Düzkan: Kadınlar kendi kaderini tayin ediyor

  • kadın
  • 09:01 28 Haziran 2021
  • |
img

İSTANBUL - İhvan geleneği içinde bir hareket olan AKP’yi diğer sağ partilerden ayıran politikanın cinsiyetçilik olduğunu belirten gazeteci-yazar Ayşe Düzkan, “Bu sistemi değiştiren itiraz çok rahatsız ediyor. Çünkü kendi kaderimizden bahsediyoruz” dedi.

Hakları ve kazanımları için mücadele eden kadınlar, yargı kıskacında. Sorumluları işaret eden ve Şilili kadınlardan dünyaya yayılan Las Tesis dansının bir tek yargılandığı Türkiye’de, kadına yönelik şiddete karşı durmak, katliamlara dair yapılan açıklamalar da iddianamelerde suç delili oldu. Tabloyu “Kadın hareketine yönelmiş siyasi tavır” olarak değerlendiren kadın aktivistler, yıllara varan hapis cezalarıyla yargılanıyor.
 
Kadın mücadelesine olan tahammülsüzlük ise en son Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) yönelik açılan kapatma davasında somutlaştı. Erkek şiddetiyle mücadele iddianamede delil sayılırken, kadın siyasetçilerin hitap tarzı da suç konusu oldu.
 
Feminist gazeteci ve yazar Ayşe Düzkan ile kadın mücadelesinin kriminalize edilmesi ve HDP iddianamesini konuştuk.
 
NEDEN MÜCADELE?
 
Türkiye'deki feminist hareketin öncülerinden olan Düzkan, kendini ayrıca kominist olarak da tanımlıyor. 1987-1990 yılları arasında Kadın Çevresi Yayıncılık'ın çıkarttığı "Feminist Dergi" de yazarlık yapan 62 yaşındaki Düzkan, “Kadınlara Mahsus Gazete” Pazartesi dergisinin kurucularından, aynı zamanda derginin yayın yönetmenliğini yaptı. “1970'lı yılların başında solcu, 1980'li yılların başında feminist oldum” diyen Düzkan, Demokrat Gazetesi, Radikal, Milliyet, Star, Pişmiş Kelle, Hayalet Gemi, Expres, Kırmızı Alarm, Kaosgl, Yeni Gündem, Özgür Politika, Gazetem.net ve Artı Gerçek gibi yayınlarda yer aldı. Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nin ilk 2 yılında parti meclis üyeliği yapan Düzkan, Çalar Saat, Erkekliğin Kitabında Yazmaz Bu ve Behiç Aşçı Kitabı adlı 3 kitap yazdı. 
 
İlk olarak sosyalist mücadeleyle tanışan Düzkan’ın, daha sonra bir kadın olarak kendisine biçilen kaderi değiştirmek istediği sırada feminist mücadeleyle yolu kesişti. 20’li yaşların başından bu yana da feminist mücadelede yer alan Düzkan, gazeteci olma nedeniyle ilgili şunları söyledi: “Feminist olmasaydım, yazı yazmaya başlar mıydım? Emin değilim. Bazı şeylerin yazılması, söylenmesi gerekiyordu. Bende yazmaya başladım.”
 
POLİTİK PROJE
 
HDP’ye açılan kapatma davasını “AKP’nin politik projesinin bir parçası” olarak yorumlayan Düzkan, buna da şöyle açıklık getirdi: “HDP’ye yönelmenin sebebi esas olarak barış talebi, Kürt meselesine yapılan vurgudur. AKP, eşitlik vurgusunu, meselesini problem gören, kadın-erkek eşitliğini doğru bulmayan bir siyaset yapıyor. Bu siyaset çerçevesinde yargı da şuan son derece politik şeylerle iktidar tarafından yönlendiriliyor. Kadınlarla ilgili çalışmalarda, eşbaşkan nasıl olabilir, işte kadınlar siyasete nasıl katılabilir? Bunları problem ediyor, bir suç gibi görüyorlar.”
 
HDP RAHATSIZLIĞI
 
Eşbaşkanlık sistemi başta olmak üzere kadın meselesinde epey yol alan HDP’nin, bu anlamda kadını irade görmeyen, eşitliğe karşı olan AKP’yi rahatsız ettiğini ifade eden Düzkan, “HDP, hem parti içinde hem de belediyelerde birçok kadını öne çıkarttığı için kadın önder çıkarttığı için rahatsız etti. Başka meselelerden bağımsız olarak sadece bir barış yanlısı, Kürt halkının dostu olmaya çalışan insan olarak değil, bir feminist olarak HDP’ye sahip çıkmaya çalışmamızın sebebi budur” ifadelerini kullandı.
 
KADIN DÜŞMANLIĞI
 
Türkiye gibi bağımlı ülkelerin ekonomik ve dış politikalarının uluslararası emperyalist sistem ilişkileri içerisinde belirlendiğini söyleyen Düzkan, ancak AKP’nin son dönmede bu sistemle de çeliştiğini belirtti. AKP’yi özellikle diğer sağ partilerden ayıran çizginin cinsiyetçilik olduğunu vurgulayan Düzkan, şöyle anlattı: “Kadın düşmanlığı da diyebilirim çünkü kadınları bu kadar ölüme, şiddete terk eden bir çizgiyi sadece cinsiyetçilikle, ayrımcılıkla açıklayamayız. Burada somut bir düşmanlık da var. Bu politikalarıyla başka bir sağ partiyle ayrılıyor.
 
Mesela; ANAP’ta kadın erkek eşitliğini savunmuyordu ama bu kadar istikrarlı bir şekilde, bu kadar somut bir şekilde adımlar atmazdı bu konuda. Bir de şöyle bir şey var, AKP hem kadın hareketinin hem LGBTİ+ hareketin yükseldiği bir dönemde iktidar oldu. İktidarı boyunca bu hareketler yükseldi. Aynı şekilde başta HDP olmak üzere sol partiler, muhalif partiler kadın erkek eşitliğini gündemlerine aldılar. LGBTi+ meselesini gündemlerine aldılar. Dolayısıyla ortada bir şey oldu. Ortada bir çatışma, bir açı oldu. Toplumda yükselen hareketle AKP’nin politikaları arasında bir açı var, çok açık bir şekilde. Yapılan anketlerde kadınların çoğu, AKP seçmenleri de dâhil İstanbul Sözleşmesi’nin kalması gerektiğine inanıyor. Çünkü kendisini koruduğuna inanıyor. AKP, o kadınları da kaybetmeyi göze alarak bu politikaları uyguluyor. AKP’nin sonu buradan gelebilir diye düşünüyorum. En azından gücünün azalmasının sebeplerinden biri buradan çıkabilir. Gücünün zayıflamasında kadın hareketinin yükselmesinin etkisi olduğunu düşünüyorum.
 
İHVAN GELENEĞİ
 
Şunu da hatırlatayım; AKP bölgede ihvan geleneği içinde bir hareket. İslam, Müslümanlık illa kadın düşmanlığı olmayı gerektirir demiyorum ama bu İslamcı hareketler içinde kadın düşmanlığı, kadınların sadece itaat etmesi gerektiği, erkeğe biat etmesi gerektiği konusu çok önemli bir tema. Ve biraz da erkekleri bununla çekiyorlar kendilerine… ‘Sen kadınlara her istediğini yapabilirsin, fakirlikten ölüyorsun, işsizsin, perişansın ama kadınlara istediğini yapabilirsin.’ Yani tavizdir özellikle işsiz sınıfı erkeklere verilen, yoksul erkeklere verilen bir tavizdir bu. Ve bu bölgede, geleneğin bir parçasıdır. En istikrarlı politikalarından biri bu ve evet kadınları kendisinden uzaklaştıran bir politika bu. Sandığımızdan daha fazla kadın rahatsız ve bu bitirmese bile zayıflatacak şeylerden biri olduğunu düşünüyorum.”
 
MİLİTARİST YAPI
 
Son dönemde kadın mücadelesinin, başta aile olmak üzere yaptığı birçok sorgulamanın eril sistemi oldukça rahatsız ettiğini ve saldırıların bu yüzden arttığını dile getiren Düzkan, “Birincisi; bu insanlar aidiyeti toplumun temelinde görüyor. Aile bizim açımızdan kadınların ve çocukların baskı altına alındığı, ama mutfakta ama tarlada emeklerinin sömürüldüğü bir baskı kurumudur. Ailenin sorgulanması bu anlamda önemli bir mesele. Çünkü aileyi, aynı zamanda toplumu da denetlemenin bir aracı olarak görüyorlar. İkinci bir mesele; çok çocuk meselesi. İktidarın genel siyaseti, bir çaresi bulunmamış nüfus artışına dayanıyor. Yani sürekli insan doğsun. Bu gençler işsiz mi kalırlar, nasıl eğitim alırlar, bunları hiç hesaplanmamış bir nüfus artışı politikasına dayanıyor. Bu şu demek; ucuz iş gücü ve bedava asker. Şimdi daha önce olmayan müthiş yayılmacı bir politika söz konusu. Daha önce Kürdistan’da sömürgeci konumunda olan Türkiye, artık emperyalist bir ülke olmaya çalışıyor. Libya’ya girerek, Afganistan’a girerek, Suriye’deki politikalarıyla, başka bir işgalciliğe adım attı. Bunun için asker lazım, bunun için nüfus artışı lazım. Bunun için de sürekli çocuk doğması lazım. Bu politikalara da itiraz ediyor kadın hareketi. Bu toplumun erkekleri, kadınların kendilerine itaat etmesine alışıklar ve bu sistemi değiştiren bu durum çok rahatsız edici. Kadınlar direk bu politikaları karşısına alıyor. Tek adam rejimi kurmaya çalışan tek adam için bu tür şeyler çok rahatsız edici tabi. Kadın hareketi, her kadının hayatını etkileyen somut şeylerden bahsediyor. Dolayısıyla kararlı ve sayısı artıyor, destek görüyor. Çünkü kendi kaderimizden bahsediyoruz” dedi.  
 
GÜVEN VERİLİYOR
 
Düzkan, “erkek devlet” söyleminin soyut değil somut bir tespit olduğuna işaret ederek, yargının bu noktadaki tutumuyla ilgili şunları ekledi: “Yargı da bizim yargımız değil. Kadınların yargısı değil, çünkü erkeklerden yana. Yargı, kadınların kendi özgürlükleri, hakları üzerine konuşmasını, bununla ilgili belli politikaları benimsemesinden rahatsızlık duyuyor. Neden? Erkek iktidarı sarsılacağı için bundan rahatsızlık duyuyor. Erkekler kadınları dövüyor, öldürüyor, emeklerine el koyuyor, rahat vermiyor ve bunların hiç biri suç oluşturmuyor, nefret suçu olmuyor. Ancak kadınların anaerkillikten bahsetmesi, savunması suç olarak görülüyor. Bu açıkça yargının erkeklerden yana olduğuna işaret ediyor. Yargı bunu erkek düşmanı olarak okuyor. Yani ‘nefret suçu’ dediği o. Adını böyle koymuyor ama bu anlamda okuyor.
 
Şimdi yeni bir şey ortaya çıktı. Özellikle politik bağlantı olaylar için diyorum; Musa Orhan devletin bir parçası olmasından yararlanarak, buna güvenerek, suç filli işleyebiliyor. Yine Deniz Poyraz’ın katili Onur Gencer, 2 sene Suriye’de kalmış sağlık çalışanı statüsü devam ediyor. Bu bile karışık bağlantıları olduğunu gösteriyor. Elinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) olan silahlar var. HDP’ye gittiğinde orada Deniz değil 3 erkek olsaydı onları da öldürecekti ama bir kadını öldürmüş olmak daha mutluluk verici onun için. Bu her halinden belli. Öldürmekten çekinmemiş, bir saniye bile duraklamamış bide fotoğrafını durumunda paylaşmış. Her erkek şiddet uygular, bu potansiyel vardır erkekte. Çünkü egemenlik böyle bir şey ama bu erkekler korunacaklarını düşünüyorlar. O bozkurt işaretlerinin, hilallerin kendilerine bir örtü olacağını yargı karşısında kendilerini koruyacaklarını düşünüyorlar. Birincisi ‘katilim ama bir sor niye’, ikincisi ‘ben vatanseverim, ülkücüyüm.’ Dolayısıyla bunun hem kamuoyu hem de yargı önünde bir bağışlatıcı, affettirici sebep olacağını düşünüyorlar.”
 
SORUN SİSTEM
 
Ülkede birden fazla sorunun olduğuna değinen Düzkan, çözüm önerilerine ilişkin şunları söyledi: “Problemlerin çoğunun kaynağında AKP-MHP iktidarının politikaları var. Bir kere bu militarist, emperyalist sömürgeci politikalardan vazgeçilmesi lazım. Bu Türkiye’yi ileriye götürecek bir şey değil. Kürt meselesi ile ilgili çözümün tekrar konuşulması lazım. Çok açık bir şey; bu mesele artık Türkiye’nin meselesi olmaktan çıktı aynı zamanda Suriye’nin de meselesi olmaya başladı. Çünkü Türkiye Suriye’nin iç politikalarına müdahale ediyor. Şimdi Türkiye, Kürtler arasındaki meseleye bile müdahale ediyor. Onların içinde taraf tutuyor,  KDP’nin tarafını tutuyor. Bütün bunlar hem dış politikada hem de içeride büyük sorunlar yaratıyor.
 
ALTERNATİF MEKANİZMA
 
Artan işsizlik, yoksulluk, asgari ücretin normal maaş haline geldiği, genç işsizliğin bu kadar arttığı büyük ekonomik problemler var. Hem Kürt meselesi hem de ekonomi politikalarına ilişkin muhalefetin de (HDP’yi bir kenara koyuyorum) özellikle ana muhalefet partisinin hiçbir anlamlı, dişe dokunur önerisi yok. Üçüncü mesele; cinsiyetle ilgili mesele. Cinsiyetle ilgili meselelerde şöyle bir şey var; öz örgütlenmeler olduğu için yani kadın ve LGBTİ+ hareketinin talepleri somut olduğu için onların taleplerine kulak veren yeni bir iktidar, onların taleplerine kulak vererek politikalar oluşturabilir ama ona da kulak tıkatılıyor. Bizim derdimiz Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli ile değil, bizim onların yürüttükleri politikalarla derdimiz var. Aynı politikaları Meral Akşener ile Kemal Kılıçdaroğlu da yürütecekse bizim için bir şey fark etmez. Alternatif politikalar, cesaret yok. Esas sıkışmışlığımızın burada olduğunu düşünüyorum ve bunu da oy kaybetmemek için yapıyorlar. AKP- MHP’ye benzer politikalar savunurlarsa onların tabanından oy alacaklarına inanıyorlar. Hiç böyle olmadı, yıllardır deniyorlar olmadı.
 
Bir mesele daha var Erdoğan açıkça söylüyor; parlamenter siyaset bitiyor. Açık bir şekilde parlamenter siyaset dışında çözümlerin kendisi için makul olduğunu söylüyor. Bu aslında Anayasal suç ama bununla mücadele işini yargıçlara, savcılıklara bırakamayız. Bir savcı bununla ilgili dava açsa 3 gün sonra görevden alınır, hatta bir saat içinde. Başka mekanizmaların olması lazım. Gittikçe daha kötü bir sürece girdiğimizi düşünüyorum. Bir yazarın görevinin gördüklerini aktarmak olduğunu düşünüyorum. Evet, her iktidar, her diktatörlük yenilmiştir ama çok uzun yıllar da sürebiliyor, bunu tarihten gördük. O yüzden bu süreçte akla ve yaratıcılığa ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.”
 
MA / Pınar Ural