HABER MERKEZİ - Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılarla “halkların birlikte yaşam modelinin” hedef alındığını söyleyen gazeteci Halit Ermiş, olası yeni bir kara saldırısında Türkiye’nin kaybedeceğini vurguladı.
Türkiye, 19-20 Kasım tarihleri arasında Kuzey ve Doğu Suriye kentlerine dönük hava saldırıları başlattı. Hava saldırılarının yanı sıra birçok bölge top atışları ile bombalanıyor. Şuana kadar çok sayıda sivil, askeri meclis üyesi ve Şam rejimi askeri yaşamını yitirdi. Saldırılarda altyapı, hastane ve okul gibi yerler hedef alınıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaptığı açıklamalarla bölgeye dönük karadan yeni bir saldırı başlatılacağını belirtirken, ABD ve Rusya başta olmak üzere uluslararası güçlerin sessizliği sürüyor.
Gazeteci Halit Ermiş, 14'üncü gününü giren saldırılara dair Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.
Türkiye'nin 19-20 Kasım'da başlattığı saldırılar devam ediyor. Saldırılarla amaçlanan ne?
Türkiye’nin bölgeye saldırılarını sadece güncel gerekçelerle açıklamak yerini bulamaz. Bölgeye dönük stratejik bir yaklaşımı var. Yine Kürtlere dönük Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana süregelen ve soykırıma dayalı bir devlet siyaseti var, ki bu durum bugün için de geçerlidir. Elbette zamanlama açısından güncel nedenleri de var. Bölge siyaseti, ekonomik kriz, seçimin yaklaşıyor olması güncel gerekçeleridir. Ama en önemlisi gerilla karşısında yaşadığı zorlanmadır. Bunu bir şekilde Rojava üzerinden telafi etmeye çalışıyor. Yine kimyasal silah kullanımı konusunda Kürtlerin büyük tepkisiyle uluslararası alanda teşhir oldu. İşlediği savaş suçları ifşa oldu. Bu gündemi değiştirmesi, Kürtleri daha fazla kriminalize ederek, gündemi sözde 'terör' adı altında değiştirmek ve yaptıklarını meşrulaştırmak istiyor. Tabi sadece gündem değiştirmek de değil, Kürt soykırımına halkların tepkisi geliştikçe, gerek NATO gerekse kendisine bu yönlü destek veren devletlerin hepsi zorlanacaklardır. Bu da soykırımcı siyaseti yürütmekte zorlanma yaratacaktır.
Diğer yandan İran’daki gelişmeler belirsiz bir sürece evriliyor. Orada Kürtler adına defacto bir durumun ortaya çıkmasından korkuyor. Yeni bir Rojava ihtimalini değerlendirerek şimdiden Kürt örgütlülüğünü tasfiye etmeye çalışıyor. Bunun için zamana yaymadan Rojava’yı tasfiye etmek istiyor. Bir de Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı uluslararası boşluklardan siyasi rant sağlamak istiyor. Bu şekilde bölgede elini güçlendirmeyi hesaplıyor. Rojava’yı bu anlamda küresel güçlere karşı bir baskı aracı olarak kullanmak ve taviz koparmak istiyor.
Türkiye'nin saldırılarında uluslararası güçlerin tutumunu nasıl değerlendirirsiniz?
Burada bence en fazla dikkat çekilmesi gereken güç Rusya’dır. Rusya, Şam hükümetini ayağa kaldırmaya çalışıyor. Özerk Yönetim karşısında kullanacağı, kullanabileceği etkili koz olarak Türk devletini görüyor. Ölümü gösterip Özerk Yönetim’i sıtmaya razı etme siyaseti yürütüyor. Özerk Yönetim’e verilen mesaj, ya istediğimiz şartları kabul edip 2011 öncesine dönersin ya da Türk devleti saldırır ve katliam gerçekleştirerek sizi tasfiye eder mesajıdır. Diğer yandan ABD ve uluslararası koalisyon güçleri eskisi gibi her şeye muktedir değiller. Bölgede istedikleri dizaynı rahatça gerçekleştiremiyorlar. Karşılarında Rusya, Çin, İran gibi etkili güçler var. Yine Arap devletleri de bu iki kutup arasında dengeleyen bir siyaset yürütüyorlar. Dolayısıyla Kürtleri kendi aralarındaki pazarlığa kurban eden bir siyaset de zaman zaman ortaya çıkabiliyor. Tabi burada yine Türk devleti devreye girmiş oluyor. Bu iki cephe de Türk devletini yanında tutma siyaseti yürütmek isteyince net bir tutum sahibi de olmuyorlar. Aslında biraz zamana oynama siyaseti tüm güçlerce devrededir. Yani sorun sadece karadan bir işgal saldırısı değil, havadan yapılan saldırılar da bölgeye ciddi zararlar verdi. Bu saldırılar da tüm bu çelişkilerden ortaya çıkıyor. Bu saldırılarla bölge alt yapısı tahrip edildi. Ama tabi dediğim gibi bu güçler bölgenin ne zarar gördüğüne değil, kendi siyasi hamlelerinin sonuç alıcılığına göre hareket ediyorlar.
Halit Ermiş
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kara operasyonu tehdidi sürüyor. QSD’den olası bir saldırı sonrası çatışmaların tüm bölgeye yayılacağı açıklamaları yapıldı. Olası bir kara saldırısında neler yaşanır?
Olası bir karadan işgal saldırısı ne Efrîn ne de Serêkaniyê gibi olmayacak. Bölge halkında büyük bir direnç olduğu kesin. Saldırılara rağmen kimse yerini terk etmiyor.
Bence olası bir karadan işgal saldırısı ne Efrîn ne de Serêkaniyê gibi olmayacak. Bölge halkında büyük bir direnç olduğu kesin. Sadece direnç de değil, Türk devletine karşı büyük bir tepki de var. Saldırılara rağmen kimse yerini terk etmiyor. Tabi bu bir dirençtir. Yine Efrîn ve Serekaniyê’den bir tecrübe çıkarıldı. Efrîn ve Serêkaniyê işgal saldırılarında savaş dar alanda tutularak bölge parça parça işgal edildi. Tabi QSD bundan bir tecrübe çıkardı. Türk devletinin bu şekilde bölgeye daha rahat saldırdığını ve uluslararası alandan da tepkilerin gelişmediğini gördü. Aslında aynı zamanda herkesi bu işgale alıştırma gibi bir yöntemde uygulandı. Dolayısıyla yeni bir savaş durumunda sürecin böyle ilerleyeceğini tahmin etmiyorum. Tabi bunun psikolojik anlamda olumsuz etkileri oldu. Topyekun bir savaş, süreklileşen bu savaşı ve parça parça işgal siyasetine de noktayı koyacaktır. Ya Türk devleti kırılacak ya da istediklerini yapacaktır. Ama benim kanaatim olası yeni bir savaşta Türk devleti kaybedecektir.
Birincisi bölge halkının tutumu ve duruşu ciddi anlamda değişmiştir. Artık durumun sürüncemede kalmasını istemiyor ve Türk devletine karşı öfke çok çok büyük. Öyle özel savaş yöntemleri de artık eskisi gibi tutmuyor. Sadece Kürtler değil, bölgedeki tüm halklar gelişen katliamlardan ve işgalden sonra artık buna bir dur deme kararlılığında. Bir de savaşın sahaya yayılması Türk devletinin daha fazla teşhir olmasını getirecek. Tüm dünya Türk devletinin gerçek amacının bölge işgali ve ilhakı olduğunu görecektir. Dolayısıyla savaş tüm sahaya yayılır ve tabi sonu belirsiz bir durum ortaya çıkarır. Güçlü bir direniş aynı zamanda Şam hükümetinin Özerk Yönetim’i yok sayan siyasetinde de bir kırılma yaratır. Tabi bu aynı zamanda Rusya siyasetinde de bir kırılma demektir.
Bir de DAİŞ gerçeği var. Eğer sözü edildiği gibi tüm bölgeye yayılan bir savaş olursa, bu kesinlikle DAİŞ’in yeniden harekete geçmesini getirir. Bölge zindanlarında binlerce elemanları var, gizli hücreler var, Hol ve Roj kampı gibi kamplarda elemanları var. Bu sadece Suriye değil, tüm bölge için yeniden büyük bir kaos demektir ki, Türk devleti bu gerçeği bildiğinden bilinçli şekilde savaşı zorluyor. Tabi bu sadece bölge de değil, tüm dünya için ciddi tehlike demek. Eğer öyle bir şey olursa bu binlerce çetenin Avrupa’ya, dünyanın değişik yerlerine geçmesi demek olur ki, tam bir kaos durumu her yere yayılır.
Rejim mevcut saldırılara neden sessiz? Rusya görüşmelerde neyi dayatıyor? Özerk yönetim taviz verilmesinden bahsetti ve bunu kabul etmeyeceklerini söyledi. Neler oluyor?
Şam hükümetinin şimdiye kadar ülkeyi demokratikleştirerek düze çıkarma yönlü bir siyaseti gelişmedi. Tabi burada belirleyici olan Rusya ve İran faktörünü görmek gerekir. Zira Şam demek aslında Rusya ve İran demek. Tabi mevcut durumda Rusya daha fazla belirleyici. Rusya, Türk devleti ile ilişki ve pazarlık geliştirince Şam’ın konuşmasına da bence izin vermiyor. Rusya hem bölge hem de küresel çıkarları açısından nasıl uygun görüyorsa Şam ona göre hareket ediyor. Bir yönüyle ona mahkum olmuş durumda. Tabi bu denklem, eğer Rusya olmazsa Şam Türk devletine güçlü tepki koyar sonucunu da yaratmaz. Çünkü Şam ile Ankara’nın Kürt siyasetinde çok da ayrışan bir durumu yok. Şam, merkeziyetçi ve ulus devletçi siyaset ve zihniyetinde değişim gerçekleştirmiyor. İşte bu zihniyetin İran’ı nasıl bir duruma getirdiği gözler önünde. Ama yine de Şam demokratikleşme yönünde adım atmıyor. Kaldı ki, bu zihniyet zaten Suriye’yi çetelerin cirit attığı, küresel güçlerin ülke üzerinde ameliyat gerçekleştirdiği bir duruma getirdi. Ama yine de değişimi kendi içinde gerçekleştiremiyor.
Açıkçası resmi olarak Rusya’nın ya da diğer güçlerin şu dayatmaları var, talepleri şunlar diye şimdiye kadar bir açıklama yapılmış değil. Basında bazı iddialar ortaya atıldı. Ama benim görüştüğüm Özerk Yönetim temsilcileri bu iddiaları doğrulamadı. Hatta resmi olarak kendilerine bu tür şeylerin iletilmediğini de söylediler. Fakat belli ki Şam’ı yeniden 2011 öncesi pozisyona getirmeye çalışan Rusya, Türk devletinin dayatmalarının arkasında duruyor. Tabi bu illa Türk devletinin Rojava’ya yerleştirilmesi değil de, Özerk Yönetim’in her şeyi Şam hükümetine devretmesi üzerinden olmasını istiyor. Aslında bir şekliyle Türk devletinin işgal ve soykırımla yapmak istediğini, Rusya, Özerk Yönetim’i buna razı etmek suretiyle yapmak istiyor. Ya da belki yerel yönetimler kimi haklar vererek işte kendisince bir çözüm bulmak istiyor. Elbette Özerk yönetim ve QSD temsilcileri defalarca hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yönlü beyanlar verdiler. Rusya’nın benim gördüğüm kadarıyla yapılmasını istediği şey teslim almaktır.
ABD “rahatsız” olmasına rağmen neden yeterli tepkiyi göstermiyor? Yine rejim daha önceki saldırılara sert tepki verirken şimdi sus pus. Bu durgunluğu, sessizliği nasıl yorumlamalıyız?
Şam hükümetinin sessizliğine yukarıda kısaca değindim. Ama ABD’de aynı şekilde küresel güç dengelerinden kaynaklı sessiz kalıyor bence. Irak’ta 20 yıldır sorunu çözemiyor. İran bunda ciddi bir etken. Suriye keza 11 yıldır aynı kaos ortamında. Yine aşılamadı sorunlar. Sadece buralarda değil tabi. Dünyanın birçok yerinde benzer sorunlar var. ABD veya diğer küresel güçler elbette kendileri açısından zorlayıcı olacak adımlar atmıyor. TC bu küresel güçler arasındaki boşlukları kullanınca, küresel güçler de kendi bölge çıkarları arasında gerekli böyle bir siyaset yürütmeyi kendileri açısından uygun görüyor. ABD’nin 20'nci yüzyıl Kürt siyasetinde de bir değişim yok. Hal böyle olunca denklemi kendi lehine çevirmenin hesaplarını yapıyor. ABD gibi küresel güçler açısından bu denklemin kimin üzerinden kendi lehine döndüğü çok sorun değil. Ama mevcut durumda çıkarları daha çok Türk devleti üzerinden olduğundan bu saldırılara sessiz kalıyor. Aslında sorun sadece ABD-Türk devletinin ortak çıkarları da değil, Arap devletleri de bu denklemde yer alıyor, keza İsrail aynı denklemin bir parçası ve tüm bunlar birbirini tamamladığından böyle bir sessizlik durumu ortaya çıkıyor.
Rojava'da Kürtler, Araplar, Türkmenler, Ermeniler birlikte oluşturdukları sistemde yaşıyor. Asıl hedef birlikte yaşam modeli olabilir mi?
Saldırın en temel hedeflerinden biri de halkların birlikte yaşam modelidir. Küresel güçlerin saldırılar karşısında bu kadar zımni işbirliği içinde olmasının nedeni de budur. Bu model kapitalist sisteme karşı demokratik modernite sisteminin vücut bulmasıdır.
Tabi ki saldırının en temel gerekçelerinden biri de budur. Yine küresel güçlerin de aslında saldırılar karşısında bu kadar zımni işbirliği içinde olmasının nedeni de budur. Bu model kapitalist sisteme karşı demokratik modernite sisteminin vücut bulmasıdır. Dolayısıyla küresel kapitalizme ve onun ulus devletçi sistemine alternatiftir. Dolayısıyla da ne küresel güçler ne de bölge ulus devletleri bu sisteme tahammül edemiyorlar. Aslında özellikle küresel güçler yapabilirlerse içten dönüştürme, istedikleri çizgiye çekme yönetimini de uygulamak isterler. Ama işte o zaman da yine tekçi bir sistem yaratırlar ki bu durumda bölge halkları arasında sonu gelmez bir iç çatışmayı da körüklemiş olurlar. Mesela Türk devleti bir Kürt-Arap çatışması yaratmaya çalıştı. Daha önce Arap aşiretlerini bir araya getirme, Özerk Yönetim’e karşı kullanma girişimleri oldu. Bunu işgal altındaki Ezaz’da, Cerablus’ta hayata geçirmeye çalıştılar. Ama tutmadı. Küresel güçler de keza kendi emirlerine koşan, istedikleri siyaseti uygulayan, gerektiğinde bölgede istedikleri güçlere karşı jandarmalık görevi verecekleri bir yapı yaratmak isterler. Bu durumda tabi bir özgürlükten söz etmek mümkün olmaz. İşte bölge halkları da özerk yönetim modelinde ısrar ettikleri sürece bir arada kalabilir ve saldırılara karşı direnebilir.
Bölgeyi ayakta, birlik içinde ve güçlü tutan bu mu?
Dikkat ederseniz şimdiye kadar bölgeyi güçlü tutan, direnmesini sağlayan da bu duruş oluyor. QSD’ye karşı küresel ve bölgesel güçlerin tepkisi de buradan geliyor. Örneğin Rusya ısrarla QSD’ye karşıdır. Yine Şam, Ankara ve Tahran bu yapılanmaya karşıdır. Bölgeyi savunmadan yoksun bırakmak istiyorlar. Ama en fazla da halkların oluşturduğu ortak savunma gücünden yoksun bırakmak istiyorlar. Çünkü QSD’ye saldırmak, Kürde olduğu kadar Arapa, Çerkese, Türkmene, Ermeniye, Süryaniye saldırmak oluyor. O açıdan bu gücün dağıtılması isteniyor. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim ismine dahi tepki gösteriyorlar. İşte işbirlikçi Kürtlere de özellikle bu isim üzerinden devrim karşıtlığı yaptırıyorlar. Sadece Rojava denmediği için durmadan sanki Kürt karşıtlığı yapılıyormuş gibi mantıksız bir saldırı geliştiriliyor. Oysa Özerk Yönetim, Rojava gerçeğini inkar etmiyor. Ama Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim’i tanımlaması coğrafya kadar ortak sistemi tanımlama açısından da anlam ifade ediyor. Sadece Rojava deseniz bu şekilde özellikle Arapları yok sayarsınız. Oysa bölge Rojava’dan tutalım Reqa, Dêrazor’a uzanan, Mınbiç’in de dahil olduğu bir coğrafi alanda ortak sistem kuruyor. Peki sadece Rojava deseniz bu bölgelere ne diyeceksiniz. Aslında yüzyıldır Kürt sorununun en temel nedenlerinden olan bu inkarı bir şekilde burada tersinden yaratarak halkları çatıştırmak istiyorlar. Bu son derece ciddi ve tehlikeli bir oyun. Kürtler bu tuzağa düşmemeli. Çünkü özerk yönetim içinde ilk kez Kürtler temel haklarını özgürce yaşayabilecekken, bu tür oyunlarla Kürtleri yeni bir soykırıma uğratmak istiyorlar.
Bu model neden rahatsız ediyor?
Çünkü bu sistem vücut buldukça halklar tekçi ulus devletleri sorgulamaya başlayacaklar ki, bu ulus devletler aynı baskı ve sömürüyü kendi halklarına da yapıyorlar. Ama milliyetçilik, ırkçılık bu faşizan baskılar örtmenin aracı olarak kullanılarak gerçekler manipüle ediliyor. Yüzyıldır Kürtleri soykırımdan geçirmek isteyen Türk devleti, kendi içinde bu durumu manipüle ederek sürekli bir baskıcı sistem oluşturmuş durumda. Ekonomi büyük oranda Kürt soykırımına ayrıldığından Türk halkı da aç. Dolayısıyla bu sistem elit sınıfların çıkarına geldiği için, daha fazla iktidar ve ekonomik rant sağladığı için de terk etmek istemiyorlar. Özcesi Özerk Yönetim ulus devlet zehrine panzehir görevi gördüğünden, ulus devlet zehrini tekelinde tutanlar Özerk Yönetim’e karşı savaş başlatmış durumdalar.
Sivil bölgeler, yaşam alanları ve toplumsal hizmet yerleri saldırılarda hedef alınıyor. Buralarda saldırıya onayın ipuçları var mı, varsa nelerdir?
Saldırılara onay olmazsa gerçekleşmesi mümkün değil. Havadan ve karadan saha Rusya ve koalisyonun denetiminde. Peki bunlara rağmen bir saldırının gelişmesi mümkün mü? Hele ki hava sahasının bu şekilde ihlal edilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla saldırılar tamamen bu güçlerin onayıyla gerçekleşmiştir.
MA / Müjdat Can