yöntemlerinin şaha kalktığı zamanlarda sanık sandalyesinde ise burada büyük başlık siyasettir.
Bu yazı, 4 Kasım 2016’da aralarında eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da bulunduğu Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyesi seçilmişlere yönelik gözaltı ve tutuklama operasyonunun altıncı yıl dönümünde yazılıyor. HDP’nin 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde yüzde 13,1 oy alarak AKP’nin tek başına iktidarına son veren bir başarıya imza atması, başka bazı etkenlerle birlikte iktidarın, her türlü devlet imkânını kullanarak HDP’yi derdest etme ve muhalefeti de kriminalize ederek adliye koridorlarına sıkıştırma stratejisinin temelini oluşturmuştu. Son olarak dokuz meslektaşımız ve TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanmasına giden süreç, o zincire bağlanan halkalardan biri oldu. Siyaset böyle belirlenince, gözaltı ve tutuklamalar, aylarca hazırlanmayan iddianameler, ya da bir stüdyo çalışmasıyla dolaşıma sokulan gerilim müzikli videolar, istihbarat sızıntısının ürünü olan ‘öne sürülüyor’ yüklemleriyle manşetlere taşınan hedef gösterici, hüküm verici manşetler peşi sıra geliyor. ‘Benim memurum işini bilir’ siyasetinin devamcılarının, ‘benim savcım, hâkimim işini bilir’ versiyonu da bu fotoğrafın içine cuk oturuyor.
Gazeteci de tüm bu olup bitenlere haberleriyle itiraz ettiği ölçüde kendisini sanık sandalyesinde buluyor.
‘SUSSAN OLMUYOR, SUSMASAN OLMAZ’
Sonra da, karşınıza aslında size ‘gazetecinin görevlerini’ sorarken, çok açık olarak hukuki değil siyasal bir tonla seslenen hâkimler çıkıyor.
12 Mayıs 2016’da tutuklanan ve o günden bu yana cezaevinde bulunan DİHA Muhabir ve Editörü Nedim Türfent hakkında suçlama üretmek üzere ifade verdirilmiş olanlar, daha ilk duruşmada ‘zorla ve işkence altında’ alındığını belirterek ifadelerini tek tek geri çekerken, bir tanesi de Nedim Türfent’e dönüp, ‘Nedim Bey’den özür diliyorum’ dediğinde, mahkeme başkanı, araya girip geçiştirici biri ifadeyle tepki göstermişti.
Tüm bu dava süreçlerini, atılan manşetleri, iddianameleri alt alta, üst üste koyun ortaya bir siyasetin icrası çıkıyor. Bu noktada, Kürt sorununun demokratik çözümü bakımından sorumluluk hisseden herkesi bağlayan bir gerçekliktir bu.
Gazeteci milleti açısından ise iki türlü bir sonuçtan söz edebiliriz. Sen, sayfalarında görmeyip sansür koysan da, bu ülkede gazetecilerin tutuklanması ülkedeki toplam gazetecilik faaliyetini etkiler ve niteler.
İkinci sonuç ise, yaptığı gazeteciliğin resmi yalan ve dezenformasyonlara çomak sokmak olduğunu bilerek bu mesleği yapan gazeteciler için bir ‘fıtrat’ ya da ‘kader planı’ gibi yaşanan, yaşanmak durumunda bırakılan gerçekliktir.
O hâkim ne kadar anlar bilinmez ama durumumuz budur:
“Söz uçar yazı iki cihanda eyvah İki cihanda eyvah”
*Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni