İZMİR - Hukukun iktidarın istediği gibi kullanabileceği bir sopa olmaması gerektiğini belirten ÖHD’li Şükran Öztürk, Türkiye Barolar Birliğine çağrı yaparak, “Tecride sessiz kalmamalı, Öcalan'ın çağrısını hukuksal anlamda sahiplenmeli” dedi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan 23 Ekim'de yeğeni Ömer Öcalan'la aile görüşmesi gerçekleştirdi. 28 Aralık'ta ise DEM Parti Milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan Abdullah Öcalan'la bir görüşme gerçekleştirildi.
Görüşmeleri, tecridi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin hakkında verdiği "umut hakkı"nın değerlendiren Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi Avukat Şükran Öztürk, yapılan görüşmelerin önemli olduğunu belirterek, "Bu görüşmeler elbette ki tecride karşı uluslararası olarak verilen mücadele sonucu gerçekleştirildi. Yapılan görüşmeler de tecridin kaldırıldığı anlamına gelmez" dedi.
Ömer Öcalan'la yapılan görüşmede Abdullah Öcalan'ın bizzat kendisinin tecridin devam ettiğini söylediğini hatırlatan Şükran Öztürk, "Sayın Abdullah Öcalan'a yönelik dünyada eşi benzeri görülmemiş bir tecrit sistemi uygulanıyor. Uygulanan tecridin hiç bir hukuki karşılığı yok. Böyle bir hukuk sistemi yok. Öcalan'ın ailesi, birinci derece akrabaları ile görüşme ve telefon hakkı ile avukatları istediği zaman görüşme hakkı var. Bu haklar uygulanmadığı sürece tecridin ortadan kaldırıldığını söylemek mümkün değil" ifadelerini kullandı.
'SİYASALLAŞMIŞ HUKUK SİSTEMİNİ KABUL ETMİYORUZ'
Hukuk ve yönetim şeklinin birbirinden bağımsız ele alınmayacağını ifade eden Şükran Öztürk, "Türkiye'ye baktığımızda da hukuk sistemini siyasetten bağımsız düşünemeyiz. Her sistem kendi hukukunu yaratır ve uygulatır. Buradaki sorun da mevcut cumhuriyet rejiminin getirdiği hukuki mevzuata uyulmamasıdır. Her iktidar hukuk sistemine kendi istediği gibi bir hal aldırıyor. Hukuk sistemini uygulamama hali ülkedeki çözümsüzlüğü getiriyor. O nedenle siyasallaşmış bir hukuk sistemini kabul etmemiz mümkün değil" diye konuştu.
'ÖCALAN'IN UMUT HAKKI PAZARLIK KONUSU YAPILIYOR'
AİHM Abdullah Öcalan'ın umut hakkının ihlal edildiği yönündeki kararına işaret eden Şükran Öztürk, "Umut Hakkı aslında infaz sistemimizdeki en sıkıntılı konulardan. İnfaz sistemimizde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen birisinin koşullu salıverilmesi yoktur. AİHM, Abdullah Öcalan kararında da umut hakkı olmadan, umut etme durumu olmadan ölene dek cezaevinde tutulmasını işkence olarak belirlemişti. Ancak bu hak Abdullah Öcalan için görmezden geliniyor, öteleniyor. Bunun için yasal bir düzenleme gerekiyor. Ancak Abdullah Öcalan var olan haklarını kullanamazken, bu düzenlemenin de siyaseten bir koz olarak kullanma ve pazarlık meselesi yapma gibi hukuk etiğine aykırı bir durum yaratılıyor" şeklinde konuştu.
UMUT HAKKI, ÇIKARLAR VE PAZARLIK
AİHM'in bu konuda Türkiye'den istediği yasal düzenlemenin 10 yıldır yapılmadığını hatırlatan Şükran Öztürk, konunun Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin gündeminde olduğunu hatırlattı. Bakanlar Komitesi'nin Türkiye'ye bir yıllık süre verdiğini anımsatan Şükran Öztürk, şunları söyledi: "AİHM kararlarını uygulamayan Türkiye'ye Bakanlar Komitesi'nde yaptırım uygulamalıdır. Sonuç olarak AİHM, Avrupa Parlamentosu ve Bakanlar Komitesi'nin alınan kararlara uyması gereken bir mevzuat var. CPT'nin ısrarla raporunu açıklamaması, kendi üzerine düşeni yapmaması bu 10 yıllık süreçte Avrupa ile yapılan pazarlık payı olarak düşündürtüyor. Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne taraf mahkemenin yetkisini tanımış verdiği karar doğrultusunda anayasal bir işlem yapma yükümlülüğü var. Bu anayasal yükümlüğü yerine getirmedikleri taktirde Komite'nin vereceği karar Türkiye'nin karşısına bir yaptırım olarak çıkmalı. Ancak bunu yaparlar mı, bilmiyoruz. 10 yılda bu süreci uzattıklarına göre burada da çıkarlar ve pazarlıkların olduğunu söyleyebiliriz."
'UMUT HAKKI İÇİN MECLİS YENİ DÜZENLEME YAPMALI'
Umut hakkının siyasi pazarlık konusundan çıkarılması gereken bir konu olduğunu vurgulayan Şükran Öztürk, şöyle devam etti: "Demokratik, çağdaş bir hukuk sisteminde olması gereken Meclisin umut hakkına dair düzenleme yapmasıdır. Öncelikle 'ölünceye kadar koşullu salıverilmeden yararlanamaz' düzenlemesinin tamamen ortadan kaldırılması gerekir. Ona göre bir infaz sistemi belirlenmesi lazım. Meclisin bu konuda insani ölçülerde demokratik sistemlerde infazın özüne uygun bir şekilde yasanın yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Böyle bir düzenleme ile Umut hakkı uygulanır."
Tecridin kalkması ve umut hakkının uygulanmasının adalete güveni tazeleyeceğini, barışın önünü açacağını belirten Şükran Öztürk, "Kürt sorununa çözüm noktasında hukuki bir adım atmak istiyorlarsa bu düzenlemeyi yapmak zorundalar. Barışa bu yönüyle katkı sunmak gerekir. Bu adımlar atılırsa Öcalan'ın fiziki özgürlüğü gerçekleşir" diye belirtti.
'TOPLUMUN TÜM KESİMİ TECRİDE DUR DEMELİ'
Abdullah Öcalan ile yapılan son görüşmede toplumun tüm kesimlerinin sürece katkı sunması yönünde çağrısına işaret eden Şükran Öztürk, "Biz de ÖHD olarak bu çağrıyı destekliyor ve tecride karşı barolar birliği, barolar ve hukuk örgütlerinin de bu süreçte aktif yer almasını istiyoruz. Ülkede yaşanan bu hukuksuzluğa karşı toplumun tüm kesimlerinin dur demesi gerekiyor. ÖHD olarak daha önce barolara tecride karşı Adalet Bakanlığı ile görüşmeleri için başvurular yaptık. Bazı barolar dönüş yaptı, ancak bazı barolardan olumlu bir dönüş alamadık" diye belirtti.
'BAROLAR BİRLİĞİ TARİHSEL ROLÜNÜ OYNAMALI'
Savunmanın yargının asli saç ayaklarından biri olduğunu dile getiren Şükran Öztürk, şunları söyledi: "ÖHD olarak o nedenle asla bu süreçte sesiz kalmamız gereken bir yerde olduğumuzu hatırlatmak istiyoruz. Çünkü savunmadır hukuk sistemini daha ileriye, daha çağdaş, daha demokratik, daha insan hakları noktasına getiren. O nedenle böylesi süreçlerde bizim ilk sorumluluk almamız gerekir. Bu ülkenin sorunları ve çözümü için hem barolar hem de Barolar Birliği sorumluluk almalıdır. Çünkü tecrit sadece Sayın Abdullah Öcalan'a uygulanan bir mesele olarak görülmemesi lazım. Onun şahsında demokrasiye uygulanan bir mesele olduğunu görmemiz gerekir. Hukuk iktidarın istediği gibi kullanabileceği bir sopa değildir. Dernek adına çağrı yapıyoruz: Barolar Birliği'nin tecride karşı artık sessiz kalmaması ve Öcalan'ın çağrısını hukuksal anlamda sahiplenmesini istiyoruz. Başta Barolar Birliği olmak üzere tüm hukuk örgütleri ve baroların yeni bir sürecin kapılarının aralandığı bu dönemde sürece katkı anlamında tarihsel rolünü oynamalı, tecride karşı çıkmalıdır."