ANKARA - Altılı Masa’nın Anayasa değişikliği önerisinin tüm halkları kapsamadığını ifade eden Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Levent Köker, Türkiye’nin demokratik bir siyasi toplum olarak yeniden inşa edilmesi gerektiğini vurguladı.
Altılı Masa’nın 28 Kasım’da açıkladığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisi” ile ilgili tartışmalar devam ediyor. Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Levent Köker, Altılı Masa’nın önerisini değerlendirdi ve Anayasa’da değişiklik yerine nelerin yapılması gerektiğini belirtti. Köker, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” önerisinin, bugünkü “otoriter başkancı” sistemden daha iyi, “hukuk devleti” standartlarına daha yakın bir öneri olduğunu söyledi ve ekledi: “Ama ihtiyacımız bu mu derseniz, cevabım maalesef olumsuz olacaktır.”
‘HÜKÜMET İSTİKRARI’NA ÖNEM VERİYORLAR’
Öneriyle ilgili dikkat çeken ilk hususun, Altılı Masa’nın yürürlükteki 1982 Anayasası’nın 84 maddesinde yapmak istedikleri değişiklikleri kamuoyuna sunarken kullandıkları terimler olduğunu ifade eden Köker, “Parlamenter sistem önerisinin asla ‘geçmişe dönüş’ olarak anlaşılmaması gerektiği vurgulanıyor. Geçmişteki parlamenter sistem tecrübesindeki zaafiyetleri gideren ‘yeni bir sistem’ önerildiği belirtiliyor. Bu bakımdan ilk dikkat çeken yenilik, ‘kurucu güven oyu’. Buna göre, bir hükümetin Meclis tarafından düşürülebilmesi için yeni kurulacak hükümet üzerinde de anlaşılmış olması gerekiyor. Buradan anlıyoruz ki, bu öneriyi hazırlayanlar, ‘hükümet istikrarı’na önem veriyorlar ve bu yolla parlamenter sistemi güçlendireceklerini düşünüyorlar” dedi.
‘BARAJ BÜTÜNÜYLE KALDIRILMALI’
Türkiye siyasetinin öteden beri önemli bir sorunu olan yargı bağımsızlığının sağlanması için yüksek mahkemelerin örgütlenmesinden Hakimler ve Savcılar Kurulu’na pek çok konuda yeni düzenlemeler önerildiğini aktaran Köker, yüksek yargının oluşmasındaki Meclis’e verilen büyük söz sahipliğine dair şunları söyledi: “Bu önerilerin arzu edilen demokratik sonuçları verebilmeleri için TBMM’nin oluşmasında da demokratik usullerin geçerli olması gerekir. Bu olmadığı takdirde, bu kez yargı, tek adamın değil ama tek parti çoğunluğunun emrine girebilir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak için, TBMM’nin oluşmasında, yâni seçimlerde barajın, yüzde 3 bile değil, bütünüyle kaldırılması ve tüm siyasi eğilimlerin orantılı temsilini sağlamak daha yerinde bir yaklaşım olacaktır.”
‘NEGATİF ÖZGÜRLÜK ANLAYIŞI’
Öneride “özgürlük” yerine “hürriyet” teriminin tercih edildiğini kaydeden Köker, “hürriyet” sözcüğünün kavram olarak daha çok “serbestlik” ile birlikte tanımlandığını vurguladı. Köker, şöyle devam etti: “Bu yönüyle hürriyet, daha çok bireylere müdahale edilmemesi gibi, negatif özgürlük diye bildiğimiz bir kavrama yakın durmasıdır. Oysa çağdaş anlamıyla özgürlük, bireye devletten eğitim, çalışma, sağlık, sosyal güvenlik ve en önemlisi maddi ve manevi kişiliğin geliştirilmesi ve insanca yaşama koşullarının sağlanması gibi ‘pozitif’ taleplerde bulunabilmesini de içeren bir kavram. Hürriyet terimini tercih etmek, negatif özgürlük anlayışına daha çok ağırlık veren bir yaklaşımı ifade ettiği için, kanımca yerinde bir tercih olmamıştır.”
DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI
Önerinin olumlu yanlarına değinen Köker, “Bunlardan ilki, seçimle belirlenen yerel yönetim organları üzerinde İçişleri Bakanlığı üzerinden merkezi devletin sahip olduğu vesayet denetimi yetkisinin sınırlandırılmak istenmesi ve özellikle bakanlık emriyle yerel yönetim organlarının görevden alınmalarına son vermesi. Bu, belki de Kürt sorunu bağlamında önerinin tek olumlu içeriğini meydana getiriyor” dedi. Dokunulmazlıkların kaldırılmasının zorlaştırılması ve bu bağlamda yasama sorumsuzluğu vurgusuna özel bir yer verilmesinin de dikkat çekici olduğunu kaydeden Köker, “Mevcut Anayasa’da var olan yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığı ayrımının günümüzdeki otoriter rejim altında göz ardı edildiğini, bunun, başta Selahattin Demirtaş olmak üzere, dokunulmazlıkları kaldırılan pek çok HDP milletvekili bakımından hak ihlalleriyle sonuçlanan hukuksuzluklara neden olduğunu biliyoruz. Önerinin bu yönü de bu açıdan olumlu görülebilir. Hiç kuşkusuz, 2016’da bir Anayasa değişikliği ile milletvekili dokunulmazlıklarının topluca kaldırılması gibi bir hukuksuzluğa olumlu oy vermiş siyasetçilerin, bu davranışlarından dolayı nedamet getirdiklerini görmek isterdik. Bu öneriyle böyle bir özeleştirinin de yapılmış olduğunu kabul edebilir miyiz, bilemiyorum” yorumunda bulundu.
‘ÇÖZÜM İÇİN YETERLİ DEĞİL’
Anayasa değişikliği önerisinin Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu sorunları çözmek için yeterli olmadığını vurgulayan Köker, “Çünkü, Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunların bir anayasa değişikliğiyle ya da yepyeni bir anayasa yapılması yoluyla çözülmesi mümkün değil. Anayasa veya genel olarak herhangi bir yasa, sorunları çözmez ama sorunların çözümü için nasıl karar verilebileceğini gösterir. Türkiye’nin temel sorunu, karşı karşıya bulunulan ve tüm toplumu ilgilendiren sorunların çözümü için toplumun tüm kesimlerinin eşit ve özgür bir yurttaşlık ortamı ve bilinci içinde karar alma süreçlerine katılmasının imkansız olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun da gerisinde, devletin toplum üzerinde kurmuş olduğu tahakküm mekanizmalarıdır. Bu mekanizmaların giderilmesi ve toplumun kendi kendisini idare etmesinin sağlanması, yani özetle demokrasinin kurulup yerleştirilmesi, Türkiye’nin önündeki en acil ihtiyaçtır” şeklinde konuştu.
YENİDEN İNŞANIN YOLU
Öneriyi yapan Altılı Masa’nın, “yeni bir sistem” önerdiklerini ileri sürerken, aynı zamanda bir “yeniden inşa” sürecinden söz ettiklerini söyleyen Köker, Türkiye’nin demokratik bir siyasi toplum olarak yeniden inşa edilmesi gerektiğini belirtti. Bunun yolunun mevcut anayasayı değiştirmek değil, yepyeni bir anayasa yapmak olduğunu sözlerine ekleyen Köker, yapılması gerekenleri sıraladı: “Yepyeni bir anayasa yapmanın yolu da, bugün içinde bulunduğumuz aşamada, önümüzdeki seçimlerde oluşacak olan yeni TBMM’nin ve yeni Cumhurbaşkanlığı’nın bu yeni anayasa yapmak için nasıl çalışacağını gösteren ve yeni anayasa yapılıp yürürlüğe girinceye kadar geçerli olacak biçimde hazırlanan bir geçici anayasa düzeni kurmaktan geçecektir. Altılı Masa, böyle bir yol izlemek yerine, 1921’de meclis hükümeti ile başlayıp, 2017’ye kadar çeşitli biçimleriyle deneyimlediğimiz ‘parlamenter’ hükümet modelini restore etmenin belki bir iki adım ötesine ancak geçebilen bir anayasa değişikliği düşünmektedir.”
Köker, “Buna göre, eğer Altılı Masa, Cumhurbaşkanlığını ve TBMM’de yeterli çoğunluğu elde ederse, böyle bir anayasa değişikliği yapılacak ve Türkiye yoluna öyle devam edecektir. Oysa işin doğrusu, 1990’lardan beri bu toplumun tüm kesimlerinin aktif olarak katılmış ve çok emek vermiş olduğu çalışmalarla kristalize olan yepyeni bir anayasa yapma emelini gerçekleştirmeye yönelik bir ara dönem öngörülmesiydi” dedi.
‘MİLLİYETÇİLİK ÖĞESİ İÇERMESİ İNANILMAZ’
Önerinin Türkiye’deki tüm halkları kapsayıp kapsamadığına dair sorumuza, “Kuşkusuz hayır” yanıtını veren Köker, nedenlerini şöyle açıkladı: “Altılı Masa’nın önerisi, anayasal kimlik veya vatandaşlık tanımı, Anayasa’nın temel bir norm gibi benimsediği milliyetçi devlet ideolojisi ve bunun Anayasa düzeni içindeki belirleyici yansımaları, örneğin anadilinde eğitim yasağı gibi çok temel sorun alanlarına değinmiyor. Bununla birlikte, bu öneride öyle bir 62’nci madde vardır ki, bize çok şey söylemektedir. Bugünkü Anayasa’da halen mevcut olan 62. madde, ‘Yurt Dışında Yaşayan Türk Vatandaşları’ başlığını taşımaktadır. Altılı Masa’nın teklifi, madde başlığını ‘Yurt dışındaki Türkler’ olarak değiştirmeyi öngörmektedir. Böylece kapsam, ‘Türk vatandaşları’ yerine ‘Türkler’ biçimine bürünmektedir. Yani, yurt dışında ilgilenilecek olan kişi ve grupların kapsamı, ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları’ndan daha geniş olarak, ‘Türkler’ terimiyle ifade edilmekte ve madde metninde de Türk kavramının bir etnik soyun adı olarak kullanıldığı görülmektedir. Uzun yıllar boyu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının Türk terimiyle karşılanmasının içerdiği dışlayıcılığın ve yarattığı sorunların tartışmalarını yaşamış olan bir toplumda, demokratik ve ‘hürriyetçi’ bir anayasa önerisinin böyle bir milliyetçilik öğesini içermesini, en hafif terimle, hayretle karşılamak gerekir. Hele de insan onurunu ‘hak ve hürriyetlerin temeli’ olarak kabul etme iddiası taşıyan ama insan onurunun özlü ifadesi olan anadilleri üzerindeki yasaklara hiç değinmeyen bir öneri metninde böyle bir düzenleme teklif etmek; inanılmaz!”
KÜRT SORUNU
Söz konusu Anayasa değişiklik önerisinde Kürt sorununun çözümüne dair vurguların olup olmadığına ilişkin sorumuza ise Köker, “Kürt sorununun iki veçhesi bulunmaktadır. Yıllardan beri söyleye söyleye dilimizde tüy bitti, ama hep dönüp dolaşıp aynı noktaya tekrar geliyoruz. Sorunun ‘şiddet sarmalı’ diye özetleyebileceğimiz veçhesinin nasıl çözüleceği ayrı bir konu gibi dursa da bu şiddet sarmalını besleyen asıl veçhesini, bundan 30 küsur yıl önce, eski Cumhurbaşkanı Demirel’in cümle aleme ilan ettiği ‘Kürt realitesini tanıyacağız!’ ve ‘Herkes birinci sınıf vatandaş olacak!’ cümlelerinde yakalamak mümkündür. Bu iki cümlenin birlikte ifadesi, Kürtçenin ve Türkçe dışındaki diğer anadillerinin hukuki statüsünün yeniden belirlenmesi, yani ‘anadilinde eğitim yasağı’nın kaldırılması ve Türkiye toplumunun tümünde ‘yerelden ve yerinden yönetim’ mekanizmalarının, bir diğer deyişle yerel ve yerinden katılımcı demokratik kurumların inşa edilmesi gerekliliğidir” diye belirtti.
‘YENİ BİR ANAYASA ŞART’
Bunların inşa edilebilmesi için yeni bir anayasanın yapılmasının şart olduğunu vurgulayan Köker, şu önerilerde bulundu: “Bunun olabilirliği, tüm toplumun katılımcı bir süreçle katılacağı bir yeni anayasa yapım sürecini güvenceye alan bir geçiş anayasasının yapılmasına bağlıdır. Bunu yapabilmek için, böyle bir görüşe, böyle bir gelecek tasavvuruna sahip olmak, yani bunu düşünmek gerekir. Bunu düşünen bireyler ve gruplar vardır ama anlaşılan o ki, Altılı Masa üzerinde herhangi bir etki yapamamışlar. Oysa, bugünkü otoriter başkancı rejimin seçimlerde yenilgiye uğratılabilmesi için Altılı Masa’nın kendisi dışındaki kesimlerin taleplerine daha duyarlı olması gerektiği açık bir gerçektir. Bu olmadan demokratikleşme yönünde adım atmamız zordur, zira vakit çok daralmıştır.”
MA / Zemo Ağgöz