AMED - Abdullah Öcalan'ın fikirlerinin Ortadoğu'daki krize karşı "çözüm adresi" olduğunu söyleyen DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, "Kürtlerle barış, Türkiye’nin en acil ihtiyaç duyduğu başlıklardan birisidir" dedi.
Ortadoğu'da 2024 yılında birçok gelişme yaşandı. İsrail'in 2023 yılında Gazze'ye dönük başlattığı saldırılar, yıl içerisinde Lübnan, İran ve Suriye ile devam etti. Heyet Tahrir el-Şam'ın 61 yıllık Esad rejimini devirmesi ile Türkiye ve bağlı Suriye Milli Ordusu'nun (SMO) Kuzey ve Doğu Suriye kentlerine dönük saldırıları yılın son aylarında öne çıkan gelişmeler oldu.
Kürdistan ve Türkiye'de ise, iktidarın Kürtler başta olmak üzere farklı halklar ve inançlara dönük baskıları, askeri operasyonlar, yerel seçimler, ekonomik kriz, cezaevlerindeki tecrit ve hak ihlalleri, konser ve dil yasakları, kadın ve işçi direnişleri, Kürt sorununun çözümüne dair tartışmalar ile PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın fiziki özgürlüğüne dair kampanya önemli gündemler arasında yer aldı.
Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), ülkedeki siyasi, toplumsal ve ekonomik krizlerin temel kaynağı olan Kürt sorununun çözümü ile Abdullah Öcalan'ın fiziki özgürlüğünü konularını önceledi. DBP, yıl içerisinde bu kapsamda birçok eylem ve etkinliğin öncülüğünü yaptı. Partinin bir diğer önemli çalışması ise, “Özgürlük örgütlenme ile başlar” şiarıyla başlatılan örgütlenme seferberliği oldu.
DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, 2024 yılında öne çıkan başlıklar ve partinin çalışmalarına dair sorularımızı yanıtladı.
Siyasetten ekonomiye, sağlıktan ekolojiye ve yargıya birçok alanda yoğun tartışmaların yaşandığı bir yılı geride bırakıyoruz. 2024 yılına dair bir tablo çizecek olursanız kısaca neler söylersiniz?
Hem Türkiye hem Kürdistan açısından adaletsizliğin, hukuksuzluğun, ekonomik krizin, hak ihlallerinin en derin yaşandığı; ama buna karşı demokratik siyaset ve toplumsal alanlarda bir yol arayışının ve demokratik çıkışın açığa çıktığı bir dönem geçirdik. Adaletsizlik ve hukuksuzluk alanında en önemli başlık tecritti. Uzun bir süre “tecrit” kelimesinin kendisi bile tecrit altındaydı. Ama bu bir yıl içerisinde hem tecridi, tecritten kaynaklı açığa çıkan derin hukuksuzluğu ve adaletsizliği daha çok konuşabildik.
Diğer önemli başlık ekonomik kriz oldu. Ekonomik krizin niye açığa çıktığı meselesi birçok açıdan tartışılmadı. Savaş ve ekonomiyi yan yana anmadığımız andan itibaren Türkiye ekonomisinin düzelmesine dair de herhangi bir söz söylemek mümkün değil. Bugün asgari ücret, memurların alacağı maaşlar ya da emeklilerin geçinemediği maaşların her birisinin bu ülkede yürütülen savaş politikalarıyla bağlı olduğunu söylemeye devam edeceğiz. Bu dönem geçinemediği için birçok insan intihar etti. Bu savaşı konuşmazsak ve savaşın yerine barışı konuşmazsak bu durum ne yazık ki böyle gitmeye devam edecek.
Yıl boyunca bir kültürel soykırımla da karşı karşıya kaldık. Belediyeler alındıktan sonra "Peşî pêya" yazısına dahi tahammül edilmedi. Meclis’te Kürtçe tahammülsüzlüğü konuştuğumuz andan itibaren sözümüz kesildi. Bir bütün olarak kendinden olmayanı, kendisini biat etmeyene yaşam hakkı, siyaset hakkı tanımayan bir iktidar gerçekliğini deneyimledik. Ama bunun karşısında da durmayan bir irade vardı. Yürüdük, konuştuk, eylem yaptık, bir araya geldik, toplandık, fikirlerimizi ortaklaştırdık, yol-yöntem arayışlarına girdik.
2024'te kritik bir seçim yapıldı ve iktidar ikinci parti konumuna düştü. Seçmen nasıl bir mesaj verdi, iktidar bu mesajı aldı mı?
Bir önceki genel seçimlerin sonuçları bence Türkiye açısından kritikti. Demokratik bir dönüşümün oluşabilmesi için ortak mücadele hattının önemli olduğunu aslında deneyimlemiş olduk. Bunun öncü gücü de Kürt halkıydı. Kürt halkının seçim başta olmak üzere, kendi hak ve talepleri etrafında ördüğü demokratik siyaset alanıydı. Yerel seçimlerde toplum, iktidar karşısında yeniden buluşmuş oldu. Bu durum, özel savaş politikalarıyla Kürdistan’ı demokratik siyaset alanından azade tutmak isteyen iktidara da devlet aklına da çok güçlü bir cevaptı.
Yerel seçimlerde ön seçim (DEM Parti'nin) deneyimi tartışmasız çok önemli bir yerde duruyor. Doğrudan demokrasi teorik tartışmalarımızda olduğu kadar, pratikte de hayata geçirdiğimiz şeylerden birisi oldu. Bu hem Kürtler açısından hem de Kürtlerin varlığını tanıma konusunda ufak da olsa cesaretli adımlar atabilen siyaset açısından yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
İktidar partisi, yerel yönetimlerde ilk defa en büyük yenilgisini almış oldu. Toplumun tercihi, iktidarın yürüttüğü düşman politikalarının farkındalığından azade olmadı. Kadınların, Kürtlerin, gençlerin, Alevilerin, emekçilerin bir bütün mücadelesiyle açığa çıkan bir tabloydu.
İktidar, demokratik seçenekten yana tavır koyan topluma karşı yine kayyım rejimini uygulamaya başladı. 3 dönemdir Kürdistan’a kayyım atanıyor ve bu AKP iktidarıyla tanımlanacak bir şey değil. 1925 Şark Islahat Planı’da, 1912 yılında Osmanlı seçimlerine kadar süreçlere baktığımız da Kürt halkının kendini yönetme iradesine dönük çok ciddi bir abluka var. Bu ablukayı mücadeleyle nasıl yıkacağımızı test ettik. Hem batıda Kent Uzlaşısı modelinin kendisi hem de Kürt halkının açığa çıkardığı demokratik yerel yönetimler, halkın teveccühü ile karşılandı. Biz yerel seçimleri sadece belediyeleri kazanmak üzerinden tarif etmedik.
Nasıl tariflediniz?
Mesele bir sistem tartışması değil, halkların arayışı ve erkek eğemenliğine karşı kadın eksenli sistemi nasıl inşa etme meselesi. Kadınların olmadığı bir siyaset demokratik değildir.
Mesele bir sistem tartışması meselesi. Mesele halkların arayışı, erkek egemenliğine karşı kadın eksenli sistemi nasıl inşa etme meselesi. Evet, belediyeler bu anlamda bir araç ama bizim esas mücadele hattımız demokratik bir ülkenin, demokratik bir düzlemin nasıl yaratılacağı üzerine ortak mücadeleyi korumaktır. Kayyım karşısında bu ortak mücadele var. Kayyım bir yandan da aslında kadın mücadelesini hedef alan başlıklardan bir tanesidir. Eşbaşkanlık sistemi, erkek-devlet aklıyla kriminal hale getirilmeye çalışılıyor. Halbuki demokratik siyaseti savunan bizler açısından, kadınların olmadığı bir siyaset demokratik değildir, kadının olmadığı bir yerel yönetim demokratik değildir, kadının olmadığı bir parti düzlemi de demokratik düzlem değildir. Dolayısıyla hem siyasi partinin kendisine ve mücadele hattına en özgürlükçü deneyimi katan kadınlara dönük de bir saldırı açığa çıkmış oldu. Ama bütün bu saldırılar karşısında kadınlardan gelen dayanışma bizim haklılığımızı, mücadelemizin meşruiyetini, bizim mücadelemizin geleceğe dair nasıl bir umut taşıdığını teyit eden pozisyondaydı.
Yıl başından sonuna kadar DBP'nin temel gündemlerinin başında Kürt sorununun çözümü ve Abdullah Öcalan'ın özgürlüğü geldi. Çalışmalarınızın ana eksenini de bu iki talep oluşturdu. Neden?
Türkiye’de siyaset, ekonomi, politika Kürt sorunun etrafında şekilleniyor. Bugüne kadarki iktidarların birçoğu Kürtlerin ve kendilerine muhalif olanların yokluğu üzerinden bir sistem yürütme çabası içerisine girdiler. Geçen yüzyıla bu açıdan baktığımızda; Türkiye'deki bütün halklar açısından kaybedilmiş bir yüzyıldır. Kürt sorunu bu kadar merkezdeyken, siyaseti, politikayı ve ekonomiyi bu kadar belirlerken, Kürt sorununun çözümü konusunda bir şeyleri daha somut, toplumsal yapmak gerekliliği hepimizin ortak fikriydi.
Tecride karşı Şubat ayında DBP ve DEM Partili vekillerin, demokratik kurumların, toplumsal kesimlerin katıldığı bir yürüyüş gerçekleştirildi. 15 gün boyunca Kürdistan’da il il, ilçe ilçe, köy köy gezerek, Kürt sorununun çözümünü ve çözümde esas muhatabın Sayın Öcalan olduğuna dair tartışmalar yürüttük. Amed’de 13 Ekim’de bir miting gerçekleştirdik. Sayın Öcalan, 26 yıldır tecritte. Tecridin bile tartışılmasının yasak olduğu bir düzlemde Sayın Öcalan’ın özgürlüğü için miting yapmayı başardık. Bu başarı sadece demokratik siyaset alanının başarısı değil. Yıllardır Sayın Öcalan’ın fikriyatının önemini bilen, bu fikriyat etrafında mücadelesinden vazgeçmeyen halkın iradesi aslında. Birçok engellemeyle karşı karşıya kaldık. Vali yasağı ve kolluğun engellemelerine karşı o gün bütün Kürdistan’dan ve Türkiye illerinden akın akın Amed’e gelen bir kitlesellik vardı. Bu barışa duyulan özlemdi, bu Sayın Öcalan’ın fikirlerinin yeniden Kürt sorununun çözümünde ve ülkenin demokratik hale gelmesinde ne kadar etkili bir rol oynayacağının da teyitlerinden bir tanesiydi.
Her iki talep etrafında şekillenen çalışmalarınız ne gibi sonuçlar verdi?
Devlet, yaşamış olduğu krizi aşabilmek için yüzünü Sayın Öcalan'a döndü, onun fikirlerini merak ediyor. Bu 15 Şubat'ta başlayan ve Sayın Öcalan'ın özgürlüğünü hedef alan çalışmalardan bağımsız değil.
Bugün devlet hem Ortadoğu düzleminde hem de kendi içinde yaşamış olduğu krizi aşabilmek için yüzünü Sayın Öcalan’a döndü. Sayın Öcalan’ın fikirlerini merak ediyor. Devlet yüzünü İmralı’ya, Sayın Öcalan’ın fikrine döndü, Sayın Öcalan’ın demokratik bir Ortadoğu projesinin hayata geçirebilme olanaklarına dönmüş oldu. Bu durumun 15 Şubat’ta başlayan ve Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü hedef alan çalışmalardan bağımsız olmadığını düşünüyorum. Bugün tecrit kalkmadı, Sayın Öcalan halen daha tecrit altında ama Ömer Öcalan’ın yapmış olduğu görüşmede çok net bir mesaj gönderdi. Kendisinin muhataplığı konusunda teorik ve pratik gücünün etkisini ifade etti. Ama aynı zamanda tecridin devam ettiğini söyledi.
Abdullah Öcalan'ın mesajına karşı herhangi bir adımın atılmaması, üstüne tecridin sürdürülmesi ne anlama geliyor?
Kürt sorunun çözülmesini bu ülkenin geleceği için bir zorunluluk olarak görmek gerekiyor. İktidarlar hep bu süreçten kaçtılar. Türkiye, Kürtlerin yokluğu üzerinde kurulan sistemin devam ettirilmesinin merkezi bir konumda. O yüzden bu akıldan vazgeçmekte zorlanıyor. Biz siyaset arenasında yapılan çağrıları kıymetli bulmakla beraber, bu konuda somut adım atılmamasını da kaybedilen bir zaman, dönem olarak nitelendiriyoruz. Dolayısıyla belki de bunu bir şantaj aracı yapıyor olmaktan kurtarmak lazım. Hızlıca bu sürece girmek lazım. Niyet ve pratik yan yana gelmediği zaman emin olun onun çözümünü konuşmak da çok mümkün olmuyor. Dolayısıyla Türkiye’de Kürt halkının mücadelesine ve haklı taleplerine dönük en ufak bir iyileşmenin, bütün Ortadoğu coğrafyasında çok etkili olacağını bilen bir yerden bu sözleri kuruyoruz bir anlamda.
Biz kendi gücümüze, Kürt halkının mücadele ve irade gücüne bakarak yol almak zorundayız. Diğer tartışmalar, hiçbir şey yapmadan beklemeyi zorunlu kılar hale getiriri.
Bir tasfiye projesi, oyalama taktiği varsa bunun da karşısında duracak olan bizleriz. Ancak tüm bunlardan bağımsız olarak; Kürt sorunu artık çözümü dayatıyor. Artık bundan kaçacak bir yol olmadığını biliyoruz. Ama İmralı’ya gidişi bir şantaj olarak elinde tutan, zamanı kendi keyfine göre belirleyen bir düzlemle karşı karşıya olduğumuz kesin. Ama ne yaparlarsa yapsınlar İmralı’ya gitmek zorundalar. İmralı’da Sayın Öcalan’ın hem Suriye ve Ortadoğu düzlemindeki fikirlerini almak durumundalar. Çünkü hem Türkiye’deki Kürt dinamikleri açısından hem de 4 parça Kürdistan’daki Kürt dinamikleri açısından görmezden gelinecek bir süreç değil.
Suriye’de ayakta kalan tek irade Kürt iradesidir. Herkes geri çekilmek zorunda kaldı. Ama Kürt iradesi bütün mekanizmalarıyla ayakta ve siyasi bir çözümde ısrarcı. Buradan bakmak gerekiyor. Muhasebe yapacaklar. Yüz yıl boyunca Kürtlerin yokluğu üzerine kurulu bir devlet, iktidar nasıl ayakta kalabilir? Bugün nasıl geldi bu aşamaya? Bütün bu muhasebeyi eminim ki yapıyorlardır. Ama risklerle birlikte biz kendi gücümüze, Kürt halkının mücadele ve irade gücüne bakarak yol almak durumundayız. Diğer tartışmalar, hiçbir şey yapmadan beklemeyi zorunlu kılar hale getirir. Bu aşamada olmamak gerektiğini düşünüyorum.
Öcalan'ın mesajının karşılık bulması, tecridin kaldırılması ve özgürlük koşullarının oluşturulması Kürt sorununun çözümüne nasıl bir katkı sunar?
İç hukuk ve Türkiye'nin imzacısı olduğu uluslararası hukuk gereği bakarsanız; Sayın Abdullah Öcalan şuandan itibaren özgür olmalı. Ama Sayın Abdullah Öcalan’ın Kürt halkının mücadelesinde ve Kürt halkının haklı taleplerinde önemli bir aktör oluyor olması, devletin Kürt sorunun çözümünde bugüne kadar çizdiği politik hattan kaynaklı olarak hızlıca çözüme yönelik dönemiyor olması handikap olarak duruyor. Ben devletin şunu gördüğünü düşünüyorum; Sayın Öcalan’ın fikriyatı ve mücadele hattı etrafında bitmeyen bir halk iradesi var.
Bakın İsrail-Filistin meselesi, Rusya-Ukrayna savaşı... halklar dünya çapında bir belirsizliğe mahkum ediliyor. Ama Sayın Öcalan’ın fikriyatı, ortaya koymuş olduğu barış projesi, bütün kesimler tarafından çok rahatlıkla anlaşılabilecektir. Bütün belirsizliğe karşı ortak yaşamın formülünü veriyor. Sadece Türkiye bir kriz yaşamıyor, Ortadoğu, dünya, kapitalist sistemin kendisi bir kriz yaşıyor. Bu krizi aşma yolunda Sayın Abdullah Öcalan’ın ortaya koymuş olduğu fikriyat çözüm adresidir. Kürtlerle barış, Türkiye’nin en acil ihtiyaç duyduğu başlıklardan birisidir.
Kendi içindeki sorunlara kayıtsız kalan rejimlerin yok oluşa doğru sürüklendiğine şahit oluyoruz. Suriye örneğinde olduğu gibi. Türkiye de kendi içindeki sorunu çözmediği gibi, Suriye'de Kürt kazanımlarını hedef alıyor. İktidarın buradaki hedefi ne?
Bir sorunu görmezden gelen bütün ülkeler, belli başlı sorunlarla ve yıkımlarla baş başa kaldılar. Mısır’ı, Lübnan’ı örnek verebiliriz. En canlı örnek Esad. Farklılıkları reddeden, Kürtlerle ve diğer kesimlerle yan yana gelmeyi reddeden Esad, yıkıldı ve Suriye’yi terk etmek durumunda kaldı. Bunu, halkın iradesinin otoriter rejimlere karşı vermiş olduğu cevaplardan bir tanesi olarak görmek gerekir. Suriye’de Rusya ve İran çekilmek zorunda kaldı. İngiltere’nin, ABD’nin, İsrail’in güç olmaya çalıştığı yeni bir dizaynı var. Türkiye de bir nehir (Fırat) üzerinden Kürtlere sınır çizmeye çalışıyor. Bu sınırda elbette ki devlet aklının rolü var. Türkiye’nin yeni dönemde Kürtsüz bir Suriye inşasında görev almak istediğinin bir göstergesidir.
Suriye'deki gelişmeler ile içteki Kürt sorununun çözümü arasında nasıl bir bağ görüyorsunuz?
Türkiye’nin Suriye’de nasıl konumlanacağı buradaki Kürtleri çok ciddi anlamda ilgilendiren bir başlıktır. Rojava, Kürdistan’ın tüm parçalarında yaşayan herkesin yüzünü döndüğü yerlerden birisi. Ben bütün dünyanın Rojava’ya, Rojava’da açığa çıkan mücadeleye borçlu olduğunu düşünenlerdenim. Kadınlar başta olmak üzere halkların hem DAİŞ karşısında hem de otoriter rejimler karşısında binbir emekle açığa çıkardığı bir düzlem var, bir paradigma, irade ve sistem var. Bu sistemi savunmak durumdayız. Çünkü bu sistem tek başına Rojava sınırlarında değil. Özgür bir geleceğin olduğunu müjdeleyen bir kazanımdır. Farklı kimliklerin, inançların birlikte yaşadığı bir sistem var. Kürt fobisiyle, Kürt halkının elde ettiği kazanımları kayba dönüştüren bu politikanın değişmeli. Devlet aklının kendisi, iktidarın kendisi dönüşmesi gerekir. Toplumun dayattığı da bu.
Rojava, özgürlüğün ve ortak yaşam iradesinin kırmızı çizgisi olsun. "Biz kardeşiz" söylemlerinin hayat bulacağı yerlerden birisi Rojava ile kurulacak ilişkidir.
2013-2015 yıllarında Sayın Abdullah Öcalan, "Rojava kırmızı çizgimizdir" ifadesini kullanıyor. Devlet de bir "kırmızı çizgi" olarak yaklaştı ve o dönem yapılan görüşmeler iktidar eliyle sonlandırıldı. Bugün de hem tıkanıklık (sürece dair tartışmalar) hem tecrit hem Kürt halkının özgürlük taleplerinin esas çözüleceği yerlerden birisi Rojava olacak. O yüzden çok etkileyici bir yerde duracak. Rojava özgürlüğün, ortak yaşam iradesinin kırmızı çizgisi olsun.
İzlediğimiz kadarıyla 8 Aralık’tan bugüne Suriye Demokratik Güçleri, bu anlamda inanılmaz derecede diplomatik faaliyetler yürütüyor, siyasi çözümde ısrar eden bir yerde duruyor. Bunun kendisi de Türkiye için bir davet olmak durumunda. "Biz kardeşiz" söylemlerinin hayat bulacağı yerlerden birisi Rojava ile kurulacak ilişkidir. Kürtler bu coğrafyanın tarihi olarak yaşayanları, aktörleri, bedeli ve emeğini verenleridir. Bu konuda bir kabule ihtiyaç var. Kürt halkının dilinin, kültürünün tanınması, yasal düzenlemelerin yapılması 21’inci yüzyıl açısından tartışılması bile çok geç kalınmış başlıklardan birisidir. O yüzden hem İmralı’da bir direniş var. O yüzden Kürdistan’da, Rojava’da bir direniş var.
Yıl içerisinde partinizin örgütlenme çalışmalarına ağırlık verdi. Örgütlenme seferberliğine neden ihtiyaç duyuldu? Seferberlik kapsamında önünüze koyduğunuz hedeflere ulaşabildiniz mi?
İktidarın en çok korktuğu, hedef aldığı alanlar örgütlü alanlardır. İktidar, Çöktürme Planı’ndan bugüne kadar bütün politikalarını “Kürtleri nasıl mücadelesinden vazgeçiririm?” ve “Nasıl biat ettireceğim?” üzerinden derinleştirdi. En çok saldırdığı alanlar bizim örgütlendiğimiz alanlar oldu. Bir bakıma demokratik siyaset alanı oldu. Tutuklamalar, keyfi gözaltılar, gazetecilere ve demokratik siyaset alanında çalışma yürüten arkadaşlarımıza dönük politikalarla Kürt halkının kendi fikriyatı etrafında örgütlenmesinin önüne geçmesi hedeflendi. Bunun için birçok araç kullandı. Özel savaş politikaları, kayyım, tutuklamalar, tecrit rejimini derinleştirilmesi gibi. Dolayısıyla iktidarın bu baskı politikalarına en güçlü cevap vereceğimiz yerler de bizim örgütsel mekanizmalarımızdı. O yüzden partiyi ayakta tutan, politik hattını belirleyen, halkın daha güçlü nasıl örgütlenebileceğine dair tartışmalar yürüttük. Tam da bütün politik tartışmaların Kürt sorunu etrafında döndüğü bir zaman diliminde örgütsel olarak sorumluluk alma meselesine dönüşmüş oldu.
DBP olarak 1 yıl içerisinde neleri yapamadınız, en çok eksik kaldığınız noktalar neler oldu?
2024 yılı çok yoğundu. DBP’nin esas gündem olarak belirlediği başlıkların her birisinde çabaladık. Ancak elbette eksikliklerimiz var. Birincisi hem tecrit karşıtı hem de Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için yürüttüğümüz mücadelede daha geniş diplomatik faaliyetler yürütülebilirdi. Bu anlamda eksik kaldık. Örgütlenme ve eğitim çalışmaları bizim olmazsa olmazımız diye ifade ettik. Bu konuda da belki daha aktif rol alabilirdik. Kendi gündemini yakalama konusunda bir ısrarı oldu DBP’nin. Ama sürekli iktidarın dayattığı gündemlerle karşı karşıya kalmak durumunda kaldık. İktidarın dayattığı gündemlere cevap olma konusunda önemli bir çaba içerisinde olmuş olsak da kendi gündemlerimizi hayata geçirmek konusunda zayıflıklarımız oldu. Yeni dönemde de bu eksikliği giderecek bir formül üretme ve çalışma iddiamız var.
DBP'nin 2025 ajandasında neler var?
Örgütlenme seferberliği sonrası 2 çalıştay gerçekleştirdik. Yakın dönemde de kongremizi gerçekleştireceğiz. Artık Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne dönük tecridi tartışmak istemiyoruz. Bu saatten sonra Sayın Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümündeki rolü ve misyonunu yerine getirebileceği özgürlük alanları üzerine tartışma yürütmek gerekir. Konferansta da bu öne çıktı. Çalıştaya “Daha güçlü daha farkındalıklı örgütlenme çalışmasını nasıl yaparız?” meselesi üzerine bir yol haritası belirledik. Yönetim kademesinde olan bütün arkadaşlarımızın tüm il ve ilçelerde devletin özel savaş politikalarıyla örgütsel zeminden uzaklaştırmaya çalıştığı bütün kesimlerle bir araya gelmenin yolları tartışıldı.
Konferansta öne çıkan önemli başlıklardan biri ise Kürt halkının statüsüdür. Rojava’da açığa çıkan güçlü bir deneyim var. Kürt halkının statü talebini nasıl güçlendireceğimizi, nasıl görünür kılacağımızı, yaşamsal kılacağımızı tartışmak üzerinden karar aldık.
Partimizin programında en önemli başlıklarından biri eğitim başlığı. İktidar ve erkek devlet üzerinden bir abluka var. Hakikati yutan, topluma ait olan hakikati toplumdan koparmaya çalışan bir abluka var. Bunun karşısında kadın mücadelesinden emek mücadelesine, Kürt halkının tarihi mirasını bugüne taşıyabileceğimiz eğitim çalışmalarımız esas gündem olacak. Kadın partisiyiz, kadın çalışması bizim olmazsa olmazlarımızdan biridir. Aynı başlığı kadın özgünlüğüne de yedirerek götüreceğimiz, bir anlamıyla kadın akademileri kurma ve kadın mücadelesine farkındalığını artıracak farkındalık çalışmalarını yapmak istiyoruz.
Kültürel soykırım devletin saldırı araçlarından en büyüğü. Anadilini hem siyasette hem yaşam alanında kullanma, kendi yaşadığı coğrafyada idari mekanizmalarda da bu dili görünür kılma... Anadilde eğitim başta olmak üzere Kürtçenin resmi dil olması da çalışma yapacağımız başlıklardan.
2025 yılında halkları nasıl bir süreç bekliyor?
2025 yılına, çok kritik bir zaman diliminde giriyoruz. Ortadoğu yeniden dizayn ediliyor. Ortadoğu’da güç olan birçok yapı, İsrail etrafında bir araya gelen hegemonik güçlerin saldırısı ile karşı karşıya kaldı. Ancak ortaya çıkan tablonun, halkı, toplumu ve demokratik siyaset zeminini demokratik değerler ve mücadele etrafında daha güçlü bir araya getireceğini düşünenlerdenim. Çünkü bütün iktidarlar aslında halkın cesaretine, tarihine ve mücadelesine saldırdı. Ama halkta bir geri adım yok. Belki kazanımlar çok güçlü değil diye düşünülebilir, ama burada geri adım yok. Yeni dönem bizi ortak mücadele hattını büyütmeye çağırıyor. Yeni dönem bizi tarihimize, dilimize, kültürümüze, mücadelemize sahip çıkmaya çağırıyor. Yeni dönem bizi Rojava’da hayat bulan statüyü sahiplenmeye çağırıyor. 2025 yılı kendi kimliğimizle yaşayabileceğimiz bir yıl olsun. Bu konuda da önemli bir aktör ve muhatap olarak gördüğümüz Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması Ortadoğu’nun demokratik bir hala gelebilmesi açısından çok elzem bir yerde duruyor.
MA / Berivan Altan - Müjdat Can