HABER MERKEZİ - İnsan Hakları Haftası kapsamında düzenlenen “Barış ve çatışma çözümleri” panelinde, "Bizler demokrasiye sahip çıkıp, elimizin altındaki bu sürecin önemini bilmeliyiz" vurgusu yapıldı.
Wan’daki demokratik kitle örgütleri öncülüğünde 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası kapsamında, “Barış ve çatışma çözümleri” başlıklı paneli düzenlendi. Wan Barosu Tahir Elçi Konferans salonunda düzenlenen panele, Avukat Gulan Çağın Kaleli, İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Sekreteri Osman İşçi ve Doç. Dr. Vahap Coşkun konuşmacı olarak katıldı. Panelin moderatörlüğünü ise İHD Wan Şube Eşbaşkanı Mehmet Salih Coşkun üstlendi.
Panele, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Wan il yönetimi, Wan Büyükşehir Belediye eşbaşkanları ve merkez ilçe belediye eşbaşkanları, sivil toplum örgütü temsilcilerinin yanı sıra çok sayıda yurttaş katıldı. Panel salonuna “Herkes için insan hakları” yazılı pankart asıldı.
Panelin ilk konuşmacısı Dr. Osman İşçi, insan hakları ve barış sürecini anlatarak, insan hakları mücadelesinin özünü barış olduğunun altını çizdi. İşçi, “İnsan hakları ve barış birbirini tamamlayan bir bütündür. Kürt meselesinin çözülmemesi hayatımızın her yerine sirayet eden bir durumda. İnsan hakları bildirgesi mücadelemizin kazanımıdır. İnsan haklarının inşası için barışa, barışın inşası için de insan haklarına ihtiyacımız var. Barışı siyasi olarak inşa ederken, diğer bütün boyutlarına dikkat etmeliyiz. Birinin yaşam hakkını ihlal etiğinizde geri dönüşü olmayan birçok hakkı da ihlal edilir. Demokratik haklarımızı kullanma açısından ülkede bir gerilik hali mevcuttur. 1 Ekim'de tokalaşma ile başlayan süreç görüşmelere kadar gitti. Bu süreç hak ihlallerinin gidermenin anahtarıdır. Barış sürecinden bu yana şiddet azaldı. Bu politikalar bizi geleceğe götürecek. Gelecek içinde kadının öncü rolüne ihtiyacımız var. 2026 yılı bütçesi insan hakları bütçesi olmalıdır” dedi.
KADIN KIRIMLARINA DİKKAT ÇEKİLDİ
Ardından "çoklu saldırılar karşısında insan hakları rejimi, mücadele ve barış" konusunu anlatan avukat Gulan Çağın Kaleli, Kürt mücadelesinde yaşamını yitiren kadınları anarak başladı. Gulan Çağın Kaleli, “Mesele sadece insan hakları değil aynı zamanda ekolojik yıkımına da bakmamız gerek. Barışı en çok konuştuğumuz zamanda, barışın yürütücüsü olan tarafın silahları bırakması ile ekolojik yıkımın hala devam ediyor olması bizlerde barış perspektifinin nerde olduğunu sormamıza götürüyor. Bu çatışmasızlık süreçte, kadına yönelik katliamların, şiddetin artarak hala devam etiğine dikkat çekmek isterim” diye konuştu.
‘KADIN KATLİAMLARI SAVAŞ BİLANÇOSUNA EŞ DEĞER’
Süreçlere bakılmaksızın işkencenin her zaman devam etiğini vurgulayan Gulan Çağın Kaleli, hak mücadelesini tartışırken kimi onarım yapmayan kararlar ile karşılaştıklarını söyledi. Gulan Çağın Kaleli, “İnsan hakları rejimi içinde bir de kadın hakları rejimini tartışmamız gerek. Hukuk; başlatılan barış süreç açısından sadece, hakları garanti altına almak için bir araç konumundadır. Sayın Öcalan’ın başlattığı süreç Kürt tarafından sahiplendi. Kürtler ‘Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ derken diğeri ise ‘Terörsüz Türkiye’ diyor burada dilin ve sahiplenmenin önemini ortaya çıkarıyor. Devletin nerede olduğu konusunda kafa karışıklığı yaşanıyor. Cezasızlık politikası savaş sürsün diyedir. Kadın katliamları savaş bilançosuna eş değer” şeklinde konuştu.
‘ENTEGRE YASALARI ÇIKARILMALIDIR’
Son olarak "Çözüm ve hukuki değişim" konusunu anlatan Doç. Dr. Vahap Coşkun, hukuki değişim ve çözüm sürecine dikkat çekti. Coşkun, “Türkiye çözüm süreci konusunda yeterli deneyim ve tecrübeye sahiptir. Birçok defa devlet Sayın Öcalan ile görüşmeler yaptı fakat hiçbir zaman süreçleri başarıya götürmedi. Bunun sebebi ise siyasi alt yapının olmamasıdır. Örnek verecek olursak dünyadaki barış süreçlerine bakabiliriz. Bizler demokrasiye sahip çıkıp, elimizin altındaki bu sürecin önemini bilmeliyiz. Toplumun isteklerine toplumsal bir şekilde cevap olmalıyız. PKK üyelerinin siyasete katmak için kanunlar çıkarılmalı ve spesifik bir yasa çıkarılmalı. Bu altına girilen yükün altından çıkılmanın daha kolay olacağını düşünüyorum. PKK’nin silah yakan ve üyelerine entegre yasaları çıkarılmalıdır” dedi.
Panel, soru cevap kısmı ile son buldu.
İSTANBUL
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, 10 Aralık İnsan Hakları Haftası kapsamında Beyoğlu’nda bulunan Şira Kitap Kafe'de “Tecrit gözetleme ve cezalandırma hapishaneleri" başlıklı panel gerçekleştirdi. Moderatörlüğünü İHD üyesi Mehmet Kartal’ın yaptığı panelde, Kuyu Tipleri Kapatılsın İnisiyatifi Okan Danacı, Doçent Doktor Ferda Keskin konuşmacı olarak yer aldı.
F Tipi Cezaevlerine karşı yoğun bir eylemsellik, yoğun bir mücadele yaşandığına dikkat çeken Kartal, “19 Aralık katliamının da arifesindeyiz ve geçenlerde bu davada zaman aşımı kararı verildi. Ancak F tiplerinden sonra, 2020-2021’den itibaren gündemimize bir de Y, S tipi hapishaneler ve kuyu tipi diye tarif edilen hapishaneler girdi” diye konuştu.
Devamında Kuyu Tipleri Kapatılsın İnisiyatifi adına konuşan Okan Danacı, kuyu tipi cezaevlerini anlatmanın artık yakıcı bir hale geldiğini ifade etti. Danacı, “Toplumsal mücadele çok daha fazla gelişkenlik gösterdiği anlarda, halk hareketleri, isyanlar ve benzer durumlar olduğu zaman hapishanelerin baskı derecesi artırılıyor. Seksenlerde koğuş tipi hapishaneler vardı ama seksenlerden sonra neye dönüştü? Bu oda tiplerine geçildi. Buralar belli bir aşamadan sonra başka bir siyasal merkez haline gelmeye başladı. Devletin değişik yetkili isimlerinde şöyle açıklamalar yapılıyordu: ‘Buralar okula dönüşmüş, buralar eğitim hanelere dönüşmüş, buralarda örgüt elemanlarını yetiştiriyor’ deniyordu. Doğal olarak siyasi davalardan yatanlar bu hapishanelerde öyle gidip başını koyup yatmış olmadılar; ürettiler. Bunu direnmenin bir biçimi olarak gördüler ve sürekli olarak burayı aynı zamanda mücadele merkezine dönüştürdüler. Yani hapishanenin mantığı, eğer bu mücadele edenlere baş eğdirmekse ki odur, baskı mekanizmalarıyla topluma da mesaj verilmek istendi. Buna verilecek en güçlü cevap tabii ki bunu kabul etmeyip buna itiraz etmek oldu” diye konuştu.
‘TUTSAKLAR MÜCADELEYE DEVAM ETTİLER’
Dünyanın değişik yerindeki cezaevlerine dikkat çeken Danacı, “Yer altı hapishaneleri var. Örneğin burada Bursa’da Öcalan’ın kaldığı bir ada tipi hapishane var. Suriye’de yakın zamanda iktidarın nasıl hapishanelere sahip olduğunu gördük. Bunun sonuç üretmediğini gören egemenler cezaevlerinde baskı derecesini arttırdılar; doksanların sonunda da F Tiplerine geçtiler. Dediler ki: ‘Bunlar bir arada kaldıkça gelişiyorlar, üretiyorlar’ Artık bitirmek istedikleri ne ise; fikir olabilir, eylem olabilir. Ama iktidarın hoşuna gitmeyen bir topluluk olarak mücadeleye devam ettiler tutsaklar” ifadelerini kullandı.
‘KAPİTALİST TOPLUM KABUL ETMEZ’
Doçent Doktor Ferda Keskin, kuyu tipi cezaevi denilirken aslında buradaki kuyu kelimesinin olumsuz yan anlamlar barındıran metafor olduğunu belirtti. Ferda Keskin, “Kuyu tipi cezaevi dendiği zaman, aklıma Berlin’deki Yahudi Müzesindeki ölüm kuyusu diye bir kuyu vardır; oraya girdiğiniz zaman ölümün nasıl bir şey olduğunu, aşağı yukarı nasıl bir şey olduğunu hissedebilirsiniz" dedi. Cezaevlerinin birer laboratuvar olduğunu vurgulayan Ferda Keskin, “Bu laboratuvarda iktidarın işleyiş biçimi mükemmelleştirilmeye çalışılır. Bu iktidarın gözetleme, cezalandırma pratikleri çok ince ayrıntısına kadar geliştirilir. Burada devletin esas hedefi içerideki insanları ıslah etmek değildir; çünkü çok pahalı bir şey cezaevi. Diyelim ki cezaevine attığınız herkesi ıslah ettiniz, topluma geri kazandırdınız; fakat onların topluma geri kazanılması, toplumun onları geri kazanmak için harcadığı parayı karşılayabilecek olan bir şey değil ve bir kapitalist toplum bunu kabul etmez. Kapitalist toplum yaptığı her yatırımın karşılığını almak ister; dolayısıyla hapishanelere yaptığı yatırımın karşılığını almıyor, elbette" dedi.
