ANKARA - Özgür Ülke Gazetesi’ni bombalayan devlet aklının bugün saldırıları tutuklamalarla sürdürdüğünü belirten gazeteci Hüseyin Aykol, “Devlet aklı aynı şeyleri yaparak, değişik sonuçlar alacağını düşünüyor. Özgür Basın susturulamadığı gibi daha da büyüdü” dedi.
“Bu ateş sizi de yakar” manşetiyle 4 Aralık 1994’te bayilere ulaşan Özgür Ülke Gazetesi, 2 Aralık’ı 3 Aralık’a bağlayan gecenin karanlığında bombalandı. İstanbul’da 2, Ankara’da bir bürosuna yönelik eş zamanlı saldırıda, gazetenin ulaştırma görevlisi Ersin Yıldız katledildi, 23 kişi yaralandı, gazete binası enkaza dönüştü. Çiller hükümetinin yargı eliyle yayını engellenemeyen Özgür Basın geleneği, katliamla susturulmak istendi.
1994’te bombalanan Özgür Basın geleneği, bugün gözaltı ve tutuklamalarla susturulmaya çalışılıyor. 28 yıl önce bir sabah gittiği gazete binasının enkazıyla karşılaşan gazeteci Hüseyin Aykol, bugün saldırıların “modern” haline karşı bu geleneği sürdüren duayen isimlerden biri.
Özgür Ülke Gazetesi’nin bombalayan anlayışın bugün farklı metotlarda süren baskılarını, bizzat tanığı ve buna karşı hakikat mücadelesini sürdüren Hüseyin Aykol’dan dinleyelim.
28 yıl önce Özgür Ülke Gazetesi bir gece karanlığında bombalandı. O sabah gazeteye gittiğinizde neyle karşılaştınız?
Onlar kendilerine göre plandılar ama sonuç itibariyle arkadaşımız öldü, yaralanan arkadaşlarımız oldu, hiç utanmadan orada sağ kalan arkadaşlarımızı gözaltına aldılar.
Özgür Gündem gazetesi kapatıldıktan sonra, okurlarımızın haber ihtiyacını karşılayabilmek için Özgür Ülke Gazetesi’ni kurduk. İstanbul’da bir şubesi vardı, bir idari bürosu vardı, bir de Ankara büromuz vardı. 3 Aralık sabah saatlerinde aynı anda bombalandı. Bunun aynı anda bombalanması, devlet tarafından yapıldığına dair çok büyük bir işaretti. 3 katlı binamızda, en alt katta bir otomobil galerisi ve tamirhane vardı. Düşünün polis oraya son derece profesyonel bir şekilde bombayı yerleştiriyor ve bizim bulunduğumuz 2’nci kat ve 3’üncü kat yerle bir oldu.
Arkadaşlarımız bina bombalandıktan sonra büyük bir yangından çıkıyor, binanın arka kısmından, ikinci kattan, üçüncü kattan insanlar bir şekilde kendini atıyorlar, iniyorlar. Ersin Yıldız arkadaşımız gece nöbetçisi olan arkadaşımız. Hemen orada ölüyor. Bombalandıktan sonra yaralılar hemen hastaneye kaldırılıyor, hastaneye kaldırılamayanlar, yarı yaralı insanlar gözaltına alınıyor. Gazeteyi yapan gece ekibinden birisi öldü, birçoğu yaralandı, sağ kalanların hepsi gözaltına alındı. Onlar kendilerine göre plandılar ama sonuç itibariyle arkadaşımız öldü, yaralanan arkadaşlarımız oldu, hiç utanmadan orada sağ kalan arkadaşlarımızı gözaltına aldılar.
Ertesi gün Özgür Ülke Gazetesi yine çıktı. Böylesi bir katliam karşısında gazeteyi çıkarma cesaretini, gücünü nereden aldınız? Nasıl bir gündü?
Bir yandan müthiş bir faşist saldırı, katliamcı bir saldırıydı. Gazetenin ertesi gün bayilerde olması, o anlamda verilebilecek en güzel cevaptı.
33 yıldır bu gazetelerde çalışıyorum. Genelde gazeteye erken giderim, hem de çok erken giderim. O gün de çok erken gittim. Ben gazeteye yaklaşırken, küçük bir park var, oraya geldiğimde, binamız yanıyordu, bir yandan itfaiye çalışıyordu, bir yandan soğutma çalışmaları vardı. Etrafta birikmiş insanlar bakıyordu. Çevrede hiçbir tanıdık insan yok. Ben ulaşıncaya kadar, arkadaşların bir kısmı hastaneye kaldırılmış, bir kısmı gözaltına alınmış, bizden kimse yoktu. Sadece insanlar merakla gazete binasının söndürülmesini izliyordu. Kapkara bir hale gelmiş, bizim bulunduğumuz çalıştığımız esas haber merkezi olduğu gibi aşağı çökmüş, üst katta da yarım yamalak şeyler var. Hatta benim çalıştığım odada Macintosh yanık bir şekilde gözüküyor.
Bunun üzerine hemen o dönemde çalıştığım Hedef Dergimiz vardı, oraya gittim. Hemen aylık derginin manşetini değiştirdim, birinci sayfasını değiştirdim, bombalama haberini koydum. O zamanlar cep telefonu yok, dışarıda kalan, sabah gececi olmayan arkadaşlardan birini arasam, nerede olduğu belli değil kimsenin. Dergiyi anlamlı bir şekilde yapmaya uğraşırken, derginin telefonu çaldı. Karşımda Gültan Kışanak vardı, ‘Hocam ne yapıyorsun’ dedi. Ben de ‘Dergiyi düzeltiyorum’ dedim. ‘Hemen gel, şu adrese gel, gazeteyi yapıyoruz’ dedi. Koşa koşa gittim. Baktım pek çok yerden insanlar gelmiş, baya kalabalıkça bir grup vardı. Çeşitli sol dergilerden, Kurdistani dergilerden, hemen bir toplantı yaptık, çok kısa sürdü. 5 dakikada karar alındı. O zamanlar PC yok, sadece Macintosh var. Herkes Macintoshunu alıp geliyor ve gazeteyi yapıyoruz. Çeşitli gazetelerde çalışan arkadaşlar, o gün hemen haberleri getirdiler, herkes bir kenara çekilip haberini düzeltti, yazdı, edit etti. Sonra mizanpaj için başka bir yere gidildi. O telaşla ve ilk günde gazeteyi ancak 4 sayfa olarak yapabildik. Matbaaya yetişti ve bayilerdeydi. Bir yandan müthiş bir faşist saldırı, katliamcı bir saldırıydı. Ancak ona karşı orada bir araya gelen demokrat güçler, bu faşist saldırıyı bu şekilde karşılamış oldular. Gazetenin ertesi gün bayilerde olması, o anlamda verilebilecek en güzel cevaptı. Biz gazeteciyiz, bizi bombalayanlara karşı başka ne yapabiliriz ki?
33 yıldır kendi gazetenizi bayilerden aldığınızı biliyoruz. Bombalamaya rağmen ertesi gün gazetenizi bayiden almak nasıl bir duyguydu?
Hüseyin Aykol
Başından beri yönetmiş bir insan olarak, gazete binasının başından sonuna kadar dekore edilmesi, teftiş edilmesi, malzemelerin alınması… O binanın ne kadar zor yapıldığını biliyorum. Çok zorlanmıştık, işte kira için bir sürü depozito ödedik, çok büyük paralar koyduk. Alınan aletlerin bir kısmı Türkiye’de yoktu, Avrupa’dan getirdik. Parayı nasıl buldunuz derseniz, Avrupa’da pek çok geceler düzenledik. Çoğuna ben gittim, oradaki yardımları ben getirdim. Çok büyük masraflar yaptık, acayip büyük masraflar yaptık. Ben sabahleyin o binayı gördüğümde, ‘evet, bu sefer başardılar’ dedim. Şu nedenle başardılar, o binayı nasıl tekrar dekore edebiliriz, içine nasıl malzeme koyabiliriz? Tekrar insanlardan nasıl para isteyeceğiz, nasıl yardım isteyeceğiz… O anlamda bu sefer başardılar, arkadaşlarımızı ölmüşlerdi, hapse atmışlardı, bazı arkadaşlarımız sürgüne gitmek zorunda kalmıştı. Bize yönelik baskıları, saldırıları savuşturmuştuk ama bu sefer ‘evet başardılar’ dedim. Uzun bir süre gazete çıkaramayacağımızı düşündüm.
Şimdi ondan sonra gazete yapılır mı? O anlamda bir heyecanı yaşayamadık, farkında olamadık ama yaptık. Bitti, hatta ‘matbaa kabul edecek mi, sorun çıkartacak mı?’ diye düşünüyordum. Ben yıllardır hep kontrol için mutlaka gazetemizi bayiden alırım. Ertesi gün gittim bayiden gazetemi aldım. Görünce ağlamamak için kendimi zor tuttum.
Özgür Basına yönelik baskılar sürüyor. Dün bombalama, bugün tutuklama. Devlet aklı değişti mi?
Devlet aklı öldürmese de bir nevi gazetecilik yapmaması anlamında arkadaşlarımızı cezaevine atıyorlar.
Devlet aklı kendini geliştirmeye çalışıyor, kafa aynı, anlayış aynı, yöntemleri değiştirmeye çalışıyor. Özellikle son 10 yılda, biz gazetelerimizi tekrar çıkardık. Bazen bizi çıkar çıkmaz kapattılar, ertesi gün yine çıkardık. İşte bazen zorlandık haftalık oldu, ara verdik, ara verdiğimizde de haftalık gazetelerimiz hep oldu bizim. Sonra onlar kendilerince demokratikleşme anlamında, Avrupa uyum yasaları anlamında, demokrasinin biraz ucunu gösterdiklerinde, biz gazetelerimizi daha iyi çıkardık, ismiyle çıkardık, daha fazla yazarla çıkardık, daha modern baskılarla yaptık, kurum danışmanımız çok gelişti. Sadece gazete çıkarmadık, televizyonlar kurduk, ajanslar kurduk, çeşitli yerel televizyonlarımız oldu, internet sitelerimiz oldu. Bu anlamıyla biz bu ülkede çok geliştik derken, devlet aklı da bunları ‘nasıl engellerim’ çabasına girdi.
Eskisi gibi bombalayarak, öldürerek değil, bunun yerine şimdi de toplu davalar açıyorlar. Önce ‘KCK Basın’ dedikleri davada, 46 arkadaşımız yargılandı. Arkadaşlarımız uzun süre cezaevinde kaldılar. Haziran’da, Diyarbakır’da 20 arkadaşımızı alıp, sonra 16’sını tutukladılar. O yetmedi, Ankara’da Ekim ayının sonunda 11 arkadaşımızı alıp, 9’unu tutukladılar. Devlet aklı öldürmese de bir nevi gazetecilik yapmaması anlamında arkadaşlarımızı cezaevine atıyorlar. Nitekim zaten biri ev hapsi, biri de adli kontrol olmak üzere, tam 40 arkadaşımız cezaevindeydi. Geçen gün bir arkadaşımız (Nedim Türfent) tahliye oldu, hala 39 arkadaşımız cezaevinde.
Bu baskıların son halkası Ankara merkezli soruşturma kapsamında MA ve JINNEWS muhabiri 9 arkadaşımızın tutuklanması oldu. 28 yıl önce bombalanan gazete binasında olan Hüseyin Aykol, 25 Ekim sabahı baskın yapılan Mezopotamya Ajansı bürosundaydı. Gazetenizi bombalayan anlayış ile Mezopotamya Ajansı’nı basan anlayış arasında bir benzerlik var mı?
Bu modern zamanlarda farklı oluyor. Kadırga’daki binamızın bombalanmasıyla, Diyarbakır’da kaybettiğimiz maddi değer hemen hemen aynı biliyor musunuz?
Bizi yok etme anlayışı var. Bu modern zamanlarda farklı oluyor ama Kadırga’daki binamızın bombalanmasıyla, bizim kaybettiğimiz maddi değerle, inanmazsınız ama Diyarbakır’da kaybettiğimiz maddi değer hemen hemen aynı biliyor musunuz? Korkunç bir maddi zarar var. Binayı yakmıyor yıkmıyor ama buradan aldığı teknolojik aletler o kadar pahalı ki aslında Diyarbakır’dan, Ankara’dan götürülen, şu an devletin elinde olan, polisin elinde olan malzemelerin ederiyle, Kadırga’da bizim bombalanan, yanan, yok edilen binalarımız ile maddi hasarı aynıdır. O anlamda devlet sadece şeklini değiştirmiş, bize maddi ve manevi zararda bulunmak istiyor ve hala devam ediyor. Devlet aklı bizi bir şekilde korkutarak, bombalayarak, hadi bombalamaktan vazgeçtim diyor, gelip buradaki eşyalarımızı götürüyor. Çok ciddi bir maddi zarar veriyor.
Oysa biz bunları gerçekten halkımızın, fakir olan yoksul olan halkımızın katkılarıyla alabilmiş insanlarız. Bu şekilde ancak onların istediği haberleri ulaştırabiliyoruz. Devlet bizi cezaevine atarak, onları çalıştırmayarak, gazetecilik yapmalarına engel oluyor. Davalar açılsa, patır patır bunlar tahliye olacak. Çünkü hiçbir şey yok. Devlet aklı, bize gazetecilik yaptırmamak yönünde. Oysa biz sadece gerçekleri anlatıyoruz. Onlar ise sürekli baskıyla, savaşla, halklar arasında kini arttıran, ülkenin bütün kaynaklarını bu savaşa yatıran, silaha yatıran bir anlayış var. Düşünebiliyor musun, bir devlet var ki sırf Kürtleri bombalamak için uçak almak istiyor ve uçağa da sadece parasını vermiyor, ABD’ye ya da batıya yalvarıyor. Böyle bir devlet aklı, gerçekten akla ziyan, kendi halkına da aslında bir nevi haksızlıktır. Oysa Türkiye devletinin şimdiye kadar savaşa harcadığı paranın trilyonları geçtiği söyleniyor. Bunu insanlara harcasaydı, ülkenin kalkınmasına harcasaydı, belki de şu anda Avrupa Birliği’ne üye olmuş, refah içinde bir ülke, bir devlet olabilirdi. Gerçekten akla ziyan bir durum. İnsan bu devlet aklını anlamakta güçlük geçiyor.
Bu savaş bugün de sürüyor. Özgür Basın da bu savaştan nasibini alıyor. Siz de 33 yıldır sürdürdüğünüz bu gelenekte bu ateşin yakıcılığına tanık oldunuz ancak bugün hala bu geleneği sürdürüyorsunuz. Devlet aklı bu baskılarla, bu saldırılarla sonuç alabildi mi, Özgür Basını susturabildi mi?
Devlet aklı aynı şeyleri yaparak, değişik sonuçlar alacağını düşünüyor. Özgür Basın susturulamadığı gibi daha da büyüdü. Nietzsche’nin sözü galiba, ‘Beni öldürmeyen darbe, beni büyütür’. Biz darbe yediğimizde, yeni bir gazete çıkardık, daha güçlü gazete çıkardık. Gazeteler yetmez dedik, ajanslar kurduk, ajanslar yetmez dedik, televizyonlarımızı kurduk. Biz yolumuza büyüyerek, genişleyerek devam ettik. Devlet aklı aynı şeyi devam ettirmeye çalışıyor. Yazıktır, harcadıkları paraya, öldürdükleri insanlara yazıktır. 7 aydır süren sınır ötesi operasyonda ölen yüzlerce asker için benim acıdığım kadar kendilerinin acıdığını sanmıyorum. Yazık böyle bir sonuca.
MA / Özgür Paksoy